DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDA – II – YENİ ZELANDA

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDA – II –  YENİ ZELANDA 



Yaklaşık iki hafta Avustralya’da turladıktan sonra Brisbane üzerinden yaklaşık beş bin kilometre daha uçarak bu kez Yeni Zelanda’ya geldik. Auckland hava limanınına indiğimizde son derece güler yüzlü polisler bizi karşıladı. Avustralya’da adım “Ahmet” diye yapılan “özel muamele” burada yapılmadı, pasaportum özel kontrolden geçmedi. Yine son derece güler yüzlü çalışanlardan rezerve yaptırdığım kiralık cipimi teslim alıp, otelimizin yolunu tuttuk. 
Size kısaca bu ülkeyi bu kenti tanıtmak istiyorum…  
Yeni Zelanda Kuzey ve Güney adası olmak üzere iki ana büyük adadan oluşuyor. Yaklaşık 4,5 milyon nüfuslu ülkenin bence İstanbul’u diyebileceğim Auckland’ta 1,4  milyon insan yaşıyor. Ülkenin yaklaşık olarak üçte biri sadece bir kentte yaşarken başkent Wellington’da sadece 190 bin kişi yaşıyor. Yabancılar genelde İstanbul’u Türkiye’nin başkenti bildikleri gibi, bu ülkeyi tanımayanlar da genelde Auckland’ı başkent olarak bilirler.  
Bu kent çok kozmopolittik bir yerleşim merkezi, ama tüm kalabalıklığına rağmen kentteki sakinlik, insanlardaki relaks modu gözlerden kaçmıyor. Caddelerde her türlü ırktan insan görebiliyorsunuz, ama hepsi de Yeni Zelandalı… Burası ırk kavramınını kaldırmış tam bir Dünya devleti ki bu benim çok hoşuma gitti..   
Buranın yerli halkı da tabii beyazlar değil, Maoriler… Bu ülkede Maoriler,  Avustralya’nın yerli halkı Aborjinler’in aksine oldukça kültürlü, politik ve sosyal yaşamda belli yerlere gelmiş insanlar. Yeni Zelandalılar, kendi deyimleriyle “Kiwiler”,   Avustralyalılar’ın hatasına düşmemiş, halkın yüzde 14,9’unu oluşturan Maoriler’in kültürlerini yok etmeye kalkmamış.  Hemen hemen tüm yerleşim birimlerini isimleri yerli halkın diliyle aynen bırakılmış. Yerli halk diğer haklarla çok iyi kaynaşmış.  Devlet Başkanı olarak İngiltere Kraliçesi tarafından atanan bir Genel Vali var ve güzel tarafı da bu bile  Maori kökenli  General Jerry Mateparae. O da son derece mütevazi bir yaşam sürüyor. Polislerin bile silahsız olduğu bu ülkede,  insan kendini gerçekten çok güvende hisediyor.  Anlatılanlara göre, yabancı devlet adamlarının ziyaretlerinde bile yanlarındaki korumaların  silahl taşımasına izin verilmiyormuş.  
Auckland’da  tabii her gittiğimiz yerde olduğu gibi Türk restoranları aradık ve bulduk. “Meze Bar” adlı bir restoranda çok güzel mezeler yerken, adı ne hikmetse Midnight Express (Gece yarısı ekspresi) olan  restoranda da aynı şekilde nefis Türk yemekleri yedik. “Meze Bar” i İspanyolların işlettiği bize söylenirken, Midnight Express’in Türk sahibine biz orada iken maalesef rastlamadık. Fakat bu restoranda garson olarak çalışan Köln’lü Alman  kızının bize anlattığı çalışma izini mücadelesi bize Almanya’daki ilk günlerimizi hatırlattı.    
Bu kentte de Avustralya’nın ve Yeni Zelanda’nın hemen hemen her kentinde olduğu gibi Çanakkale savaşının izlerine rastladık. Kent meydanındaki Çanakkale savaşı resim sergisi, müzeler ve caddelerden mutlaka birine “Anzak Caddesi” adı verilmesi geleneği burada da vardı.  Gezdiğim bir Çanakkale anı ormanında, her tarafta palmiye yapraklarından yapılıp yerlere serpilmiş haçlar dikkatimi çekti. Oradaki bir banka oturup, denizi seyrederken “Vatan, Millet, Kraliçe” deyip  Çanakkale’de yaşamını yitiren gariban Anzak çiftçileri düşündüm…
