DOĞAL AFET Mİ, CİNAYET Mİ?

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

23 Ekim günü Van’da büyük bir deprem yaşandı. Başta Erciş olmak üzere çevre il ve ilçelerde can ve mal kaybına neden oldu. Depremlerde yıkıma uğramak ulusumuzun yazgısı mı? Her felaket sonrası yardım kampanyaları düzenlenmekte, siyasilerimiz yapamayacakları birçok söz vermekteler… Bu yıkımların bir doğal afet olduğunu söyleyerek çaresizliklerini, beceriksizliklerini örtmeye çalışır ilgili ilgisizler.
Bir kez ”doğal afet” sözü yanlış, ”doğa afeti” demek daha doğru. Doğal olan deprem, afetse tamamen insan hatasından olan bir yıkım. Her doğa olayında olduğu gibi depremin de birçok yararı var. Ancak ilkel kafalarla yönetilen yerlerde doğal bir olay, felaket haline gelebiliyor. Son yıllarda ülkemizin neredeyse her yerinde kuvvetli yağışlar sele dönüşmekte. Evler, insanlar, hayvanlar, ağaçlar sularla sürüklenmekte. Köyleri bıraktık, kentler bile yaşanmaz duruma gelmekte. Doğal olayları felakete çevirme konusunda elimize su dökecek başka bir ülke yok sanırım.

Van depremindeki görünüm, daha öncekilerden farksızdı. Yıkılan evler, çaresiz insanlar, beceriksiz yöneticiler, enkazda can çekişen insanlar, bir türlü organize edilemeyen yardımlar, halka güven vermeyen siyasetçiler, afetten servet edinmeye çalışan insansı canlılar… Tabi canı gönülden, özveriyle yardıma koşan vicdan ve insanlık timsali yurttaşlarımızı unutmamak gerek.
Depremin bir Pazar günü, gündüz olması büyük şanstı. Bu durum, can kaybının daha az olmasına neden oldu. Kamu binaları önceki depremlerde olduğu gibi yerle bir. Siyasetçinin koruması altındaki kamu müteahhitliği, Erciş’te yıkılan okul binasıyla yerlere serildi. İktidar yanlısı, hiçbir becerisi olmayan yandaşa kamu ihalesi vererek zengin etme anlayışı, halkın canı, kanı pahasına yıllardır sürmekte. Yapsatçıların inşa ettikleri yapıların denetimsiz ve kalitesiz olması insanımıza yıkıntılar altında can verdiriyor. Ne yazık ki hızla zenginleşmek isteyenler; servetlerini halkın alın teri, canı, kanı üzerinden kazanmaktalar. Bunun da yolu siyasetçinin desteğini almaktan geçmekte.
Van depreminde ilk fiyasko depremin büyüklüğünün ölçümünde oldu. Kandilli 6,6, ABD 7,2 dedi. İlerleyen saatlerde bizimkiler de 7,2’yi kabul ettiler. AKP iktidarının üniversiteleri kimliksizleştirip bilimden soyutlama, onları sıradan devlet daireleri durumuna getirme anlayışı bu kurumlarımızı çökertmektedir.
Devlet kurumlarının her alanda çöküşü Van depreminde gözlenmekte. Yardımları doğru düzgün halka ulaştırabilecek bir devlet aygıtını ne yazık ki göremedik. Köylere ulaşamayan, kentlerde yağmacıları durduramayan yöneticiler, halkın sorunlarını çözmede yetersiz kaldılar. Her türlü saldırıya karşın ayakta kalan TSK, yardımların ulaşmasında, kurtarma çalışmalarında en öndeydi.
Hükümetin ilk gün uluslararası yardımları (İran ve Azerbaycan hariç) reddetmesi tam bir duyarsızlık örneğiydi. Bu böbürlenme, afra tafra sonraki günlerde yardım istekleriyle balon gibi söndü. Kendi halkının can güvenliğinin söz konusu olduğu, yaşamla ölümün saniyelere bağlandığı bir anda bile dünya ülkelerinin yardım isteklerini geri çevirmenin insani ölçüleri zorladığı söylenebilir. Gururun, kibrin, olaylara din açısından bakmanın bir yöneticiyi nasıl büyük yanlışlara sürüklediğini bu tavırda görmekteyiz.
Bazı aklı evvellerin böylesine büyük bir felaketten siyasal çıkar sağlama peşinde olduklarını görmek insanı kahrediyor. Yine bir kısım medyanın depremi etnik ayrımcılığı körükleme fırsatı olarak görmesi dikkatlerden kaçmadı. Sorumsuzca ve bilinçsizce söylenmiş bir takım sözleri abartarak Türk Ulusu’nun birliğine yönelik propagandaya alet etmek ise anlaşılır gibi değil.

