DÜNYA SANATI VE EDEBİYATIYLA BULUŞAMAMAK

ABONE OL
19:02 - 01/10/2020 19:02
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Duyguları bir araya getirip topladığımızda duyguların hepsi içimizde arı gibidir saf ve temiz. Ancak bazen öyle duygular vardır ki, saf duyguların aksine insanın içini kemiren duygular, keşke yaşadığımız sürece hayata yaşama hep biz saf duygularla bakabilsek, tıpkı Türkiye’de hala dünya kültürüyle, sanatıyla buluşamayan, buluşturamadığımız içinde nice değişimin çağdaşlaşmanın getirisinin yattığı duygular gibi geçmişte kalan. Bu tıkanmışlığı görmek istediğim değişimi. İstanbul’un dünya kültür başkenti olmasının ardından geçen 7,aylık bir zaman da bile görmemek düşündürücü değil mi? Peki bunca zaman ne yapıldı? Görkemli bir açılış konserinden başka? Kültür adına sanat adına, ama yinede burada Fransız kültür merkezini kutlamak isterim, yaptığı önemli çalışmalar ve konferanslar vesilesiyle, kendimde bizzat bulunduğum yaptığım çalışmalarda, çok sayıda önemli etkinliklere yer vermesi güzeldi.

Mart-Mayıs aylarını kapsayan programları bana biraz içimdeki arı duyguların kıpırtısını verdi. Anne Poti’e yönetimindeki bu kültür programları alkışlanacak nitelikteydi, dünyanın birçok ülkesinden gelen şairler yazarlar sanat adamları burada konuştular okurlarla buluştular. Özellikle Fransa’nın önde gelen yazarlarından Sylvıe Germaın ”Her şeye rağmen ülkenizde sanata ilginin bu kadar az olması düşündürücü”açıklaması üzdü beni. Aslında doğru söylüyordu Germaın. Hükümetlerin bile bunca yıl sanata bu kadar duyarsız kalması düşündürücüydü. Dünyanın birçok ülkesinde önemli sanat etkinliklerine festivallerine katıldım, orada elçilik ve konsolosluklarda bile tek faaliyet destek yardım görmedim. Bir ülkenin uluslararası saygınlığı kazanmasında, çağdaş değişim içinde olması adına, sanatçıların ürettikleri eserleriyle mümkün olacağını, sanatçıya verilecek olan değerle mümkün olacağı gerçeğini nedense hala anlamış değiliz. Sanatçı her zaman kanunları yapanlardan ve sisteme hakim olanlardan önce gelir, bu saygınlık bu gün tüm dünyada kendi sanatçısına verdiği değerle gösterilen gösterdiği resmini veren ülkelerde, bariz bir biçimde kendini göstermiyor mu dersiniz? Peki, bizim ülkemizde Türkiye’de neden hala bu önemli gerçeği biz görmemezlikten geliyoruz? Hükümetin demokratik açılım masalı içinde sanatçıları bir araya topladığında, baktığımda, hala sanatın adını açıklayamayan, Vıgtor Hugo anlatımında olduğu gibi”Bir ülkede yalakalık dalkavukluk sanatını bilmek sanatı anlamamanda sana bir getirisi çok olacaktır, ama sonradan yıkımda başlayacaktır”dediği gibi. Orada sanattan anlamayan, bacım edebiyatı yapan, skandal yaşamlarını sanat adına sergileyenler, sesini evde unutmuş hanımlar, yâda gösteriyi sanat olarak kabul eden sanattan bu değerlerden çok uzak kişilerin bir araya geldiği bir açılım toplantısı olduğunu görmek bile, bana Türkiye’de sanatın yalnızlığını açıkça ortaya koymuyor mu? Bu aslında acı hüzün veren bir resimdi bana göre.

İstanbul’un dünya sanatıyla kültürüyle buluşması bir şanstı, ama bu şansı şu ana kadar kullanamadı Türkiye, ses getirmeyen etkinlikler dışında bile. Ama Almanya Essen ve Macaristan Pecse şu ana kadar yaptıkları çalışmalarla çoktan Türkiye’yi geride bıraktılar. Türkiye şu anda içine düştüğü siyasal tıkanmanın yanında, bu kadar önemli bir kültürel buluşmayı nasıl değerlendirir son günlerde bilmiyorum, ama çok önemli bir fırsatı şansı kaçırmadık mı dersiniz.

