ESKİ ANLAYIŞIN YENİDEN UYGULANIŞI

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Almanya Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaleti okul ve eğitim bakanlığının göçmen kökenli öğrencilere yönelik çıkarmış olduğu yönetmelikte hakim olan bir „eski anlayışın yeni uygulanışı” var. Bu anlayışa göre “dil yetersizliği” (almanca yetersizliği) tespit edilmiş çocukların, gerek duyulduğu durumlarda, “hazırlık” sınıflarında toplanabilmesi çağımız gereksinimlerinin çok gerisine gitmektedir. Dil yetersizliği nedeniyle “hazırlık” veya “toplama” sınıfları adı altında getirilmek istenen uygulamalar bir nevi 70’li yıllarda Türkiye’den gelen çocuklara yönelik uygulamayı hatırlatmakta ve “kamplaşmayı” beraberinde getirmektedir. Burada doğmuş ve büyümüş, hatta büyük bir oranının Alman vatandaşı olan çocukların “özel eğitim” adı altında Alman akranlarından ayrılarak bir nevi eğitimsizliğe sürüklenmesi düşündürücü bir yaklaşımdır.

Kaldi ki günümüz eğitim sisteminde özellikle „eğitim özürlü” çoçuklara bile Avrupa Birliği kanunlarını ulasal kanuna uyarlayarak “birlikte eğitim” yapma imkanı ve hakkı verilirken, “dil sorunu” olan göçmen kökenli çocuklarla göçmen kökeni olmayan Alman çocukların ayrıştırılması son derece sakıncılıdır. Bu süreçte velilere danışma dışında hiç bir söz hakkı verilmemesi de ayrıca düşündürücüdür. Bu durumda velilerimiz „eğitim özürlü” çoçuklara verilen haklardan yararlanarak, çocuklarının “özel eğitim” adı altında oluşturulmak istenen sınıflara yönlendirilmesine karşı çıkmaları ve gerekirse hukuksal mücadelede bulunmaları gerekmektedir. Nerede birlikte eğitim ve birlikte yaşam süreci?

Yürürlüğe giren yönetmeliği anadili konusu bazında değerlendirecek olursak, önceki taslaklara göre çok daha olumlu diyebilirim. Bilhassa görevlendirilecek öğretmenlerin yeterlilikleriyle ilgili bölümlerde „dışarıdan” mesleğe girecekler için de fırsat verilmiş. Buna rağmen bir çok konuda hala daha muğlak deyimler söz konusu. Örneğin anadili dersleri haftada beş saate kadar verilebiliyor olmasına rağmen uygulamada genelde haftada iki saati geçmiyor. Nitelik açısından ise hala konumu çok olumsuz. Örneğin anadili dersleri normal müfredatın dışında kalmaktadır. Bu da hem öğretmenler açısından, hem de öğrenciler açısından hiç de uygun değildir. Bu dersler normal ders programı içinde yer almalıydı; verilen not sınıf geçmeyi etkilemeliydi. En azından anadilde alınan not yabancı dil notunu düzeltme durumunda olmalıydı.

Anadili dersine katılım hala daha velilerin insiyatifine bırakılmıştır ve bu nedenle de birçok okulda “yeterli veli” istemiyor diye anadil dersleri verilmemektedir. Artı, okul müdürleri de bu konuda velilerin kendi aralarında iletişimini engellemekte. Bu nedenle de birçok istekli öğrenci “yeterli sayı yok” diyerek eğitim hakkından yoksun bırakılmakta. Hatta yeterli sayı bulunduğu halde dahi anadili derslerinin açılması okul müdürlerinin insiyatifine bırakılmıştır. Nerede o çok bahsedilen bireysel eğitim hakkı?

