DİNİ CEMAATLER NE İŞ YAPARLAR?

ABONE OL
18:50 - 01/10/2020 18:50
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ağlamak mı gerekiyor yoksa düşünmek mi? Bazı gerçeklerle yüzleşmek o kadar zor geliyor ki insana, çoğu kez yüzleşmemeyi tercih etmek daha kolay olabiliyor. Nice hayallerle yıllar önce gurbete çıkan insanlar, her an geriye dönme ümidiyle yatırımlarını Anavatanlarına yaparak hem ülke kalkınmasına destek oldular hem de hayallerini gerçekleştirmek için küçük küçük adımlar attılar. Ev, arsa, dükkan, tarla satın aldılar. Canlarının çektiği yemeği bile yiyemediler ağız tadıyla, yerlilerin çöpe attıkları koltukları, dolapları kullanmayı tercih ederek artırdılar o yatırım paralarını. Aldıkları kredilerin borçlarını ödemek için 1 odalı 2 odalı evlerde oturmayı tercih ettiler. Derken bir baktılar ki, yaş gelmiş 60’a- 70’e. Torun torba derken kalakalmışlar gurbet ellerde. Geriye gitse gidemiyor, burada kalsa kalamıyor.

Ne yapsın şimdi bu adam, yıllarca ana baba özlemi çeken, vatan hasreti çeken bu adam ne yapsın şimdi?

Başbakan yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ, Berlin Büyükelçiği’nin verdiği sabah kahvaltısında (20.01.2012) ”Almanya’dan Türkiye’ye giden paranın daha fazlası, Türkiye’den Almanya’ya akıyor” derken film şeridi gibi geçti o güzelim yıllar gözümün önünden. Evet doğru söylüyordu Bozdağ. Devletimiz 50 yıllık süreç içinde hep döviz yumurtlayan tavuk gözüyle baktı gurbetçisine. Onun birikimini devlet eliyle yatırıma dönüştürmenin yollarını aramadı. Yurtdışında yaşayan Türklerle ilgili birim daha yeni oluşturuldu. Ancak bu arada ne din kaldı ortada ne de dil. Şu anda açılan camiler cemaat sıkıntısı çekiyor. Böyle giderse on sene sonra açılan camiler birer birer kapanacaktır. Yeni neslin din konusunda yeterli duyarlılığa sahip olduğunu söylemek o kadar kolay değildir.

Pansuman tedbir olma kabilinden okullarda verilen Türkçe dersleri faydasız değildir ama dil eğitimi konusunda yeterli de değildir.

Sayın Bozdağ, haklı olarak ”İki şeyden asla taviz verilmemlidir.” derken ikinci bir yaranın kabuğunu kaldırıyordu: ”Din ve Dil konusunda taviz verilemez.” Ama bu iş nasıl olacak? İşte ortada duran soru bu? Nasıl olacak bu iş?

Sayın Bozdağ, bu iki vazgeçilemez olan değerin ikisi de maalesef kaybolmak üzere. Siz bizlere ve toplantıda söylediklerimize, biz şunları yapıyoruz, bunları yapıyoruz demelerimize fazla güvenmeyin. ”Bizler burada birlik ve beraberlik içindeyiz” dememizi de fazla önemsemeyin. Keşke öyle olsaydı.

Ancak bir gerçek var, sivil toplum kuruluşları her türlü imkansızlığa rağmen, engellemelere rağmen bilâ ücret geleceklerine yatırım yapmanın derdiyle yanıp tutuşuyorlar. Bazı STK’lar temsil ettiklerini söyledikleri toplumun değerlerini istismar ederek kendilerine imkân sağlamış olabilirler, sağlıyor da olabilirler.. Kötüler emsal teşkil etmemelidir. Kurduğu folklör derneği ile Türkiye toplumunun bir değerini geleceğe taşımaya çalışan Muzaffer Topal gibi hizmet aşığı insanların başkan olduğu derneklerin sayısı az değildir. Buna inanın.

Burada acı olan devlet yardımıyla bu hizmetlerin yapılmış olmasıdır. Arzu edilen, halkımızın kendi değerlerini ayakta tutmak için gençlerine, geleceğine kendilerinin yatırım yapmasıdır. Sahiplenme ancak o zaman olur. Bu şuur meselesidir. Kimliğin korunması gerektiğini bilen, düşünen insanların derdi olmalıdır değerlerin korunması için yatırım yapmak. Böyle olursa o zaman Muzaffer Bey’lerin derneği kapanmayacaktır.

