ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ (IV)

ABONE OL
18:46 - 01/10/2020 18:46
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bir insana, onun sorunlarına ve sıkıntılarına odaklanarak ikna olabileceği bir bilgiyle çözüm arayışı için çaba harcanıyorsa, onun gelişimi için kendisinin de yeterli bulabileceği bir zaman ve emek veriliyorsa, bu gerçek bir sevgi ve değer göstergesidir. Daha fazlasını hak edecek bir tutum içine girmediği halde bunun ötesinde bir sevgi-değer arayışı, “Ben daha fazlasına layığım” anlayışının sonucu olup bir kendini beğenmişlik (kibir ve kapris) göstergesidir. Böyle birinin, sağlıklı ortamlarda aradığı bu büyüklenmeye (kibir) kolay kolay ulaşamayacağı açıktır. Öylesine kibirli ve kaprisli davranmaktadır ki ona gösterilen sevgi-değer ona asla yetmeyecek, sık sık o bu yüzden ortam değiştirecek ve hep daha fazlasını bulabileceği atmosferler arayacaktır.

40 Mümin: 56-“Allah’ın mesajları konusunda sağlam hiçbir delile dayanmadıkları halde polemiğe girenlerin içlerinde hiçbir zaman tatmin olamayacakları küstahça bir kendini beğenmişlik (kibir duygusun/ kuruntusun)dan başka bir şey yoktur. (Bir kendini beğenmişlik vardır ki buna asla ulaşamazlar/ (bununla) asla tatmin olamazlar.) Böyle bir durumda sen Allah’a sığın! Çünkü her şeyi işiten, her şeyi gören yalnız O’dur!”

Böyle birinin duygularının doyurulması, hem kendisi hem çevresindeki insanlar açısından mümkün değildir. O, bulunduğu ortamda insanları huzurlu ve mutlu kılacak değerlerin hakim kılınmasıyla doğrudan ilgili değildir. Bazen düşünsel olarak böyle bir söylem içinde olsa da yürekten bunu yapmadığı için onu bunlar tatmin etmez. Onu ancak kendisine ilgi gösterici, takdir (beğeni ve değer verici) ve taltif (ödüllendirici) edici, övücü ve gururunu okşayıcı tutum ve davranışlar mutlu edecektir. Ne yazık ki ahlaki erdemler, sözde kalacak ve onu tatmin etmeyecektir.

Ha bire alkış bekleyen, alkış alamaz ise kendi içinden çıldıran bir kişilik doğal bir yaşam sürmez. Yanlışlarından dolayı uyarılınca kendini kaybeden kişilik; yanılmazlığına, sorgulanmazlığına, dokunulmazlığına, eleştirilemezliğine, kutsallığına muhataplarını inandırmaya çalışmaktadır.

Ciddi yanlışlara, batağa, tehlikelere düşmesinden endişe ettiğiniz dostunuzu yaşayacağı belalardan dolayı önce uyarırsınız, geri dönüş görmezseniz önceki uyarılarınızı hatırlatırsınız. Bu uyarılar ve hatırlatmalardan çoğu kişi memnun olmaz. Tekrarlanan uyarılar ve hatırlatmalar, muhataplarınız tarafından eleştiri olarak anlaşılmaktadır. Gerçekte de yanlış yapanı yanlışları konusunda uyarmak, onu eleştirmektir. Önce onun söz ve davranışlarının yanlışlığını, ona yansıyacak sakıncalarını ortaya koymak ve sonra eğer böyle devam ederse onu ileride kötü sonuçların beklediği dile getirmek, eleştirel yaklaşmaktır.

Sıradan uyarılara bile tahammül edemeyenler, daha ağır eleştirilere muhatap olurlar. Bu uyarılar, uyaran kişiyle iç içe olmak istemeyeni pek etkilemez. Uyarılara kulak asmadığı halde uyarana yakınmış gibi görüntü veren kişi eleştirilerden çok fazla etkilenecek, mesajın yumuşatılmasını, bu denli sert mesajlar verilmemesini isteyecek, pazarlık yapmaya çalışacak, uzlaşmanın yollarını arayacak ve böylece farkına varmadan, kendi içgüdüsel eğilimleri uğruna ilahi mesajın işletilmesinde bozulmalara yol açacaktır. Böyle biri sorumlu davranmadığı, yorulmadığı, emek vermediği halde pastanın peşine düşmüş kişinin izlenimi verecektir. Sorumlu davranan hiçbir elçi ve mümin, ilahi mesajdan asla taviz vermez.

