DİN – İMANLA SOYANLARIN DOKUNULMAZLIĞI

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Avrupa’ya Viyana kapılarından dönüşümüzden üçyüz yıl sonra, kazma kürek, çekiç, süpürge ile girmeye başladık.
1950-1960 yılları arasında Küçük Amerika hayaliyle ABD’ye her şeyimizle teslim olduk. Cumhuriyet’in sanayileşme hamleleri, ‘’gereksimlerinizi biz karşılarız”yarım ağız güvencesiyle durduruldu. Kayseri uçak fabrikası kapatıldı, petrol arama hakları ABD’ye devredildi. ABD’den ithal makinalar,traktörler akın akın Türkiye’ye dolduruldu. Zamanla, yedek parçasızlıktan araba, traktör mezarlığından, Marschall yardımlarıda kurtaramayınca,döviz gereksimini yıkılmış, yakılmış Avrupa’yı onartmak için işçi göndererek gidrilmeye çalışıldı. Avrupa’larda törenlerle karşılandık. İlk göç daha çok şehirlerden geldi. Dil dışında ve sıla hasreti dışında pek sıkıntıları olmadı.

Daha sonra afet bölgelerinden, kağıt üzerinde kurulmuş kooperatifler aracılığıyla daha kendi şehrini bile tanımayan kırsal toprakların insanları sanayi toplumunun ortasına bırakılıverdi.
İlk dönemlerde, bir ev, küçük bir bakkal dükkanı, aileyi muhanete muhtaç etmeyecek bir kar kapısı hayali ile çalışıp çabaladılar.
Büyük şehirlerde, Anadolu garibanlarını; Galata Köprüsünü, Kız Kulesini satan Sülün Osmanların yerini, Avrupa’da ellerinde bond çantalarıyla, hayali fabrikalara ortak vaadleriyle, kan emiciler aldılar. Yılların birikimlerini okus- pokus yapıp, hayallerinin üstüne soğuk su bile içirmeden cas-cavlak koyuverdiler.
Fabrikatör hayalleri bu garibanlara pahalıya patladı. Nice yuvalar yıkıldı. Nice çocuklar öksüz, yetim kaldılar.
Bankerler türedi mantar gibi. Türkiye’de emekli memurların, işçilerin parasını, geri kalan ömürlerini sahip olacakları ev umutlarını alıp götürdüler.Orası bitince, Avrupa’daki kendi deyimleriyle ‘’Gurbetçi Ördekleri” yoldular.
Fabrikatör ve çiftlik sahibi olamayacaklarını kavrayınca, devlet bankalarındaki yüksek faizle hem gelir, hem de alınterlerini güvende tutabilmek için ellerindeki dövizleri bankalara yatırdılar. Devlet onları yardıma çağırıyordu. Krediler çekip, TL olarak Ulusal Bankalara koştular. Ertesi gün 13 TL olan Mark,28 TL ye yükselince elleri böğürlerinde kaldı.
Bir daha soyuldular. Hem de devlet güvencesinde.
Ağızları yanmıştı. Artık yoğurdu bile üfleyerek yemeye başladılar.
Ama vurguncular, hortumcular daha kurnazdılar.
Bu sefer onları en zayıf yanlarından yakaladılar.
Soygunlar artık din adına, Allah adına başlatıldı.
Endüstri Holding, Kombassan, Yimpaş, Jet .Pa denilen ‘’Yeşil Sermaye” camileri mekan tuttular.
Gavur bankalarina para yatırıp günaha girmelerine vicdanları elvermiyordu. Hele faiz haram değil miydi?
Bu dini bütün hayırseverler, hem onların paralarıyla hayırlara vesile olacaklar, hem de kar payı ile onları ihya edeceklerdi.
Yandaş, ağzı laf yapan riyakarları, işşiz avukatları, her semtten oltalarına takılan dindarları ikna ettiler.
Camilere postu serip, cemaati hayal alemlerine salıp, okunamayan sözleşmeleri imzalatıp çekilen kredileri, bankalardaki son birikimlerini bu dini bütün dolandırıcılara teslim ediyorlardı.