Bu ülkede doğa güzel, fakat Avustralya ile kıyaslanamaz. Hayvan zenginliği olarak ise genelde inek, koyun olarak gördüm. Maorilerin ilk adaya yerleştiği zamanlarda Ada’ da hiçbir memeli hayvan bulunmazken, şimdi Türkiye’nin üçte biri kadar toprağı olan bu ülkede insan sayısının tam on katı koyun var.  Ada’da yılan ve akrep yok, ama muhteşem kuş türlerine rastladım.  Ada doğa yapısının korunması açısından çok disiplinli bir koruma altında. Ada’ya herhangi bir tohum ya da gıda maddesi, bitkisel ya da hayvansal bir ürün sokmak kesinlikle yasak.  Ülkeye girişlerde en çok bu konularda aramalar yapılıyor. 
Vahşi havyan konusunda ise biraz hüsrana uğradım. Kivilerin doğal yaşam ortamlarında fotoğraflarını çekme hayalim suya düştü. Kiviler sadece gece aktif oldukları için bir milli parkta zifiri karanlıkta çektiğim kivi görüntüleri hiç bir işime yaramadı. Maalesef, yalnızca bu ülkede yaşayan ve ülkenin simgelerinden olan uçamayan bu kuşların yani kivilerin soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Zaten ülkeyi neredeyse İrlanda’ya benzetmişler. Fakat yine de bazı doğal güzellikleri keşfetme fırsatı buldum. Örneğin, ülkenin en büyük ağacı 13,7 metre çapı ve 51 metre yüksekliği ile beni çok etkiledi.  Bizim “Tik Ağacı” dediğimiz bu Kauri ağacı iki bin yıllık bu ağaç yerliler için çk kutsal. Bu ağacın bulunduğu ormana girerken, ayakkabılarımızı dezenfekte etmek zorundaydık. 
Burada ilginç yaşadığım bir olay da sahilde sıcak su kaynakları oldu. Harika sahiliyle ünlü Hahei plajlarının olduğu bölgede gel-git olaylarında deniz çekildiğinde sahilde sıcak su kaynakları ortaya çıkıyor. Bu suyun sıcaklığı altmış dereceye kadar varıyor. Burada herkes elindeki küçük küreklerle kendi havuzunu açıp içine küvete yatarcasına yatıyor. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, bu doğal havuzlardaki sıcak kükürtlü su kemiklere çok iyi geliyormuş.    
Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi filmlerini çekildiği Matamata’daki Hobbiton film stüdyoları da çok ilginçti. Doğrusunu söylemek gerekiyorsa ben bu filmleri orayı gördükten sonra seyretmeye başladım. Filmlerin merkez platosu olan Hobbiton, Yeni Zelanda’nın kuzeyinde, 6 bin nüfuslu Matamata kasabası yakınında. Fantastik diyar Shire aslında, Yeni Zelandalı Russell Alexander’ın  koyunlarını otlattığı 48 dekarlık çiftliği.  Biz gittiğimizde burada dört bin koyun olduğu söylendi.  Vadinin kuytusundaki alana serpiştirilen Hobbit mağaraları, masalsı bacalı kulübeler, yeldeğirmeni, şirin evler, hediyelik eşya mağazaları gidenleri büyülüyor. Bagginsler’in, büyücü Gandalf sayesinde maceraya adım attığı bu topraklarda, Frodo ve arkadaşlarının gecelediği, hatta Yolgezer- Aragorn ile tanıştıkları Green Dragon Inn’e (Yeşil Ejderha Hanı) de uğradık.  Orada filmdeki içeceklerden içtik. Kısacası orada bir film dünyasında unutulmaz bir gün yaşadık..  

Size kısaca Yeni Zelanda’nın yollarından da bahsetmek istiyorum… Burada da hemen hemen hiç otoban yok ve en fazla sürat ise 100 kilometre yapılabiliyor. Burada da direksiyonlar sağda ve yolda soldan gitmeniz gerekiyor. Yollarda Auckland hariç ne bir polis aracı ne de bir trafik kazası gördüm. Ağırlıklı olarak çiftçi ailelerden oluşmasından mıdır nedir ama insanlar çok mütevaziler. Lükse meraklı değiller. Yollarda pek lüks arabalara rastlanmıyor.
New Zealand (Yeni Zelanda)’dan, yani, yerlilerin deyimiyle “Uzun Beyaz Bulutlar ülkesi”’ nden bu kadar. Avustralya ile ilgili olarak olduğu gibi, bu ülke ile ilgili olarak ta diğer izlenimlerimi ajansım için hazırladığım TV gezi haberlerini Türk televizyonlarından izleyebilirsiniz…  

Ahmet İNCEL / AUCKLAND

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.