“Onlar, senin kendilerine yaranmanı (yağlaşmanı/uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı (yağlaşacaklardı).” (68Kalem: 9)

Eğer elçilerin muhatapları kendi kişiliklerini, karakterlerini pek fazla kirletmedilerse ilahi uyarılar onlara pek ağır gelmemiştir. İlahi din, adeta onların üzerine dikilmiş elbise gibi tam oturmuştur. Bozuk karakterlere ise bu ilahi giysi, ya bol veya dar gelmiştir. Muhatapları, kalıplarını bu giysiye uydurmak yerine, ilahi giysiyi ya kesip küçültmek veya ek yamalarla büyütmek istemişlerdir.

Kişinin bozuk karakterli olması, ya sorumsuzca veya türetilmiş dar kalıplar içinde yaşaması sonucu meydana gelmektedir. Bir insan düşünün ki ilahi mesajla karşılaşıncaya kadar başıboş yaşamış; hoşuna ne gidiyorsa, kolayına ne geliyorsa onu yapmıştır. Doğru ve yararlı olanı gözetmek yerine hoşuna giden yemeği yemiş ve içkiyi içmiş, hoşuna gitmeyen beslenme tarzından kaçınmıştır. Hoşuna gidenle dost olmuş, kendisini eğlendirmeyen kişilerden kaçınmıştır. Hoşuna gideni giymiş, hoşuna gitmeyen giyim tarzından uzak durmuştur. Hoşuna gideni izlemiş, hoşuna gideni dinlemiş, hayatını eğlencelerle, espri-şakalarla geçirmiştir. Canı ne zaman istiyorsa o zaman yatmış, canı ne zaman istiyorsa o zaman kalkmıştır. Çok çok mecbur olmadıkça doğru ve yararlı işler yapmamıştır. Sık sık zor olandan kaçınmış, kolay olana koşmuştur.

Kısaca onun yaşamında ahlaki sınırlamalar ve insani sorumluluklar sık sık askıya alınmıştır. O ister kendi durumundan memnun olsun, ister olmasın gerçek budur. Böyle biri, ilahi mesajla karşılaşınca, açıktır ki ahlaki sınırlamalar ve insani sorumluluklar ona ağır gelecektir. Böyle biri, fırsat buldukça bunlardan kaçınacak, önceki hayatındaki alışkanlıklarını sürdürmek isteyecektir. İnsani ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmeyince insanların ona olan güveni, sevgisi, saygısı azalacaktır. Bu, onu üzecektir. Sorumluluklarla ilgili uyarıların dozu arttıkça bu uyarılardan rahatsız olacak, uyaran kişilere öfkelenecek, belki kin duyacaktır. Kendisinin idare edilmesini isteyecek ve üslubu, kendisine malzeme olarak kullanacaktır.

“Allah muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir.” (29Ankebut: 11)

“O, itikadi konularda, Nuh’a emrettiğini -ve sana (ey Muhammed,) vahiy aracılığıyla öğrettiğimizi ve aynı zamanda İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimizi- sizin için de dini ilkeler olarak uygun gördü. Dini ilkeleri yürürlükte tutun ve o konuda grup grup olmayın. Ancak onları kendisine davet ettiğin şey, çoktanrıcılara ağır geldi. Allah dileyen herkesi kendine seçer ve O’na yönelenleri doğru yola ulaştırır.” (42Şura: 13)

“Onlara Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: “Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.” (10Yunus: 71)

Eleştiri kültürünü, kavga ve savaş gibi ölüm kalım meselesi olarak algılayanlar, insanların değerlendirmelerini çok fazla dikkate almaktadırlar. Birilerinin yanında hatalarının çıkmasını kendi bitişleri, tükenişleri olarak görmektedirler. Onur ve itibarı, dürüst ve erdemli yaşamakta değil birilerinin ilgisine bağlamaktadırlar.

“Öyle kişiler ki onlar (münafık ikiyüzlüler), müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar ediniyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.” (4Nisa: 139)

“Allah, Kitap’ta size şunu da indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka söze dalıncaya kadar, onlarla birlikte oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (4Nisa: 140)

Çirkefliklerin, yalanların ve iftiraların egemen olduğu bir ortamda tepkisiz kalmak, ya dalıp gitmekten veya duyarsız ve sorumsuz davranmaktan kaynaklanmaktadır.

Tepkisiz, duyarsız ve sorumsuz yaşam sürenlerin ortamda var olup olmadıkları, doğrudan bir şeyler onları rahatsız etmedikçe hissedilmemektedir. Dört mevsime alışık olmayan kişi, tek mevsimlik yaşayan biri diğer mevsimlerin rüzgârına, yağmuruna ve karına dayanamaz. Bilmez ki farklı iklim koşullarında kendisi daha da güçlenecektir.