Cenazelerimizin Türkiye’ye gitmesi için vasiyet edenler, şimdilerde burada kalması için vasiyet etmeye başladılar. Ancak burada yeterli müslüman mezarlığı yok. Mezar taşları tapudur. Kimliğin tapusudur, asimile olmamanın tapusudur, saygının ve sevginin tapusudur. Arefe günlerinde mezarların ziyaret edilmesi insanların sevdikleriyle bağ kurmasına vesile olacaktır. Dualar yapılacaktır o mezarların başında, dini kimliğin muhafazasına yarayacaktır bu ritüel. El atılmalıdır, sahip çıkılmalıdır.

Sayın Bozdağ, bir kahvaltı çerçevesinde dile getirilen problemler o kadar fazlaydı ki, bıraksanız arkası gelecekti mutlaka. Çoğu tekrar olan bu problemleri bizler her gelen devlet yetkilisine söyleriz, belki aynı şeyleri sizler de tekrar tekrar dinlemişsinizdir. Belki de aynı şahıslar aynı şeyleri söylemişlerdir. Sizlerin de gözlemlemiş olabileceği gibi bazı STK temsilcileri konuşmak için de konuşmuş olabilirler; ancak ortada bir gerçek var ki yurt dışında yaşayan Türkiyeliler çok dertli. Hem de çok.

Bu insanların derdiyle dertlenmek gerek. Sadece dinleyip gitmekle insanlarımızın gazı alınmış olabilir, bir süre idare eder bu gaz, ama yara gittikçe derinleşiyor.

Sayın Bozdağ, ya bu insanları alıp götürün vatanlarına, ya da bu insanların problemlerinin çözümüne destek olmak için imkanlar hazırlayın ikinci vatanlarında. Onların tutan eli olun, yürüyen ayağı, gören gözü olun. Yapabileceklerinizi yapmak için lütfen beklemeyin.

”Seçme hakkı veriyoruz size, seçilme hakkı değil” demek, ne kadar demokratik bir yaklaşımdır onu ben bilemiyorum. Ancak bu durumda, seçilme hakkı da bir gaz alma olabilir mi diye düşünmeden edemiyoruz.

Sayın Bozdağ, ”doğduğunuz yer mi, doyduğunuz yer mi” atasözünden yola çıkarak, doyulan yerin de vatan olabileceğinin altını çiziyorsuz. Siyasetin bu yeni vatanda yapılması grektiğini söylüyorsunuz, ancak bunu buradaki insanlara söylüyorsunuz. Oysa bu insanlar Türkiye’deki bir fikir kuruluşunun, bir siyasi kuruluşun, dini kuruluşun devamıdır. Bence Türkiye’deki o kuruluşlara da Almanya’daki inanların yakasından düşmesini söylemeniz daha etkili olacaktır. Bu konuda ilk adımı parti olarak sizin atmanız örnek olması açısından daha doğru olur kamaatindeyim. UETD Derneği’ni kapatmakla işe başlamak mümkündür.

Sayın Bozdağ, buradaki müslümanlar, mali ibadetlerini Türkiye’ye ve dünyanın başka bölgelerine göndererek yapmaya çalşıyorlar. Hattâ bu konuda yarışıyorlar. Sırf bu amaçla birçok yardım kuruluşu var Almanya’da. Bu konuda yönlendirici olunması lazımdır. Bu suretle hem buradaki insanımız istismar edilmemiş olacaktır, hem de burada yaşayan insanımızın geleceğine yatırım yapılmış olacaktır.

2011 yılında, ha-ber.com’ da yazdığım bir yazıyı bu vesileyle tekrar gündeme taşımak istiyorum:

Dini Cemaatler ne iş yaparlar?

İslâm dinini din olarak seçen insanlara müslüman denir. Müslümanların rehber edinmeleri gereken kitabın adı Kur’andır. Kur’an’la müslümanları tanıştıran kişiye peygamber denir. O’nu Allah seçmiştir. Seçilen bu kişiler güvenilir kişilerdir. Son elçi olduğu, Seçen tarafından son peygamber- dir diye ilan edilen kişinin adı Muhammed’dir. Bu isim Hz. İsa tarafından son Elçi’den 6 asır önce İncil’de ilan edilmiştir. Bunlar Elçi’dirler, kendilerine emanet edilen ”Emanet’e” birşey ilave edemezler ve O’ndan birşey eksiltemezler.

Dinler insanların dünya hayatını dizayn etmek için gönderilirler. Hedeflenen, ahiret hayatının mutlu bir hayat olarak devam edebilmesidir. Bu gaye için bir dizi ön şart sıralar Allah, Elçi’ye emanet ettiği O Kitap’ta.