Örneğin Essen kentinde bir Gesamtschule de 62 velinin anadili dersi için imza atmalarına rağmen okul müdürü bu talebi red edebilmektedir. Aynı şekilde, Düsseldorf kentinde bir okulda Türkçe dersinin kaldırılmaması için 100’ün üzerinde imza toplanmasına rağmen okul idaresi velilerin bu haklı talebini „şartlara uygun öğretmen adayı yok” diyerek rededebilmekte. İşte, yönetmelikteki bu ve benzeri durumlarda bir çok kavram muğlak bırakılarak bir şekil „başıboşluk” yaratılmaktadır. Nerede o çok bahsedilen eşitlik uygulamaları?

Yeni yönetmeliğe göre ortaokullarda Türkçe yabancı dil olarak verilebiliyor. Bunun için yeterli katılım gerekiyor, fakat yeterli katılım saysı muğlak bırakılmış. Okul başlangıcında veliler genelde bu konuda bilgilendirilmiyor ve ileriki zaman zarfında da velilere kendi aralarında irtibata geçmeleri veri koruma yasası (Datenschutzgesetz) öne sürülerek engelleniyor. Bu şekilde Türkçe derslerinin, gerek anadili, gerekse ikinci veya üçüncü yabancı dili olarak verilmesi, yeterli öğrenci sayısı olmakla beraber, bürokratik ve bilhassa müdürlerin engeline takılıyor. Türkçe’nin bazı okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak verilmesi basına yansıdığı gibi yeni değil. Türkçe zaten bilhassa bazı liselerde yıllardır yabancı dil olarak verilebiliyordu. Hatta bazı durumlarda lise bitirme yeterlilik dersi (Abiturfach) olarak da seçilebiliyordu. Yeni ve „sevindirici” olan ise Türkçenin ikinci yabancı dil olanağı olmayan düşük dereceli ortaokullarda (Hauptschule) ikinci yabancı dil olarak verilebilmesi.

Fakat burada dikkatimizden kaçan bir şey var; Türkçe’nin ikinci yabancı dil olarak verilebilme konusunda bakanlık tarafından sadece bu okulların (Hauptschule) öne çıkarılması soru işaretleri bırakmıştır. Nedeni çok açık ve basit olması nedeniyle sanırım bizlerin gözünden kaçmış olabilir. Bu okulların (Hauptschule) artık ömrü tükenmektedir. SPD ağırlıklı Berlin eyalet hükümeti yeni ders yılından itibaren bu okulları orta dereceli ortaokullarla (Realschule) birleştirme kararı aldı. Buna karşın CDU ağırlıklı NRW eğitim bakanlığı hala daha bu okullarda ısrarlı ve güçlendirmek için geçen yıl „Hautptschule’leri güçlendirme” (Qualitätsoffensive Hauptschule) adı altında bir yönetmelik de çıkardı. Bu yönetmeliğin ana hedefi Hauptschule’leri özellikle Türklere ve Ruslara daha cazip hale getirerek kapanmaktan kurtarmak. Türkçe’nin ve Rusçanın bu okullarda ikinci yabancı dersi olarak verilmesinin ana hedefi de budur. Bu okullara daha çok Türk ve Rus kökenli öğrencileri yönlendirerek kapanmaktan kurtarmak. Yani başta da belirttiğimiz gibi toplumda Alman ve göçmen kökenli öğrencileri ayrıştırmak. Ayrıştıracaktık, neden bu uyum nakaratları?

Köken teriminin de bu bağlamda anadili yerine kullanılması oldukça ilginç. Kökene dayanan vatandaşlık hakları, kökene dayanan eğitim hakları, kökene dayanan aile birleşimi ve kökene dayanan daha bir çok kısıtlamalar maalesef Avrupa genelinde yayılmaya başladı. İşin ilginç tarafı ise, Türkiye’nin Almanya’daki resmi kurumlarının da Alman siyasilerinin bu oyununa gelerek anadili yerine „köken dili” kavramını kullanmaları.