Türkiye’de sanat edebiyat zaten bana göre çok öksüz kaldı, bunu her zaman her yazımda anlatmaya yazmaya çalıştım. Hala kitap okuma alışkanlığımız bile yok, ama kendilerine üstün hizmet, üstün edebiyatçılar yada falanca dernek kurulunun başkanı adını verip, olmayan bir değerin üstün hizmet, altın hizmet ya da büyük hizmet ödülleri adıyla sıralamak her yıl anlamı olmayan ödüller vermek, bana göre Türk edebiyatına fayda değil zarar vermiyor mu? Sanat edebiyat kültürel değişim adına yapılan her türlü etkinliğin elbette arkasındayım, ama her önüne gelenin kendi imtiyazlılıkları ya da kendine bir biçim vermek adına edebiyat dünyamızda çelişkiler resmine tablo adını vermesi düşündürücü bana göre. Oysa bu gün Anadolu’da çok sayıda değerli sanatçı, şair, ozan, yazar edebiyatçı var, bir şeyler yaratmaya çalışıyorlar, onlara destek vermek önem vermek gerekmiyor mu? Yüzlerce dergi bülten, bugün kapandı ardı ardına, Kültür Bakanlığı hala bu çalışmalara destek olmuyor, oysa bu küçücük yayınları okurlarıyla buluşturmaya çalışan bir avuç edebiyat sevdalısı, başka ülkelerde olsa desteklenir değer verilirdi. İşte buda Türk edebiyatının dünya edebiyatıyla buluşamamasındaki bir kayıp bana göre. Tarihin ortaya koyduğu değerleri biz sahiplenemezsek asla bu değişimi düşünmeyelim. Bir anda 15 şiir kitabı yazıp seyirciye sunmanın siz zevkini yaşayabilirsiniz, ama bunun edebiyatımıza nasıl zarar verdiğini unutmamalıyız. Yüzlerce edebiyat sanat adıyla kurulmuş dernekler var, ama bana göre edebiyatımıza sanatımıza kültürümüze kazandırdığı önemli getirileri var mı derseniz? İşte bu tartışılır elbette, çok duyarlı sanat adamlarımız edebiyatçılarımız var, ama onlarda çalışmalarında çok yalnızlar, ben belki bu dikkati çekmez derim, ama bana göre Türkiye’de. Anadolu edebiyatının sanatının Dünya edebiyatıyla buluşması gerek, Türk edebiyatının önemini ne kadar öksüz bıraktığımızı görmenin zamanı gelmedi mi?

Raıner Marıa Rılke Berlin’de10 Haziran 1929,söylediği bir söz vardı ” Türkiye bana göre dünya edebiyatının tam ortasında yer alacak” şimdi bakıyorum da Marıa Rılke’nin bu sözleri söylediği tarihten günümüze kadar geldiğimiz sonuca ve biz hala oradayız, bir adımda gitmemişiz, Hala Orhan Pamuk’un aldığı NOBEL ödülünü tartışıyoruz, bende bu konuda çok şey konuşmak isterim elbette, ama bunun edebiyatımız adına sıkıntılar getireceğini biliyorum.

Avusturya hala Mozart’ı yad ediyor konuşuyor yaşatıyor. Bizim Mozart gibi dahi bir sanatçımız var mı? Var elbette Zeki Müren, bana göre Türkiye’nin Mozart’ı, ama biz onu çoktan unuttuk bile. Türkiye’de hala şarkı söylemesini bilmeyen ve para vererek dinlemeye bile değer bulmadığım çok sayıda sanatçı var ve hala sanattan edebiyattan kültürel değişimden uzak kalan TV. Programları ve saatlerce TV. Başında bekleyen insanların duygularını satın alıp yapılan kadın programları ve mistik TV dizileri, bunlarla mı Türkiye dünya sanatıyla buluşacak dersiniz? Topluma verilen mesaj, ağla sızla gözyaşı dök, ama beni seyret ben senin duygularını zaten çoktan satın aldım, senaryosunu da senin uyuman ağlaman için yazıyorum demek, işte Türkiye’de sanat bu.

Dünyanın birçok yerinde önemli edebiyat sanat kültür festivalleri var, ama Türkiye neden yok buralarda? Almanya’nın Frankfurt edebiyat fuarı, dünyada çok önemli bir etkinlik, geçen yıllarda Türkiye konuk ülke olarak kabul edildi, ama burada da tanıtım adıyla yapılanlara baktığımızda yine sınıfta kalmadık mı? Ama biz bazen konuşmasını çok iyi beceriyoruz ve ustayız bu konularda, ama sonuçta yapılanların kazanımlar adına getirisi nerede kalıyor? Hala uluslararası bir sanat edebiyat politikamız yok,”Sanata yapılanlardan gelecek adına üzüntü duyuyorum”diyen yılda tüm dünyada 160 konser veren Fazıl say gibi sanatçılara bile istediğin yere git diyebiliyorsak, sonradan gösteriye dönüştürülen masal açılımlarıyla biz sanatımıza edebiyatımıza zarar verdiğimizin farkında değiliz galiba. Kültür Bakanlığına sormam gerekli çok sayıda soru var, ama yine yanıtsız kalacak bunu biliyorum. Yıllardır Türkiye’nin uluslararası alanda tanıtımını yapmak adına hazırladığım önemli konseptimi paylaşacağım bir tek kurum bulamamak bana duygularımın sıcaklığını arı tadında yaşayamamanın verdiği üzüntüyü her zaman hatırlatıyor. Çalmadığım kapı başvurmadığım yer kalmadı.

Birçok ülkenin kullanmak adına hazır olduğu bir çalışmayı ben kendi ülkem adına paylaşamadığım için çok üzüldüm. Gerek Kültür Bakanlığı gerekse diğer tüm kurumlar duyarsız kaldılar, işte benim ülkemde sanata bakışın resmi bu. Biz şimdi asıl değerlerin dışında çok farklı sorunlarla baş başayız, her açıdan tıkanmış siyasal bir çarkın ortasından kurtulamayan Türkiye’de ben bundan sonra Türk edebiyatının sanatının Dünya edebiyatıyla sanatıyla çağdaş değerleriyle buluşacağından umutlu değilim, dilerim yanılan ben olurum.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.