EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER ( I)

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İzmir/Smyrna

Anadolu toprakları, çok zengin kültürleri bünyesinde barından topraklardır. Sadece kültür değil, tarih ve coğrafi özellikler açısından da kıymet biçilmez güzelliktedir.

Putperestlerin, Hristiyanların, Müslümanların kültür değerlerini bu topraklarda bulmak mümkündür. Önce Paganlar, sonra da her üç inancın mensupları bu topraklarda medeniyetler kurmuşlardır.

Türk Eğitim Derneği bu sene (2016) Asya Havarisi diye tanınan Havari Yuhanna’nın izini sürecek.  Hristiyanlığın doğuşu ile ilgili bilgilerin serüvenini takip edecek. Yuhanna Yeni Ahit’teki vahiylerinde sadece ahlaki öğütler vermiyor; dünyanın sonu, mahşer günü gibi kavramlardan da söz ediyor. Ayrıca bu kitapta kendilerine mesajlar yollanan yedi kiliselerden bahsediyor. Hıristiyanlığın ilk kiliseleri olarak kabul gören bu yedi kilise Anadolu topraklarındadır. Türkiye sınırları içindedir. Yedi Kollu Şamdan aslında bir Musevî simgesi olmakla birlikte burada Küçük Asya’nın yedi kilisesini, yedi yıldız da bu kiliselerin meleklerini ya da daha somut bir ifadeyle kiliselerin rahiplerini belirtir. Hz. İsa, Havari Yuhanna’ya görünür ve bu yedi kiliseye iletilmek üzere “mesajlar” verir. Yedi Kiliseye yedi mektup. Hristiyan dünyası Anadolu’yu hiçbir zaman unutmamıştır. 7 Kilise onlar için çok şeyler ifade etmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika’nın Türkiye sözkonusu olunca hemen bir araya gelivermeleri tesadüfi değildir.

Türk Eğitim Derneği’nin, “Kültür Gezisi“ adıyla yapageldiği gezilerin bu seneki güzergahı 7 kiliselerinde içinde bulunduğu Ege ve Akdeniz Bölgesidir. Bu geziyi önemli kılan, bu bölgelerde hem Pagan kültüründen hem Hristiyan kültüründen hem de İslam kültüründen eserlerin bir arada bulunuyor olmasıdır. Sonraki gelenle önceki gelenlerin eserlerini yerle bir etmesine rağmen, Sunaklar, Sinagoglar, Kiliseler, Camiler, Kervansaraylar ve köprüleri yıkanlara inat hâlâ ayakta olanlar var. Öyle ki, bazen de yanyana olanlar var. Yirmibirinci Asrın modern(!) insanına medeniyet nasıl bir şeymiş lisan-ı hal ile anlatıyorlar, haykırıyorlar. Biz sesi duyduk ve o sesin geldiği yöne doğru dümen kırdık.

İzmir’e, İstanbul aktarmalı olarak uçtuk. Her zaman olduğu gibi bu sene de yine Tük Hava Yollarını tercih ettik. Aslında pahalı bir şirket. Biraz konfor var diye tercih ediyoruz. Şehirler arasındaki bağlantılarının da tercihimizde dahli var elbet. İstanbul’dan aktarma olacağız. Rutinimiz, İstanbul’a indikten sonra, pasaport kontrolünden geçer geçmez iç hatlara geçmeden önce lavaboya gitmek, para bozdurmak ve simit yemektir. Yine öyle yaptık.

Sebahattin geziyi ölümsüzleştirmek için daha havaalanında deklanşöre basmaya başladı. Bu gezide Hureyre ve Gülseren’de fotoğraf çekmekle görevlendirilenlerden. Grup başkanları Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık.

Adnan menderes Havaalanındayız. Tur Şirketinin sorumlusu Emin Oruç ve kaptan Sezgin Koparan karşıladı. Hoşbeşten sonra hemen otobüse bindik, durmak yasakmış orada. Baktık Sebahattin yok. Valizi gelmemiş. İşlemler için bir süre bekledik. Gerekli prosedür tamamlandı ve yolumuza devam ettik. Arkadan valizler Kaldığımız otele gelecekti. Otelimiz kordonda.

Emin vakit geçirmeden başladı İzmir hakkında genel bilgileri vermeye; “İzmir Türkiye’nin en kalabalık üçüncü şehridir.  Nüfusu yaklaşık 4.279.677 dir (2017). Denize kıyısı olan bir şehirdir. Sahil boyunca palmiye ve hurma ağaçları ve geniş caddeleri bulunmaktadır. İzmir Limanı Türkiye’nin en büyük yedinci limanıdır. İzmir ünlü ozan Homeros’un doğduğu şehirdir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Bugün Agora/ çarşı kalıntılarını görmek hâlâ mümkündür. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar ve onların destekçileri buradan denize dökülmüştür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı buradan gelmiştir. Antik dönemdeki ismi Smyrnadır.  Şehir ilk defa Bornova’da kurulmuştur.”