Takdir ve tenkit, ödül ve ceza kişinin gelişiminde önemli role sahiptirler. Birey ahlaki gelişimini; iyiyi kötüden ayırt edebildiği, bu ayrıma uygun davranabildiği, erdemli davranışlarda onur duygusu ve değerlere ters düşme durumunda utanç duyma eğilimi içine girebildiği ölçüde sürdürür. Bu gelişime uygun adımlar, çevreden de takdir toplar. O, çevreden takdir toplamak için değil doğru ve gereğine inandığı için bunlara uygun davranır. Bunlara aykırı davranma durumunda salt kural çiğnendiği için değil birilerini acıttığı veya acıtacağı için eleştiri alır. Bu eleştirileri görmezden gelmenin, topu taca atmanın, uyarıları çarpıtmanın, gurur veya kapris yapmanın sorun oluşturması nedeni, salt körlükten, sağırlıktan ve sorumsuzluktan dolayı değil aynı acıların tekrar yaşanacağı endişesinden kaynaklanmaktadır.

“Siz ey inanlar! Eğer Allah(ın davasın)a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.” (47Muhammed: 7)

“Siz ey inanlar! İçinizden kim dininden geri dönerse, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir lütfüdür, onu layık olana verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (5Maide: 54)

Kendi eksikliklerinin, yanlışlarının ve yanılgılarının farkında olan ve sorumlu davranma yoluna giden biri büyük ölçüde eleştiri sorunu yaşamaz. Görene artık neyi göstereceksiniz ki! Öz eleştiri yapabilen biri eleştiri boyutunu aşmış olmalıdır.

“Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar düzeltici (salih) bir işi (ameli) bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (9Tevbe: 102)

İstisnai durumlarda sorumlu davranmakla birlikte eleştiri dozajının hafifletilmesi, dönemsel ve belli koşullara bağlıdır. Savaş gibi son derece hassas davranılması gereken ortamlarda ve ne yapacağı belli olmayan Firavun gibi bir zorbanın yanında üslup değişikliği, daha büyük zararlara neden olmamak için insani bir durumdur.

“Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlara da danış. Bir kez karar verdin mi de artık Allah’a güvenip dayan. Allah, güvenip dayananları sever.” (3Al-i İmran: 159)

“İkiniz birlikte doğruca Firavun’a gidin; çünkü o gerçekten her türlü ölçüyü aşmış bulunuyor! Ama onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki aklını başına toplar yahut (böylece, en azından kendisine) gözdağı verilmiş olur. Dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’ ya da ‘azgın davranmasından’ korkuyoruz.” (20Taha: 43-45)

Eleştiriye asla izin verilmeyen toplumlarda gelişme ve ilerleme olanaksızdır. Orada sorgulanamazlar ve sorgulayamazlar vardır, putlaştırılanlarla putlaştıranlar vardır, ilahlaşmak isteyenlerle köleleştirilmek istenenler vardır. Yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin üstü örtülü, haksızlık yapanların yaptıkları yanına kâr kalır. Ortalık yüksek kompleksli ve yüksek kaprisli insanlardan geçilmez. İnsanlar ya karınlarından konuşur veya inanmadıklarını söylerler. İkiyüzlü ve maskeli yaşam normal bir yaşam olarak görülür. Dedikodular ayyuka çıkar. Açık sözlü, açık yürekli, içten ve dürüst tutum ve davranışlar ender görülür.

Durup dururken uyarı ve eleştiri olmaz. Bunlar işler ters gitmeye başlayınca, birileri duyarsız, tepkisiz ve sorumsuzlukta ileri gidince uyarılar mecburi hale gelir. Gerçekte sorgulamak, denetlemek ve eleştirmek birbirlerini izleyen toplumsal sorumluluklardır. Sorgulamak bir hakikat arayışıdır. Yanlış söz ve davranışlara karşı eleştiri niteliğindedir. Bir kişi kendini eleştirebilir ya da çevresini eleştirebilir. Herkes yeri gelince ikisini de yapmalıdır.

İnsanlar hem kendilerine hem de çevrelerine karşı duyarlı olmalı; bu duyarlılıkla yanlışları düzeltme, onarma, kötüyü iyi etme amacı taşımalıdırlar. Kendini ve çevreyi denetleme hareketi dengeli bir harekettir; kişinin hem kendi içinde yenilenmesini hem de çevresini yenilemesini sağlar. Ancak bu denge bozulduğunda yenileme değil bozma, iyileşme değil bozulma ortaya çıkabilir. Örneğin kişinin kendinden çok çevreyi denetlemesi normal bir davranış değildir.

“Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2Bakara: 44)

Kendisinden çok çevreyi denetleyenlerin niyeti çoğu kez saf değildir. Bu kişiler özellikle çevrenin kendilerine karşı olan tepki ve tutumlarına çok önem verirler. Hatta tetikte beklerler. Çevrenin kendileriyle ilgili en küçük değerlendirmesi bile onlarda başkalarında görülmeyen derin etkilere neden olur. Çevrelerinde olup bitenlere karşı bu denli duyarlı olanlar, çevrenin kendileriyle ilgili duyarlıklarında bir pire için bir yorganı yakabilirler. Bu tür insanlar genellikle kendilerini korumaya alan insanlardır. Kendilerini sandıkların içine koymuş, sonra kapağını kapatmış, üzerini de çeşit çeşit dantellerle süslemişlerdir. O sandıklara dokunulması hiç hoşlarına gitmez. Aman danteller bozulmasın ve o kapak açılmasın! Sandığın içinden pis kokuların gelmesi onları rahatsız etmez. O kokuların üzerini çeşitli parfümlerle kapatmaya çalışırlar. Bunlar bencil insanlardır. Çevrenin yaptığı yanlışlara karşı duyarlıdırlar ancak kendileri eleştirilmekten hiç hoşlanmazlar. Kendilerine karşı yapılacak küçük bir hatayı bile affetmez, hemen diklenir ve çok sert tepki verirler. Eğer çevrenin yaptığı hata kendilerine karşı değil de genel bir konuyla ilgiliyse, onu gündeme getirmeyi gereksiz bulurlar ama unutmazlar da. Yapılan hataları gözler, bir yere kaydeder ve onları çıkarmak için uygun ortam beklerler. Biri onları eleştirirse, önce hatalarına bahaneler getirirler bir sürü niyetler ortaya sürerler. Bu aynı pis kokuları örtmek için parfüm sıkmaya benzer. Eğer karşı taraf vazgeçmez ve uyarılarına devam ederse, onun hatalarından gözleyip saklayıp bir kenara kaydettiklerini bir bir ortaya çıkarmaya başlarlar. “Bana bunu diyorsun ama geçenlerde sen de şunu yapmıştın…” Burada amaç düzeltmek değil intikam almaktır. Sen benimle uğraşırsan ben de seninle uğraşırım mantığıyla gözdağı vermektir. Bu yaptıkları ne kendi işlerine yarar ne de karşı tarafın işine yarar. Sadece bozarlar, yapmazlar… Yeter ki kendilerine bir laf gelmesin… İşte tüm amaç budur. Amaç düzeltmek, yapmak, yenileştirmek, bozuklukları tamir etmek değildir.

Bu tip insanların böyle olmalarının nedeni salt bu sergiledikleri davranışlar değildir. Onlar sadece işin görünen yüzüdür. Asıl neden vicdan mekanizmasının çalışmasına engel olmaktır. Bir insan içinde sürekli vicdan muhasebesini yapıyor, yaptıklarını gözden geçiriyor ve içinde bir düzeltim işine girişiyorsa insanların onu eleştirmesinden rahatsızlık duymaz. Çünkü kendi içinde o zaten defalarca kendini eleştiriyor ve alternatif çözüm yolları arıyordur. Kendisinin göremediğini başkasının göstermesi, tersine onu memnun eder. Düşünür ki, eğer o da göstermeseydi kendisinin bunu görmesi ve düzeltmesi mümkün olmayacaktı ve ilerde kim bilir kendisine nelere mal olacaktı veya şimdiye kadar ondan neler götürdü?

“Aman çevre beni uyarmasın” diye tetikte bekleyenler, buna o kadar çok odaklanmışlardır ki bu durum onları kendilerine karşı kör etmiştir. Onlar rahat ve doğal yaşasalar zaten kendi içlerindeki vicdan mekanizması otomatik olarak düzenine devam eder ve onlar da hem kendilerini hem de çevrelerini düzeltme fırsatı bulabilirler.

İlahi kültürde eleştiri insan yaşamında olağan bir durumdur. Eleştirinin olağan olması, herkesin her zaman her yerde ve her olayda eleştirileceği anlamına gelmez. Sorunsuz bir hayat olmayacağına göre, anlaşmazlıklar ve sıkıntılar nasıl ki hayatın doğal bir parçası ise ıslah çabaları da hayatın bir parçası olacaktır. Ayrıca insanın yapıp ettiklerinin ve ürettiklerinin düzeltilmesi ve daha iyisinin ortaya konması her zaman mümkündür.

Bitti

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.