”DÜNYA HEPİMİZİN, İNANCINIZDA SERBESTSİNİZ”

ABONE OL
18:53 - 01/10/2020 18:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

2000 yılından 20006 yılına kadar 10 tane cinayet işlendi. Cinayetlerin özellikle Türklere yönelik olduğu öldürülen insanların kimliklerine bakıldığı zaman rahatlıkla anlaşılıyor. Bu insanlar evlerine götürecekleri bir lokma ekmek parası kazanmak için yollara düşen garibanlardır. Hiçbir günahları yoktur bunların, hiç kimsenin tavuğuna da kış dememişlerdir.

Yine bir gün çocuklarına getirecekleri ekmek parasını kazanmak için evlerinden çıkıyorlar, bu sefer geriye dönmeleri mümkün olmuyor, çıkış o çıkış… Irkçı teröre kurban ediliyorlar. Bu olay demokrasi havarisi olarak kendisini tanıtan bir ülkede oluyor. 12 yıl bu olaylarla ilgili gelişmeler gizli tutuluyor.

Bir gün o ülkeye gerçekten demokrat bir kişi cumhurbaşkanı seçiliyor. O kişi ülkesindeki yabancıların elinden tutuyor, onları bağrına basıyor, onların dinlerini de sahipleniyor. Yabancı dostu bir cumhurbaşkanı. Bu cinayetlerin aydınlatılması için gayret sarfediyor, cinayete kurban giden aileleri makamında ağırlıyor, kucaklaşıyor onlarla, dertlerini dinliyor, acılarını paylaşıyor. Derken bazı çevreler belli ki bu çıkışlardan rahatsızlık duyuyor ve ipini çekiveriyorlar o yabancı dostu, insan hakları aşığı Cumhurbaşkanı’nın.

O cumhurbaşkanı görevinden uzaklaştırılıyor ama, başlattığı programlar iptal edilmiyor. O programlar çeçevesinde kurbanların ailelerinden özür diliyor o ülkenin Başbakanı. Kurbanların anısına, ülkesinde bir dakikalık saygı duruşu bile ilan ediyor. ”Yapılan yanlışlıkların hesabı sorulacaktır” diyor ve bu isteğini kamuoyu ile paylaşıyor o ülkenin Başbakanı. Hatta “Biz tek bir ülke ve tek bir toplumuz” diyebiliyor konuşmasında.
Ancak günah keçisi olarak sağcıları hedef tahtasına koymayı ihmal etmiyor. Bu cinayetleri gerçekten hür iradeleriyle sağcılar mı işledi, yoksa birileri sağcıları bu cinayetlerin işlenmesinde kullandı mı? burası flû. Netleşir mi? O konuda tam olarak net birşey söylemek çok zor.

O ülkedeki ırkçı cinayetleri lanetleme törenlerine kurbanların davet edildiği ülkeden de bir araştırma komisyonu gelir. Biz vatandaşlarımızın yanındayız demek için gelirler, bir dizi toplantıya katılırlar ve kendileri de bir dizi toplantı düzenlerler. Bu çerçevede basın mensuplarıyla da bir toplantı yaparlar. Komisyon başkanı şöyle der: ” Bundan sonra kalıcı adımlar atılmalıdır, şeffaf bir ortam oluşmalıdır, o törende kurbanların anısına 11 tane mum dikilmiştir, 11. mum henüz aydınlatılamamış olan diğer cinayetlerin aydınlatılmasını temenni etmek içindir.

Bu musibeti bizler hayra çevirebiliriz, önyargıları kırmak lazım. Almanya’nın bu insanları, Almanya’nın bir parçası olduğunu kabul etmesi lazımdır. Bu insanlar çok acı çekti, gelin bu insanları birlikte rahatlatalım. Alman siyasetçiler bürokratların gözlüğüyle olaylara bakıyorlar, sürekli geriye bakıyorlar, oysa siyasetçi sürekli geriye baktığı sürece gelecek için önemli adımlar atamaz, cesur kararlar alamaz. Parlementolar güvenlik kurumlarını yeniden gözden geçirmelidirler. Alman vatandaşı da olunsa polisin kötü muamalesine uğramaktan kurtulunmuyor. Dönerci cinayetleri dedikleri bu cinayetler ırkçı terör cinayetleridir. Adını net koymak lazım. Almanya bundan sonra böylesine vahim başka bir ırkçı terör cinayetini kaldıramaz. Kanun çıkartmak fazla önemli değildir, önemli olan o kanunun nasıl uygulanacağıdır. Almanya ile Türkiye iki dost ülkedir, dostların yanlışları bizleri hayal kırıklığına uğratıyor.

Acıları para vermekle gideremezsiniz. Bana Alman Araştırma Komisyonu Başkanı, Alman Anayasası’nı verdi. Orada, insan haklarından, kişilik haklarından, inanç hürriyetinden bahsediyor. Orada bu haklar, Almanlar için geçerlidir denmiyor. Bu demektir ki, bu haklar Almanya’da yaşayan herkes için geçerlidir. Bizim istediğimiz de bunlardır. Biz sizden çok şey istemiyoruz, Anayasanızda yazanları uygulayın yeter.”

Anlamlı ve kucaklayıcı bir konuşma. Ancak alkışlanır.