Asansör

Geziye Asansörden başladık. Tarihi önemi olan bir yapı. 58 m yükseklikte olan Mithat Paşa Caddesi ile, Şehit Nihat Bey Caddesi’nin arasında ulaşımı kolaylaştırmak için yapılmış. Musevi iş adamı “Nesim Levi (Bayraklıoğlu)” tarafından yaptırılmış. Asansör kulesinin taşları Marsilya’dan getirtilmiş. İnşaatı 1907’de tamamlanmış. Geliri 1942 yılına kadar Karataş Musevi Hastanesi’nin giderlerini karşılamak için kullanılmış. Günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından eğlence, kültür ve dinlenme mekânı olarak kullanılıyormuş. Rehberimiz Emin Oruç böyle anlattı. Deniz ayağımızın altında. Muazzam bir manzara. Varyanttan aşağıya döne döne iniyoruz. Bilmem ki bu benim kaçıncı dönüşümdür. Dört sene buyunca Şemikler’den Arap Deresi’ne her gün gidip geldim. İlahiyat Fakültesi Arap Deresi’ndedir.

Konak meydanı

Saat kulesinin önündeyiz. Mimar Raymond Charles Pere tarafından yapılmış (1901-1904). Saati, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. Yapının üzerinde bulunan Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler Osmanlı düşmanları tarafından kaldırılmış. Sanatın Cumhuriyetle birlikte başladığı hissi uyandırılmak istenmiş. Tarihi katletmişler. İzmir’e ayak basar basmaz içimiz cız etti. Düşmanlığın bu kadarı da fazla dedik. Türkiye dışında yaşıyorsanız, Türkiye’nin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. Türkiye’de yaşayanlar denizdeki balık gibidirler, denizin kıymeti denizden dışarı çıkınca anlaşılır.

Saat Kulesi’nin hemen yanında bulunan Konak Yalı Camii ise İzmir’in en zarif camileri arasındaymış. Klasik Osmanlı mimari üslubunda yapılmış. 1754’te aynı yerde bulunan Ayşe Hanım Medresesi için yaptırılmış bir ibadet yeri. Muhteşem firuze çini süslemeleri ve sekizgen planıyla görenleri kendine hayran bırakıyor. Fotoğraf çekmek için verilen süre 10 dakika. Meydandan ayrıldık.

Kızlarağası Hanı

Konak meydanında aldığımız negatif enerjinin kaybolması için, başladık Emin’in peşinden yürümeye. Yorgunluk kahvesi içeceğiz. Hedef Kızlarağası Hanı. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz alışık olmadığımız uğultu biçimindeki sesler karşıladı bizi. Dükkanlar yanyana ve karşı karşıya dizilmiş. Ne ararsan var handa. Bir uğultudur gidiyor, kimin ne dediği belli değil. Han 1744 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış. Kemeraltında bulunan en eski yapılardan biriymiş. Zamanında alt katı alışveriş, üst katı da konaklama için kullanılırmış. Hediyelik eşya alacaksanız ve kömürde pişirilmiş fincanda kahve içecekseniz tercih edeceğiniz önemli bir adres.

Şark köşesi biçiminde dizayn edilmiş bir mekâna oturduk, hanın sonunda. Kahvelerimizi yudumluyoruz. Hele eşiniz yanınızdaysa o küçücük sandalyelerde diz dize, göz göze içtiğiniz o kahvenin verdiği haz anlatılamaz.  Eşim fincanda kahve nasıl pişiriliyor onu öğrenmek istedi. Kahve sahibinden rica ettik, kırmadılar bizi, ocağa davet edildiler eşim ve Zeynep hanım. Kahvenin fincanda nasıl pişirildiğini sorular sorarak öğrendiler orada. Öğrendiler öğrenmesine de uygulama alanı olmadığı için sadece kahve kültürü bilgisi olarak kaldı belleklerinde. Gezimizin amacı da bu değil mi zaten.

Kahveden sonra, Emin serbest zaman verdi. O dükkân senin bu dükkân benim anlayışıyla dükkanlar dolaşıldı, alışverişler yapıldı. Akşam namazını Hisar Camiinde kıldık. Öğrencilik yıllarımı hatırladım. 4 senem geçti bu güzelim İzmir’de. Kemeraltı çarşısında dolaşırdık. Nuri Aysan abimizin o küçücük konfeksiyon dükkanında toplanır sohbet ederdik.  O günlerimi hatırladım, filim şeridi gibi geçti gözümün önünden.

