ELLİNCİ YILDA SİYASETİN NERESİNDEYİZ?

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Altmışlı yıllarda başlayan Avrupa’ya göç, büyük şehirlerden başlamıştı. Gelenlerin bir mesleği, büyük şehir yaşamına yabancı olmayan özellikleri vardı.

Sanat okullarının çeşitli bölümlerini bitirenler geldiler önce.

Sonra inşaat ustalığından tutun tüm kol gücüne dayanan meslek zanaatkârları akın etti kara trenlerle. Öğrenim için gelenler daha kolay uyum sağladılar.

Yoksul ülkeler, Avrupa’nın savaş sonrası emek eksikliğini giderme görevini üstlenmişlerdi.

Avrupa’nın hangi ülkesine giderse gitsinler, onların Türkiye’deki isimleri Almancılar olarak söylenmeye başladı. Aradan geçen yıllara rağmen, ister Fransa’dan, ister İsviçre’den, isterse Hollanda’dan ülkelerine geldiklerinde hep Almancılar diye tanındılar.
‘’Gurbetçi” yakıştırması pek tutmadı.

Almancıları, yetmişli yıllarda bir sente muhtaç Türkiye’de; ellerinde çanta radyolar, başlarında fötr şapkalar ve çokça da Bayern’e özgü telekli fötrleriyle görmeye alışmıştık.

Deprem bölgelerinden, yurtdışına gidebilmek için kurulan sözde kooperatifler aracılığı ile kırsal kesimlerden göçlerin başlamasıyla sorunlar daha da arttı.

Daha kendi şehrini bile tanımamış insanlar, dilini, töresini bilmedikleri sanayi toplumunun ortasına atılıverdiler.

Avrupa, bu insanları başlarda insan olarak değil, çalışacak, ülkelerinin kalkınmasını, imarını tamamladıktan sonra ülkelerine geri gönderilecek yaratıklar olarak görmüştü.

Bu insanların zamanla aile olacaklarını, çocuklarının olacağını, o çocukların eğitimlerinin gerekeceğini öngörmemişlerdi.

Hep, o günkü duruma göre geçici önlem aldılar ve o nedenle birkaç kuşağın geleceğinin kararmasına neden oldular.

Kaç on yıllar geçti?

Almanya acı vatan oldu.

Ne buradaki hükümetler adam yerine koydu, ne de Türkiye.

Hem devlet, hem de kan içici vurguncular için onların Markları, Frankları, Euro’ları önemliydi.

Biri Vatan-Millet dedi aldı, Biri Allah- Maşallah dedi soydu.

Hiç alamadı. Hep verdi

Çirkin politikacılar, yaptırım gücü olmayanları acımasızca politikalarına malzeme olarak kullandılar. İşi öylesine utanmazlığa taşıdılar ki ‘’Yabancılar dışarı” diye imza kampanyasında bu sahipsiz insanları ırkçılara hedef olarak gösterdiler.

Suçsuz insanlar, çocuklar yakılarak öldürüldü.

Yeşillerden SPD’ ye geçen bir eski bakan ‘‘En iyi uyum, asimilasyondur” demedi mi? Yeşillerden gelip, sosyal demokrat ilkeleri benimseyen birini gördünüz mü? İlkeli olsalar partilerinde kalırlar veya aktif siyasete veda ederler. Biz bunları az gelişmiş demokrasilerde olur bilirdik. Avrupa’nın göbeğinde de olurmuş meğer!

Yıllardır bu ülkenin kalkınmasına katkıda bulunan, vergisini veren, Doğu Almanya için dayanışma vergisi veren insanların yerel yönetimlerde bile seçme, seçilme hakkını vermemek bir demokrasi ayıbıdır.

Yanlışlık neredeydi?

Yanlışlık; ‘’Hak verilmez, alınır…” kuralını kulak ardı etmemizdi.

Öyle, güvercin sevenler dernekleriyle, kumara kılıf olsun diye kurulan hemşeri dernekleriyle, kahvehaneleriyle hak alınamazdı.

Sendikalarda, siyasi partilerde bir avuç iyi niyetli demokrat insanla hak elbette alınamazdı.

Sorunlar politikti.

Politik sorunlar politika içinde çözülebilirdi.

Bu nedenle politikanın seyircisi değil, oyuncusu olmak gerekirdi.

Hangi siyasi görüşteysen o partide çalışacaksın.

Şimdi yeterli olmasa da seçme seçilme hakkın var.

Öyle Parti festivallerinde dönerle, sadece yöresel halaylarla katkıda bulunmakla olmaz. Siyaseti belirlemede yerini alacaksın. Ben de varım diyerek ileri çıkacaksın.

Sorunlarını ancak sen bilirsin ve senin katkın, senin istemin ve mücadelenle o sorunları sen çözeceksin.

Artık seçimlerde biz de varız diyeceksin.

Artık misafir işçi dönemimiz geride kaldı.

Toplumun tüm katmanlarında varız.

İşçi olarak, mühendis olarak, işveren olarak, akademisyen olarak ve artık politikacı olarak varız.

Yerel seçimlerde seçilecek sıralarda listelere girmek önemli bir aşama.

Ama sadece yerel seçimlerde değil, Eyalet meclislerinde, Federal Mecliste de olmak gerekir.

Eşit şartlarda yarışmak için göçmenlere kota konmalıdır.

Oylarımızı verirken bizi araç olarak gören partilerle, bizi bu toplumun parçası olarak gören partileri ayırmak zorundayız.

Daha dün ‘’Türkler dışarı!”diyerek bizi aşağılayan, dışlayan partilerin göstermelik listelerine kanmamak için dünü unutmamalıyız.

SPD, CDU ile işbirliğinde hep kaybetmiştir.

Hessen’de SPD Genel Merkezinin partisine sahip çıkmamasının bedelini ağır ödemişti.

SPD içinde enerji kartellerine yamanan çirkin politikacıların ilkesizliği CDU’yu tekrar iktidara taşıdı.

Bu bize ders olmalı.

Frankfurt’ta yıllardır CDU-Yeşil ortaklığı göz önüne alınırsa, Frankfurt’ta Yeşillere verilen her oy CDU’ya verilmiş olacaktır. Bunun bilincine varmalıyız.

Ama mutlaka oy vermek için sandığa giderek, mutlaka oyumuzu vicdanımızla baş başa, bizi eşit gören, emeğe saygı duyan, barıştan yana olan partilere vererek siyaseti etkilemeliyiz.

Bu toplumda söz sahibi olmak için, haklarımızı almak için demokrasinin sunduğu bu demokratik hakkı kullanalım.

Bu ülkede yaşamanın tüm yükümlülüklerini getirdikleri halde, AB üyesi olmadıkları için seçme ve seçilme hakkı verilmeyen göçmenler için uğraş verecek kişileri seçelim.

Bizi tanıyanları, bizim gibi düşünenleri, bizim temsilcilerimizi seçelim.

Irkçı düşünmeden, ırkçılara karşı durarak. Kendimize saygı duyarak.

Oyumuzun değerini bilerek.

Bu toplumun saygın bireyleri olmanın bilinciyle.

Mutlaka sandığa gidelim.

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.