DİLİN ETKİSİ

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Eğer dil tatlı ise yılanı deliğinden çıkarır. Birine arzusunu iletirken dil sanatını kullanırsa insan başarıya ulaşır.

Sınıfında sorun yaşayan bir öğrenci kendisini tuvalete kapatmış, alman öğretmenin uğraşısı boşa çıkıyordu. Bir de Türkçe bilen biriyle deneyelim deyince beni çağırdılar. İkinci sınıfta olan Meral’e seslendim: “Kapıyı aç yavrum, Meral annen gelene kadar benim yanımda kalacaksın.” Bunun üzerine kapı yavaşça açıldı, Meral bir kedi esnekliği ile kollarıma sığındı. Ben ona annesinin dili ile seslenmiştim.
Ses tonu, vurgu, cümle kuruluşu, vücut duruşu söylenen söze etkisini gösterir. Konuşulanın beğenilmesi yalnız içeriğiyle sınırlanmıyor.
Sınıfta başarısı övülmeyen bir öğrenci derslerinde ilerleme, düzelme gösteremez, Zira okul sistemi sınıfın en iyilerini öne çıkarır. Öğretmenin dili sisteme göre uyarlanır.
Hâlbuki çocuk başka çocuklarla değil kendisiyle yarışsa, yani dünden bugüne daha iyi olduğunu öğretmen övse başarmak için daha çok gayret gösterir. Bir öğrencinin matematik dersinde tamamen kötü olması doğru olamaz. Bayağı kesirlerde zayıf, ama ondalık sayıları iyi anlamış olabilir. Bir çocuk öğrenci, genç öğretmen ya iyi, ya da kötüdür, toplumda yalnız siyah ve beyaz renkleri görülür. Arada kalan renkler yok sayılır.
Hâlbuki görmek için uzman olmak şart değildir. Ailede kardeşler arasında farklı muamele yapılır. Büyük çocukların hep fedakârlık yapması beklenir. Hep övülen ise daha çok sevilendir.
Bir romanda babasına yaranmak için küçük kardeş bin bir yola başvurur. Baba bir türlü olumlu söz söylemez, gözü bu oğluna karşı körleşmiştir. Babasının davranışı değiştirmek, dikkatini çekmek ister ve gönüllü olarak askere gider. Savaş şaka değildir. Genç delikanlı intihara, ölüme giderken abisine bir aile sırrını söyler, gösterir. Onun da dünyası karmaşık duruma girer. Babası ona iyi davranmış, övgü sözlerini esirgememiş, önüne çıkan sorunları çözerek büyük oğlunu sözü ve davranışı ile hep korumuştur.
Bazen ne söylendiği ikinci plânda kalır. Kimin söylediği daha önemlidir. Bu nedenle toplumda görevleri ile öne çıkan insanların daha dikkatli, hazırlık yaparak konuşmaları elzemdir. Ki söyledikleri ciddiye alınsın gülünç duruma düşmesin.
Sade bir vatandaşın sözü ile bir ülkeyi temsil eden kişinin sözlerine verilen önem arasında dağlar kadar fark vardır.
Berlin’de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın elçilik binasını açılışında söyledikleri alman basınında ilk defa olumlu yer aldı.
Hatta Radyo Berlin Brandenburg (rbb) televizyonda özel bir programda çok sayıda almanın davetlilerin önünde yapılan konuşmalardan kesitler verildi. Elçilik binasından görkemli görüntüler, arsanın tarihi ile daha çok anlam kazandı.
Almanya’da yaşayan Türkler şaşırdı. Zira Türkler ve Türkiye basın ve medyada yalnız negatif haberlerde gündeme gelir.
Bir almanın beğenisini kazanmak, övgü almak öyle kolay kazanılan bir olgu değildir. Başarı gösteren gençlere okula giderken anneleri her sabah sen alman arkadaşlarından daha iyi olmak zorundasın, derlerdi.
Küçücük yavrulara sanki Türkiye’nin elçisi gibi davranılır. Türkiye’de veya Almanya’da yaşayan ailelerin yaptığı hatalardan sorumlu tutulurlar. Okulda bazı alman öğretmenler senin ailende kız erkek ayırımı var, evde sana paşa gibi davranılır düşüncesi, önyargısı ile erkek çocukları köşeye sıkıştırır, baskının âlâsını uygular.