İbadetler, emir ve yasaklar bu ön şartları oluştururlar. Cemaat olmak ve cemaat şuuru ile yaşamak bu ön şartlardandır. Cemaat hedefi olan topluluk demektir. Cemaatlerde ortak hedefler olmalıdır. Bu ortak hedefler insanların dünyada mutlu bir hayat sürebilmeleri için gereklidir:

-Barış içinde yaşanılacaktır.

-Zulüm yapılmayacaktır, zalimler desteklenmeyecektir.

-Eğitime ağırlık verilecektir.

-Komşuların hakkı korunacaktır.

-Adaletle muamele edilecektir.

-Doğa korunacaktır, tahrip edilmeyecektir, yani, ekolojik denge muhafaza edilecektir.

-Fakirler görüp gözetilecektir.

-Kurumlaşılacaktır v.b.

Cemaatleşmenin amaçlarından sayılabilecek birkaç örnektir yukarıda zikredilenler. Dinîn buyruklarını yaşamının şekillenmesinde eas alan cemaatlere dinî cemaat denir. Cemaatleşme bu insanlar için Farz-ı ayn bir ibadettir. Allah’ın olmazsa olmaz buyruklarındandır. Güçlerin birleştirilmesini ister Allah. Çünkü, ciddi çalışmalar güçlerin birleşmesiyle yapılır. ”Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.” (Âl-i İmrân 103)

Günümüzde cemaatler güçbirliği yapmak için değil, sanki güçbirliği yapanları zayıflatmak için oluşturulurlar. Dinî cemaatler bu amaca uygun olarak kurdurulur da denilebilir bir başka ifadeyle. Almanya’da hizmet verdiklerini söyleyen dinî cemaatlere bakarsak; onların Allah’a kul değil kendilerine üye yatiştirmekle meşgul olduklarını görürüz. İstisnalar her zaman vardır elbette.

Cemaat başkanı veya hocası, kendi cemaatlerinin dışındaki dinî cemaatlerin hep yanlışlarını anlatırlar cemaatlerine. Çünkü, kurtuluşa erecek olan cemaat kendi cemaatleridir. Yani fırka-i naciye kendisidir. Fırka-i naciye, kurtuluşa eren cemaat/topluluk demektir. Güya son Elçi: ”Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır, içinden bir tanesi kurtuluşa erecektir, 72 si dalâlettedir.” buyurmuştur.

Almanya’daki dini cemaatler ne iş yaparlar diye bakarsak; ”kendiliğinden camiye gelen insanların cebindeki paraları nasıl alırız”ın hesabını yaptıklarını görürürüz. Camide çocuklara dini eğitim verilmesi de aynı amaca yöneliktir.

Samimiyetle, canını dişine takarak hizmet eden, sadece Allah’ın rızasını gözeten gerçek mü’minler bu dairenin tabii ki dışındadırlar. Allah onlardan razı olsun, onların yar ve yardımcısı olsun. Ne mutlu o Allah dostlarına…

Bu cemaatlerin camilerinde, zekatlar toplanır, fitreler toplanır, kurbanlar toplanır. Bilhassa Afrika ve Asya ülkelerindeki insanların durumu ajite edilerek toplanır bu sadakalar. Sinevizyon gösterileriyle insanların manevi duyguları tetiklenir. Hedef duygu sömürüsü yaparak daha çok para elde etmektir. Bu cemaatlerin hizmet portföyünde çocuk okutmanın dışında elle tutulacak hizmet yoktur desek yeridir.

Çocukları, pedagojik formasyonu olmayan hocalar okutur. Ehil olan insanlara verilecek maaş fazladır çünkü. Bazı camilerde bir hoca 50-60 çocuğu bir iki saat içinde okutmak zorundadır. Bir çocuğa düşen zaman 5 dakika bile olmayabilir. Bazen hocalar iki üç çocuğu aynı anda okutmak zorunda kalır. Yeteri kadar hoca istihdam etmek istenilmez. Çünkü, toplanan paralar camilerde kalmaz, genel merkezlere gider. Hocaların aldıkları maaşlar yaptıkları hizmetlerle doğru orantılı değildir. Çark böyle döner. Çarkın yanlış döndüğünü farkedenler ve bu yanlışlığı dillendirenler hemen görevden alınırlar. Hem de çeşitli iftiralar atılarak görevden alınırlar.

Dinî cemaatlerin :

-Vakıfları yoktur.

-Hastaneleri yoktur.

-Öğrenci yurtları yoktur.

-İmam yetiştiren yüksek okulları yoktur.

-Kur’an öğretmeni, din dersi öğretmeni yetiştiren kurumları/okulları yoktur.

-Gazeteleri, dergileri yoktur, televizyonları yoktur.