Sadece kurumlarımız değil, maalesef bir çok insanımız da kendi değerleri ve hakları uğruna yeteri kadar çaba sarfetmemekte. Her zaman ve her konuda olduğu gibi, bir milletin var olma sebebi olan anadillerine sahip çıkma konusunda da her nedense zorlanmaktalar. Buna rağmen, bir avuç da olsa duyarlı insanlarımız da var elbette. Onlar, bir dava, bir aşk için yapabilecekleri her şeyi yapmaya hazırlar. Onlar, ne kişisel, ne de siyasi çıkar peşindeler. Onlar, sadece inandıkları ve gönül verdikleri davalarının peşindeler. Bir örnek vermek gerekirse; bir kaç gün önce bir çağrıda bulunmuş ve NRW bazında daha önce Türkçe dersinin olup da zamanla kaldırıldığı veya kaldırılmakta olan okulların isimlerini rica etmiştim. Bu çağrıma uyan ve aşağıda adı geçen arkadaşların göndermiş olduğu verilere göre 90’a yakın okulda Türkçe dersleri kaldırılmış veya kaldırılma tehlikesinde. Bu arkadaşlara, bir avuç da olsalar, göstermiş oldukları duyarlılık nedeniyle çocuklarının ve torunlarının adına şükranlarımı iletiyorum.

Abdurrahman Kol, Adnan Özdemir, Ahmet Çelik, Ahmet Değirmenci, Ali Arslan, Ali Yağız, Altan Üslek, Ataç-Işıkyol, Bilgehan Fonk, Celal Aydemir, Emel Oesterwind, Emin Şimşek, Ensar Öztürk, Eray Zorlu, Güldane Büyrü-Ejder, Halil Gülel, Hasan Eker, Hasan Ekici, Hasan Kayıhan, Hayrettin Coşkun, Hayrettin Özcan, Hilâl Tanrısever, İlyas Usluer, İsa İlyasoğlu, Kadir Akyazı, Kazım Akçay, Kubra Acar, Mahmut Uludağ, Mesut Gündüz, Metin Şenocak, Nagihan Temizel, Nagihan Varol, Nebehat Ercan, Oktay Sürücü, Rüştü Elmas, Satı Arı, Sema Özcan Sarıgül, Serpil Kultaş, Sevgi Gürbüz-Şahin, Yaşar Moralı, Yavuz Dündar.

Aynı duyarlılığı göstermeyen veya konuyu önemsemeyen arkadaşların ise sadece torunlarına bırakacakları mirası merak ediyorum. Dil adına, kültür adına bırakacak bir şeyler kalırsa eğer? Onlar, yani değerlerine yeteri kadar sahip çıkmayanlar zaten kaybetmeyi kafalarına koymuştur. Bu yaptıklarınız, içiniz burkulsa da, onların dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

İşte biz Türklerin bu halini en güzel şekilde anlatan bir fıkra.
Adamın birisi ölmüş. Ölen kişiye önce cenneti gezdirmişler; her şey mükemmel. Daha sonra cehennemi gezmeye başlamışlar. Cehennemde kazanlar fokur fokur kaynıyor. Tabi içinde cezalı insanlar var. Her kazanın başına bir zebani koymuşlar. Bazı kazanlardan birbirinin omuzlarına çıkarak dışarıya fırlamak isteyenler oluyormuş. Kazanın başında bekleyen zebani yükselen kişinin başına elindeki sopayla tekrar vurunca, yallah o kişi tekrar kazanın dibine… Rehberle gezen kişi bir kazanın başında bekleyen kimsenin olmadığını görüp merakla sormuş? “Bu kazanın başında neden zebani yok?” Rehberlik eden melek o kişiye şöyle demiş; “Orada Türkler var, onların başına zebani dikmeye gerek yok. Çünkü onlar yükselen kişiyi vücudundan veya bacağından tutup tekrar aşağıya çekiyorlar.” İşte bu fıkra da onların dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır; sizlerin ise içiniz burkulacaktır.

Bir olalım nihayet
Madem biz biriz
Sözümüzün eriyiz
Dilde, dinde, her yerde…
Neden birlik değiliz.

Ben, beni atayım
Benlikten kurtulayım
Sen, seni atma…
Ben, seni aramaktayım.

Üstümüzde emanet
İçimizde kıyamet
Atalım kurtulalım…
Bir olalım nihayet

Dr. Ali Sak

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.