Etnik ayrımcılıktan başka bir şey bilmeyen halka hizmeti, yalnızca bölücü söylemler üretmek olarak gören bölgedeki yerel yönetimlerin durumu ise içler acısı. Bir köşede konuk gibi oturan, koskoca bir kenti yönetmenin ne demek olduğunu fark edemeyen bir yöneticinin olması ne acı değil mi? Çeteleşerek depremzedelere giden yardımları canlı yayınlarda yağmalayan, sonra da bunları kar altında yaşam savaşımı veren çaresiz yurttaşa satan vicdan yoksunlarına ne demeli? Böylesi bir durumun oluşmasında devlet otoritesine, kurumlarına savaş açmış olan AKP ve PKK’nın hiç mi sorumluluğu yok?
Mehmetçik bir yandan karakışla, enkazla, yağmacılarla savaşarak depremzedenin yanında olurken bir yandan da bölücü örgütün hain pusularında can vermede Van ilinde.
Tüm olumsuzluklara karşın yurdun dört bir yanından yardım yağmakta Van’a, Erciş’e. Ulusal bütünlüğün bundan daha güzel ifadesi olur mu? Din ve ırk temelinde siyaset yapanlara bundan daha büyük bir insanlık, vicdan ve siyaset dersi verilebilir mi?
RTE, ekranlara çıkmış bağırıyor, ”Kaçak yapıları yıkacağım.” diye. Adama ”Günaydın!” derler. Bugüne kadar niye yıkmadın. Eğer bu söylediklerinde samimiyse önce kendi kaçak evini yıkmalı ki kamuoyunu inandırsın. Boğaz’daki kaçak yapıları yıkabilecek mi? Türkiye’nin ilk kaçak yapılarla oluşan ilçesi olan Sultanbeyli’yi ne yapacak? Kaçak yapılarla mücadele edeceğini söyleyen biri, 2b arazilerindeki talana, kaçak yapılaşmaya af çıkarmak için yıllarca uğraşır mı? 1994’ten beri İstanbul’u yöneten AKP yönetimlerince ne kadar kaçak yapıya göz yumulmuştur. Öncelikle başta RTE olmak üzere kaçak yapılaşmaya göz yuman tüm AKP’li belediyeler halktan özür dilemeli. Belki o zaman inandırıcı olurlar.
Van depreminde din ticareti yapanlarla etnik ayrışmayı kaşıyanlar duvara toslamıştır. Halkın masum duygularını sömürerek siyasal güç kazanıp bunu ekonomik getiriye dönüştürenlerin anlayışı Erciş’in yıkıntılarının altında kalmıştır. Her felakette olduğu gibi Van depremi de ulusal bütünlüğümüze güç katmıştır.
Bile bile kalitesiz inşaatlara izin veren belediye yöneticileri, bu düzenin sürmesine göz yuman hükümet üyeleri, ölmüş mühendislere imza attıran müteahhitler, görevini savsaklayan bürokratlar depremlerdeki can kayıplarının sorumlularıdır. O zaman birileri şu sorumuza yanıt versin: Depremde can verenler kaza kurbanı mı; yoksa bilerek, planlanarak işlenen bir cinayetin mağdurları mı?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.