Eşim Türk Eğitim Derneği’nde el işleri dersi verdiği için işine yarayacak iplik, boncuk cinsi şeylerin peşindeydi. Bulmuştu da, alınacakları alınmış. Bunları hediyelik eşya şekline dönüştürürsek şu kadar gelir elde ederiz diye hesaplar yapıyorlar Zeynep hanımla…Bari gezide bırakın dernek işini değilmi…Böylesine tutku ile yapılan kamu hizmetine amel-i salih denir. Yaratılmışların barış ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla yapılan çalışmanın adıdır amel-i salih. Allah’ın kullarından istediği önemli bir amel. Sahibini ebedi mutluluğa erdirecek bir çalışma.

Nihayet otelimize gelebildik. Odalarımıza yerleştik. Kordon boyu, gelsinler de volta atsınlarlar diye bizleri bekliyor, özlemiş. Bekletmek olmaz. Bir aşağı bir yukarı başladık yürümeye, denizin o kokusunu özlemişim. Arkadaşlar kokuyu yadırgadılar, pis dediler, çok pis dediler. Ben içime çektim o pis denilen havayı…Mazi canlanıverdi belleğimde. Kim bilir kaç yıldan beridir bizi bekliyordu o kaldırım taşları. Unutmamış bizleri. Yürüdük ve yürüdük. Fazla da gecikmememiz gerektiği için ister istemez ayrıldık kordondan. Akşam yemeğini otelin dışında güzel bir restoranda yedik. Yemekten sonra herkes kendi programını uyguladı. Bazı arkadaşlarımız akrabalarıyla gezmeyi yeğledi, bazıları kordonda volta atmaya devam etti, bazı arkadaşlarımız ise istirahate çekildi. Biz eşimle genç aşıklar gibi elele tutuşarak kaldığımız yerden kordan boyunca yürümeyi tercih ettik. Ne sıkıntılar çekmiştik öğrenciliğimiz yıllarında İzmir’de. Onları konuştuk. Sanki o günleri tekrar yaşadık, keşke yaşamasaydık acılarımız depreşti. Gezinin büyüsü bozuluverdi birden. Gözlerimizden birer ikişer damla yaş yanaklarımızı okşayarak akıyordu aşağı doğru. O ekmek alacak parayı zor bulduğumuz günler geldi aklımıza. Oğlum Zülfikar çok küçüktü o zamanlar, ona oyuncak da alamıyorduk. Kemeraltına defalarca gidiyordu eşim belki ucuz ama gösterişli bir çocuk elbisesi, ayakkabısı bulabilirim diye. İş aradım bulamadım. İmamlık imtihanına girdim, kazandırılmadım, Kur’an okuması bile sıkıntılı olan bir arkadaşım kazandırıldı. Biraz Kur’an okumasını bilen o arkadaşımın arkasında namaz kılmaz. Ve o günden sonra imamlıktan buz gibi soğudum. Liyakat bu meslekte de işe yaramayacaksa ne diye din tahsili yapayım dedim.  Tam o anda, çocuklarımı İmam-Hatip Lisesi’nde okutmamaya karar verdim. Ben İmam-Hatip Lisesi’ne kaydolduğum günden itibaren hayatımı hep kendim kazandım. Bu sefer olmadı. Geçim sıkıntım başladı. Velhasıl İzmir’de yaşamak bize göre değilmiş. Eşim ve oğlum Denizli’ye döndü bir senenin sonunda. İşte bu acı hatıralar içimizi acıttı. Ve otele döndük…Dönüş yolunda ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu…Otelde, birbirimize sarılarak ağlamak bizi rahatlatmıştı. Sabaha kadar gözümüze uyku girmedi desem mübalağa etmiş olmam.

Sabah Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık otobüste yerlerini almışlar. Görev aşkı. Hareket için verilen saatten geç gelenlere 5 lira ceza kesecekler, ama bekledikleri gibi olmadı, ceza kesemediler. Ben biliyorum ki daha ilk günden ceza kesmek istemediler. Hoşgörüye dayanan bir uygulama. İstikamet Agora. Benim öğrenciliğim zamanında bakımsız bir halde olan, sarhoş yatağı olarak bilinen Agora tertemiz bir yer olmuş. Kazı çalışmaları 1996-2006 yılları arasında yapılmış.

Rehberimiz Emin anlatıyor

“Agora etimolojik olarak şehir meydanı, çarşı, pazar yeri demektir. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir’in Namazgâh semtinde bulunan Agora, Roma Dönemi’nden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir. İzmir agorası İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanıdır. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmaktadır. Burada yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılındaki İzmir depreminde kente yardım edenler hakkında bilgiler vermektedir. Smyrna Agorası’nın altyapısında birçok su kanalı vardır ve bunlardan ikisi şurada gördüğünüz gibi hala işler vaziyettedir. Kent ve yerleşim yerinde pınarlar da bulunur. Roma döneminde, pınarlardan akan suyu kentin aşağı mahallelerine veya suyun az olduğu mahallelere ulaştırmak üzere kanallar yapılmıştır.”

Devam edecek

Rüştü Kam
Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.