Gauck

Bu programlar çerçevesinde, bütün partilerin üzerinde uzlaştıkları, Almanya’nın yeni Cumhurbaşkanı olacak olan sayın Gauck’u da dinleme fırsatımız oldu. Sayın Wulf’un yerini doldurabilecek gibi görünmüyor. Önümüzdeki günlerde göreceğiz, yabancıları ne kadar kucaklıyor, ne kadar demokrat, değişik dini inançlara olan hoşgörüsü ne kadar… Mesela ”İslâm Almanya’nın bir parçasıdır” diyebilecek mi? Devlette devamlılık esastır düşüncesinden harketle yola çıkarsak, müslümanlar haklı bir beklenti içine girebilirler.

Fetih 1453

Benim hoşuma gitti. Gerçekten güzel bir film. Doyurucu. Gençlerin mutlaka gidip seyretmelerini tavsiye ederim. İnsanları hep Hollywood filmleri sürüklüyor peşinden. Türk Tarihinde o kadar sahneye koyacak güzellikler var ki, bitirilmesi mümkün değil. Faruk Aksoy gibi insanları alkışlamak lazım. Eksiklikleri varsa bile anlayışla karşılayıp, ilerde daha güzellerini yapmaları için destek vermek lazım.
Türk milletini bilerek ve isteyerek tarihinden kopardılar, dolayısıyla nesiller yozlaştı, kendi değerlerine yabancı, yabancı olması yetmiyormuş gibi düşman bir nesil yetişti. Bu nesle kendisini hatırlatmak lazım, kimliğine sahip çıkması gerektiğini hatırlatmak lazım. Bu neslin dindar bir nesil olması ülkenin yararınadır. Dindar insanlardan topluma zarar gelmez. Dindar insanlar toprağın altında hesap vereceklerine inanırlar. Dindar insanlar adil olurlar, dindar insanlar duyarlı olurlar. Bu ifadelerden dindar olmayanlar aksini yaparlar gibi abuk bir anlam çıkarmamak gerekir.

Türk milletinin utanılacak bir tarihi yotur. Övünülecek bir tarihi vardır. Türk tarihi, İslâm tarihi, Selçuklu tarihi ve Osmanlı tarihi övünülecek şeref levhalarıyla doludur. İşte Fetih 1453 filminde bu sahnelerden fazlasıyla var. ”Dünya hepimizin, benden korkmayın, inancınızda serbestsiniz…” Ortaçağın Avrupalılar açısından eskimiş kapısını kapatıp, Yeniçağın kapısını açan Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in Kostantinapolis’te hristiyanlara verdiği güvenceye bakın, bugünün sahte demokratlarının yüzüne tokat gibi inen bir ferman, ”Dünya hepimizin, benden korkmayın, inancınızda serbestsiniz…”.

Avrupa’da yükselen Ortaçağ geleneklerini, ırkçı düşüncelerini, engizisyon mahkemelerini* yeniden sonlandıracak, Yeni Çağ’ın kapısını yeniden açacak bir Fatih’e mi ihtiyaç var dersiniz…?

*Engizisyon; alm. İnquisition, fr. İnquisition, İng. İnquisition. Roma Katolik Kilisesi’nin hristiyanlığı muhafaza etmek ve karşı olanları veya yeni fikirler ortaya atanları cezalandırmak için kurduğu ruhban cemiyeti mahkemeleri. 1183 (h.578) tarihinde kurulmaya başlandı ve 1807 (h. 1222)ye kadar tam altı asır devam etti. İtalya, İspanya, fransa ile diğer Batı Avrupa devletlerinde kurulan bu korkunç mahkemelerde sayısız insanlar, ya din uğruna veya yeni fikirler ortaya koydukları için, haksız yere öldürüldüler, yahut diri diri yakıldılar.
Engizisyon; ortaçağ’da Kilise’nin kurduğu mahkeme. Kilise’nin kral ve derebeylerin çıkarlarına uygun tam bir feodal kurum durumuna gelmesi, kimi din adamları arasında tepkiler ve karşı eleştirilere yol açtı. Papalık eleştiriye geçenleri susturmak için Roma’da, kardinallerden oluşan bir mahkeme kurdu.

Bu mahkeme, Kilise’yi suçlayanları ya afaroz ediyor ya da yakıyordu. Kilise’ye gitmeyenler, din dışı kitap okuyanlar, engizisyon ve Papa’ya karşı konuşanlar çeşitli işkencelerden geçirilirdi. Böylelikle her türlü toplumsal harekete ve bilimsel çalışmaya karşı cephe alınırdı. Suçlanan kişiyi kesinlikle cezalandırmayı amaçlayan sert bir yargılama yapılırdı.

Yalnız İspanya’da 30 bin kişi engizisyon kararlarıyla öldürülmüştür. Engizisyonda yargılanan kişilerin mallarına da Kilise tarafından el konmaktaydı, İspanya’da, 1478′de kurulan ve önceleri kral tarafından yönetilen yargılamalar, 1542′den itibaren Kilise’ye bağlı Kutsal Yönetim Dairesi’nce yapıldı. Binlerce kişi idam edildi, yakıldı; suçlu bulunan ölüler bile mezardan çıkarılarak başları (kafatasları) gövdelerinden ayrıldı. Roma Katolik Kilisesi’nde, bugün bile Engizisyon Dairesi bulunmaktadır.

Büyük Ansiklopedi

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.