Türkiye’nin Başbakanı bu sefer açılış konuşmasını iyi hazırlamış, elli yıldır Almanya’da yaşayan kanaat öncülerine kulak vermiş dinlemişti. Kısacası alman basını övgü dili kullanmak zorundaydı, bu sefer önyargının esiri olmadı.
Berliner Morgenpost Gazetesi, 2 Kasım 2012’de Boris Kalnoky’nın yazdığı makalede Başbakanın konuşması iyi not alıyor. Ama elbette bundan önceki konuşmadaki yanlışlar hatırlatılıyor.
Recep T. Erdoğan’ın ziyareti, Türkiye’nin aniden çıkan gücü başlığında verilen makalede, son yıllarda Türkiye’nin olumlu gelişmesi, stratejik önemi, Dünya’da ilerde gelen gücünün yalnız ekonomide olmadığı vurgulanıyor. İngiliz ve Amerikan basın ve medyasında gayet olağan sayılan olumlu haberleri Almanya basın ve medyası duymak, görmek, bilmek istemiyor, diye açıklanıyor.
Makalede Türkiye’de cezaevlerindeki açlık grevini yalnız Kürt sorunu olarak dile getiriyor. Hâlbuki insan hakları, sosyal sınıf farkları, basın özgürlüğü gibi konular nedense dile getirilmez.
Bir makalede Türkiye yalnız övgü dili kullanılmışsa olmaz. Çizilmiş önyargıya karşıt bir davranış olur. Araya mutlaka negatif yorumlar sıkıştırmak alman basın ve medyasının ilkesidir.
Bir Türk başbakanının Almanya’da konuştuğunu ilk defa duyuyoruz. Sorumlular o zaman işçileri gönderirken yalnız masa başında konuşmasalardı. Onları göndermeden önce bilgi, beceri, kültür ile donatsalardı, bugün karşılaştığımız birçok zorluklar olmazdı. Hatta işçilerin gelişiyle birlikte eğitim, öğretim, dil geliştirme projelerini destekleyen hükümetler olsaydı, bugün durum çok daha olumlu olurdu. O zaman işçiler gençti, çok şey öğrenebilirdi. Başbakan elli yıldan sonra uyum kelimesini kullanmadı, KATILIM, dedi. Alman basını yine beynine işlendiği gibi uyum olarak tercüme etti.
Bir dahaki konuşmasında Türk gençlerinin öğretmen olmaları, mutlaka basın ve medyada görev almalarının önemine, işverenler kadar vurgu yapmalıdır. Her alanda katılımı bir azınlık tek başına yapamaz, toplumda çoğulu teşkil eden halk, kamu hizmeti, devlet daireleri kapılarını açmazsa, katılım demenin hiçbir anlamı kalmaz. Polis teşkilatına göçmen gençleri, okullara öğretmen alınmalıdır, deniyor. Ama uygulamada değişen bir şey yok veya çok az yeterli değil.
Çocuklarımıza bir alman öğrenciden daha iyi olmak zorundasın diyoruz. Türkiye’yi idare eden politikacıların da konuşma sanatını alman meslektaşlarından daha iyi başarmaları gerekir.
Dil insanın kimliğini varoluşunu dışarıya çıkarırken, gösterirken anahtar görevini üstlenir. Bir ulusu meydana getiren özelliklerin birikiminin aynasıdır.
İstasyonda kalkacak trene zamanında yerini alamamışsa bir yolcu, hareket anında bileti yoksa iyi yere oturamaz. Ayakta gidip, yorulmayı göze almalıdır. Kaçırılan fırsatlar iyi değerlendirilmeli, tarihte yapılan hatalar tekrar edilmemelidir.
Ayrıca yalnız Almanya’da yaşayan Türkler Kant’ı, Hegel’i, Goethe’yi okumuyorlar. Türkiye’deki okul sisteminde alman filozof, yazarlar daha çok okunuyor. Ama almanlar Türk yazarlarını çok az tanırlar.
Türkçe ders kitaplarında Almanya, Almanca ders kitaplarında Türkiye konusunu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu konuda inceleme, öneri yapma amacıyla alman ve Türk dil bilimcileri, pedagogları tarafından bir komisyon kurulmuştu. Onlardan hiç bir şey duymuyoruz.
Hoşça kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.