-Hukuk büroları yoktur.

-Danışma merkezleri, araştırma merkezleri yoktur.

-Sosyal konutları yoktur.

Yani gelecekleri yoktur…

Topladıkları paraların büyük bir bölümünü Almanya dışına çıkarmakla meşguldürler onlar. Bazen bu paralar, Somali’ye yardım diye çıkar, bazen Afganistan’a yardım diye çıkar, bazen Filistin’e yardım diye çıkar… Sadece bu görev için kurulan yardım kuruluşları vardır. Yıllardan beri ne Afganistan’ın problemi çözülmüştür, ne Filistin’in, ne Çeçenistan’ın… Buna rağmen yine de toplanır o paralar. Cemaat bu paranın hesabını sormaz veya soramaz.

Bu sorumsuz sorumluların tutumu yüzünden; dini cemaatler bir araya gelip, güçlerini birleştirip, hizmet alanlarını belirleyerek ortak çalışma içine girememektedirler. Meşrep çalışmaları dini hizmetlerin devamlı önünde tutulmaktadır. Olmazsa olmaz olan, din değil de sanki meşrepmiş gibi hareket edilmektedir.

Örneğin, 50 yıldan beri kendi ihtiyaçları olan imamlarını kendileri yetiştirememektedirler. İmam yetiştiren bir yüksek okul açamamışlardır. Bu cemaatlerin böyle bir yüksek okul açmaya güçleri yetmez mi? Elbette yeter. Ancak bu yetişen imam hangi meşrebe göre din anlatacaktır, Kur’an’ı hangi meşrebe göre yorumlayacaktır? Sorun buradadır. Yazıktır, günahtır.

Türkiye’den getirilen emekli hocalar, hizmet aşkıyla gelmiyorlar buraya. Biraz para kazanarak, geriye gitmeyi düşünüyorlar. Etliye sütlüye karışmadan sürelerini doldurmak istiyorlar. Diyanet’in gönderdiği din görevlileri de sorumluluk konusunda fazla hevesli davranmıyorlar. Onların süreleri de sınırlı. Bu yüzden ciddi çalışmaların altına imza atamıyorlar. Cami derneklerinin de işine geliyor bu uygulama. Böylece ne şiş yanıyor ne de kebap. Halk, veren el olduğu, alan el olmadığı sürece kervan yürüyor. Tekerin önüne taş koymak isteyen olursa, ona haddini bildirmek o kadar zor olmuyor.

20 yıl öncesinde camiler Ramazanlarda, Cumalarda dolup taşardı. 20 yıl sonrasında ilave cami yapılmamasına rağmen camilerdeki tutulan saflarda boşluklar olabiliyor. 20 yıl önce doğan çocuk bugün 20 yaşındadır. Bir ailede ortalama en az dört yetişkin olabileceğini düşünürsek, bugün camilerin cemaati almaması gerekir.

Bu duyarsızlık böyle devam ederse 10 yıl sonra camiler birer birer kapanmaya başlayacaktır. İşte o zaman çok geç olacaktır. Afrika ülkelerine para göndermenin cezasını 20 yıl sonra 30 yıl sonra gelen nesil çekecektir.

Kendi çocuklarımız, geleceğimiz gözümüzün önünde eriyip giderken, Afrika’ya el uzatmak ihanet değildir de nedir? Oradaki insan yarın yine aç kalacaksa, birgün et yese ne olur yemese ne olur…

”Aklınızı çalıştırmazsanız, sizi pislik çinde bırakırım.” (Yunus 100)

Kiliselerin papaz yetiştiren:

-Yüksek okulları vardır.

-Vakıfları vardır.

-Sosyal konutları vardır.

-Danışma merkezleri vardır.

-Meslek okulları ardır.

-Televizyonları, dergileri vardır.

-Yayınevleri vardır.

-Araştırma merkezleri vardır.

-Meslek okulları vardır

-Hastaneleri vardır.

-Üniversiteleri vardır.vb.

Müslüman cemaatlerin ise:

-Tarihe mal olmuş ataları vardır (!)

-Babaları deleri müftüdür (!)

-Kalpleri temizdir (!)

-Somalileri vardır (!)

-Filistinleri vardır (!)

-Afganistanları vardır (!)

Ancak, kendi çocukları parklardadır, esrar, eroin bağımlısıdır, kumarhanelerdedir, meyhanededir, hapihanededir. İş merkezlerinin kapılarında kuyruktadır. Gayeleri, hedefleri yoktur. Serseri mayın gibi dolaşırlar ortalıkta.

Allah aşkına bu dini cemaatler ne iş yaparlar?

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.