EV HAPSİ

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Yasaklar, yasaklar, yasaklar… Uzun süredir kamuoyunun tartıştığı ve zaman zaman da korkuya kapıldığı bir konu yasaklar. AKP iktidarıyla birlikte tartışmaya açılan ve giderek korkuya dönüşen özel yaşama müdahale, kamuoyunu meşgul eden başlıca konu. Yasaklar yaşamımızı belirliyor mu, günlük yaşantımızı ne kadar etkiliyor? Toplumumuzun sosyal yaşamında AKP iktidarıyla bir değişim oldu mu? Bu soruların yanıtları gerçek durumu ortaya çıkarır.

Fırsat buldukça İstanbul’un değişik semtlerinde yürüyüş yaparım. Farklı değişik özellikteki mekânları tanımak ve buralara özgü özellikleri öğrenmek en büyük merakım. Tarihi semtlerinse benim için önemi çok büyük. Bu semtlerde zaman yolculuğuna çıkmak ise önemli bir mutluluk nedenim. Bu büyüleyici kentte zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz insan.

İstanbul’da belli başlı merkezi semtlerin dışında orta gelirli kadın ve erkeğin birlikte gidebileceği, yiyip içip sohbet edebileceği yer neredeyse yok gibi. En çok göze çarpan yerler yalnızca erkeklerin gidebildiği kahvehane ve loş birahaneler. İki insan cinsinin birbirinden bu kadar uzak yaşadığı bir toplum modern olabilir mi? Yine böylesi bir toplumun bireylerinin sağlıklı düşünüp duygulanmaları, doğru kararlar vermeleri, mutlu olmaları olanaklı mı? Birer bardak çayın karşılıklı içilemediği bir yerde toplumsal dinamizm nasıl sağlanabilir?

İstanbul için yirmi dört saat yaşayan kent denir. Acaba bu söz ne kadar doğru? Gerçekten İstanbul yirmi dört saat yaşıyor mu? Son yıllarda hemen hemen bu büyük kentin tüm semtlerinde geceleri sokaklarda in cin top oynuyor. Hava karardıktan sonra insanlar evlerine çekiliyor. Semtlerdeki çay bahçelerinin yerini farklı işletmeler almış. Olanlarsa ateş pahası. Her dakika garsonlar tepenizde. Çayınızı bitirir bitirmez yenisi geliyor masanıza. Böylesi bir durumda sohbet de yok, keyif de. Zaten mideniz allak bullak oluyor. Çay içmeye neredeyse tövbe edesiniz geliyor. Üç beş yıl öncesine kadar aileler akşam yürüyüşlerini çekirdek yiyerek yaparlardı. Bu da yok oldu. İnsanlar evlerine kapanıyor günün bitmesiyle. Neden acaba?

Gittiğiniz her yerde başlıca konu televizyon dizileri. Herkesin bağımlısı olduğu diziler var. Dizinin gelecek bölümünde olacaklar için hararetli tahmin tartışmaları yapılıyor. Herkes, senaryonun devamını kendince yazıyor. Nerdeyse her evde yaşayan kişi sayısı kadar televizyon alıcısı bulunmakta. Akşam oldu mu, aile bireyleri rahatsız edilmeden köşelerine çekilip “huzur” içinde kendi dizisini izliyor. Aile içi iletişim sadece reklam aralarında. Akraba, komşu, arkadaş ziyaretleri yok denecek kadar az. Olanlarsa dizilere göre ayarlanıyor, birlikte televizyon izleniyor.

Erkeklerin bir bölümünün vazgeçilmez tutkusu futbol. Maçların yorumlanması günlerce sürüyor. Kavgaların, tartışmaların ardı arkası kesilmiyor. Bir takımın taraftarı olmamak neredeyse toplum dışı kalmak olarak görülüyor. Maçları izlemeyenlere uzaylı muamelesi yapılıyor. Biz sadece sporu izlemek için varız.! Spor yapmak mı? O da ne?

Diğer bir toplumsal tutkumuzsa internet. Halkımızın bir bölümü gününün neredeyse tamamını burada geçiriyor. İnternet oyunları tutkuya dönüşmüş. Masaüstü bilgisayarına sarılarak uyuyanlar var. Sanal ortamdaki çiftliğinde yetiştirdiği tavuklarla, sebze ve meyvelerle övünen “becerikli” çiftçilerimiz de görmezden gelinemez. Tabi ziraat sanal ortama taşınınca da uçsuz bucaksız tarım topraklarımız boş kalıyor. Biz de badem, ceviz, pirinç, buğday, sarımsak, susam, pamuk, karpuz, muz gibi ürünleri dış ülkelerden ithal ediyoruz. Paylaşım sitelerinde akşama kadar aynı videoyu belki bin kere paylaşıyoruz. Herkes kendi düşüncesinden kişilerle arkadaş olup birbirlerine propaganda yapıyorlar sanal ortamda. Görenler de ülke için büyük bir mücadelenin, özverinin olduğunu sanacak. Ömür, bir sanal bağımlılık içinde insan sesine hasret kalarak geçiyor. Çaylar, kahveler, çiçekler, pastalar sanal ortamda ısmarlanıyor. Nerdeyse çay sıcaklığı, kahve tadı, çiçek kokusu unutulacak.

Sanal ortam, toplumu eve hapsederken birileri yaşamın gerçeğini yavaş yavaş suratımıza çarpıyor. Arazilerimiz yağmalanıyor, kentlerimiz hapishaneye dönüşüyor, tarlalarımız köstebeklere kalıyor, okullarımız ortaçağın karanlığına terk ediliyor, özelleştirme adı altında neyimiz varsa el değiştiriyor, ülkemiz küresel güçlerin laboratuarına dönüşüyor, tüm sosyal yapımız darmadağın oluyor; biz sanal ortamda bütün bunlarla savaşıyoruz öyle mi? Burada Don Kişot’un kulaklarını çınlatmasak olmaz.

Yıllar sonra şu sözleri duyacak gibiyim: “Bir gün bize çağ atlatacağını söyleyen birisine ülkemizi teslim ettik. Biz de köşemize çekildik. Hepimize birer renkli cam verdiler, mutluluktan hiçbir şeyi göremez olduk. Güzel bir ülkemiz, verimli topraklarımız, sevecen insanlarımız, çağdaş kurumlarımız, çalışkan yurttaşlarımız, örnek bir Cumhuriyet’imiz vardı. Zamanla renkli camlarımız çoğaldı, sanal bir ortamın çekici büyüsüyle çok eğlendik, sokağa bile çıkmaz olduk. Yıllar sonra yerimizden kalkıp sokağa çıktığımızda bir de baktık ki her yer değişmiş, tabelalarda yazılanları bile okuyamadık. Yeni yöneticiler, bize yabancı olduğumuzu söyleyerek gidecek bir yerimizin de olmadığını bildirdiler. Biz de ne yapacağımızı kara kara düşünürken bir sanal geminin güvertesinde, sanal bir okyanusa açıldık.”

Halkımız, gönüllü olarak kendisini müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ev hapsi yaşıyor. Sosyal yaşamını sonlandırıyor böylece. Dizilerden, futbol aşkından, sanal çiftliklerden, internet bağımlılığından bir kurtulursa ev hapsi de sona erecek. O zaman her şey daha güzel olacak. Yasaklar mı? Dağlardan gürül gürül akan bir nehri hangi baraj durdurabilir ki?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.