İmamlar, hocalar, hacılar camide yakalayamadıklarını evlerinde yakalayıp, ahiret korkusuyla birikimlerinin kırıtısınıda din-iman, cennet – cehennem dayatmasıyla bu haramilere teslim ettiler.
Bunlar insanlık için yüzkarasıdır. İnsanları Allah’ı kullanarak, inançlarını kullanarak, üstelik cami hocalarıyla, imamalarla, tesettürlü tarikat kölesi yandaş kadınlarla, parayı en kutsal değer olarak kabul eden, sözde akademisyenler, okumuş irtakım sahtekarlarla inançlarından başka sığınacakları bir yeri olmayan insanların dünyalıklarını, çoluk çocuklarının geleceğini çaldılar, kararttılar.
Bunlar abartı değil gerçeklerin buzdağındaki görünen kısımlarıdır.
Bunları, TV’ler canlı olarak görüntüleriyle, basında belgeleriyle kanıtlandı.
Daha sonra, Deniz Feneri vurgunu ortaya çıktı.
İnsanların, yine dini duygularını, insancıllık duygularını kullanarak topladıkları milyonlarca euro parayı içettiler. Olayın ortaya çıkması zampara dini bütün Deniz Feneri vurguncusunun, metresini de dolandırmaya kalkışması sonucu o bayanın ihbarıyla ortaya çıktı. Alman yargısı yargıladı, buradakileri mahkum etti.
Ama, Alman Yargısı Türkiyede AKP’ye kadar uzanan, Kanal 7 ‘nin sorumluları hakkında Türkiye’ye suç delilllerinin bulunduğu dosyayı gönderdi.
Retük eski başkan Zahit Akman, Kanal 7’nin sahibi Zekeriya Karaman Alman yargısınca ifadesi alınmak istenmesine Adalet Bakanı izin vermiyor. Suçlamalar Başbakanlığa kadar uzandığını Alman yargısınca belgeyle kanıtlandı. ‘’Çağın en büyük dolandırıcılığı” Alman yargısıyla Almanya ayağı mahkum edildi. Ama asıl elebaşlar, hortumlayanlar Türkiye’de ama AKP iktidarı onlara dokundurmuyor.Tıpkı kendilerinin yüz kızartıcı suçlardan dokunulmazlık zırhı nedeniyle yargılanmaktan korktukları gibi.
Yurtdışındaki yurttaşların, hangi güçlüklerle, hangi yaşamları için gerekli harcamalardan kısarak ailece alınterleriyle biriktirdikleri birikimleri tarikat-siyaset üçgenindeki vicdansızlarca gasbedilmesine hangi vicdanla, hangi Allah korkusuyla göz yumuyorlar. Neden Türkiye ayağı ört-bas ediliyor?
Bu dolandırıcıların, devletin bakanlarıyla, başbakanlarıyla,cumhurbaşkanıyla, valisiyle, emniyet müdürlerince üstelik kırmızı bültenle aranan hırsızlarca sarmaş- dolaş görüntülerinin anlamı nedir?
Hakkını arayan islamcı sermaye mağdurları için ‘’sahtekar” diyen başbakan bu hortumcularla ilişkisini açıklasa ya. Önüne geleni azarlamak, hakaret etmek yerine hırsıza, vurguncuya da tepki duysa ya!
Yetim hakkının öbür dünyada bile affı yok.
Üstelik, başbakan mağdurlara; ‘’Paraları yatırırken bana mı sordunuz? ‘’ demez mi!
O zaman adama sorarlar:
Sen Kasımpaşa’da tapu memuru musun?

Yıldız AKALIN

Not: Okurlara Ugur Mumcu’nun; Rabıta ve Tarikat – Ticaret – Ticaret kitabını.
Ali Gülen ve Vedat Ali Aydın’ın; AKP’nin Feneri Böyle Söndü.
Ali Taşçı’nın; Af Dağının Ardındaki AKP kitaplarında belgelerle bu vurgun düzenini okuyabilirler.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.