DİLDE ÖZEN GEREK

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

DİLDE ÖZEN GEREK


Türkçenin dil bilgisi kurallarını diğer dünya dillerininkiyle karşılaştırdığımızda hemen hemen hiç yok denecek kadar az kural dışı (istisna) maddelerinin olduğunu görürüz. Hatta konuyu fazla kurcalamadan “Türkçenin dil bilgisi kurallarında kural dışı maddeler yoktur.” da diyebiliriz. Bu da dilimizin ne kadar sağlam ve güçlü bir alt yapıya sahip olduğunun bir delili, yansımasıdır. Bir dilin evrenselliğinin temelinde yatan unsurların başında da bu özelliği gelir. Haliyle bu da, o dilin kullanıcıları için bir gurur vesilesi olmaktadır. Eğer ki biz de dilimizin bu özelliğiyle haklı bir gurur duyabiliyorsak, bunun sürekliliği için onun kurallarına uymak, ona saygıda kusur etmemek boynumuzun borcu olmalıdır.

Ana dili Türkçe olan biri bu dili konuşurken dil bilgisi kurallarında (yöresel söylemler dışında) doğal olarak hiçbir zorlukla karşılaşmamaktadır. Ne zaman ki yazım söz konusu oluyor, işte o an işler çatallaşıp karışıyor ve bazı sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Yazılarımızdaki uygulama yansımaları dilimizin kurallarına hangi düzeyde ve hangi duyarlılıkta özen gösterdiğimizin aynası niteliğindedir. Genellikle hamasi duygularla “Dilimizi seviyoruz.” deriz. Oysa bunu söylemek yerine bunu göstermek, sergilemek gerekmez mi? Şunu unutmamak gerekir: Ne zaman ki dilin kurallarına gereğince özen gösterip yazılarımızda bunu yansıtabiliriz, işte ancak o zaman dilimizi ne kadar sevdiğimizi göstermiş, belgelemiş oluruz. 

Maalesef ne yazıktır ki ulus olarak dilimizin bu üstün nitelikteki değerlerine yeterince sahip çıkıp ona gereken özeni gösteremiyoruz. “Gösteremiyoruz” derken dikkat ederseniz sadece belirli bir kesimden söz etmiyorum. Bu bir genelleme olmakla beraber hepimizi içine alan acı bir tablodur. Pazarlarda çığırtkanlık yapanından, pazar esnafından, simitçisinden, amelesinden, ev kadınından, okumuşundan, okuryazarlığı olmayanından, öğrencisinden, öğretmeninden, avukatından, polisinden, milletin vekiliyim diyeninden, bakanından, hatta başbakanından, cumhurbaşkanından tutun da aklınıza hangi kesimden kişiler gelirse gelsin; bu konudaki vurdumduymazlıklarını ve kendilerince, akılları erdiğince, hiç öğrenmedikleri ya da yanlış öğrendikleri bilgiler doğrultusunda zaman zaman bu dilin düzenini, yapısını bozmaya sanki yemin etmişçesine duyarsız davrandıklarını görüyoruz. Üstelik cahilin cesareti dediklerince hiç bilmedikleri konuda “bence bu böyledir” diyerek kuralları kendi istedikleri yöne çekerek yeni kurallar(!) uygulamaya kalkanlar vardır ki bunlara ancak “Hem kel, hem fodul.” demekten başka söz bulamıyorum. Bu tipler sıradan kişiler olduğu sürece sorun olmayacaktır. Kendisi çalar, kendisi oynar. Fakat, eğer bu kişiler toplumun gözü önünde sürekli yer alan, sözü geçerli, örnek kişilik sahibi, bilim adamı, gazeteci, TV sunucusu, bakan, milletvekili vb. kişiler ise işte o zaman sorun inanılmaz derecede tehlikeli boyutlara erişecektir. Bu kişilerin taraftarı, severi istese de istemese de bilinçaltından gelen beğeni duygusunun ağır basışıyla onların yaptığı hatayı görmezden gelecek, onu örnek alacak, benimseyecek ve sonuçta onun yanlışını günlük hayatında aynen kullanmaya başlayacaktır. Böylece istemeden bir yanlışın yaygınlaşmasına sebep olacağı gibi belki de dilin kurallarını geri dönüşü zor bir çıkmaza sokacaktır. Oysa kurallar açık ve nettir.  Buna rağmen bir delinin kuyuya attığı taş misali, bırakın kırk akıllının taşı çıkaramayacağını, pek çok dilci sorunu çözmekte zorlanacak, hatta o taşı çıkaramayacaktır. Zamanla “galat” kılıfına sığdırılarak yanlış olmasına karşın o kullanımın sürdürülmesi benimsenmiş olacaktır. Tıpkı “k” harfinin “ka” olarak seslendirilişinde olduğu gibi. Aslında kural kesin ve açıktır: Türk dilinin harfleri (sessiz) seslendirilirken sonlarına “e” harfi getirilerek söylenir. Bunda anlaşılmayacak bir nokta var mıdır? Dolayısıyla “k” harfinin sesi “ka” değil “ke”dir. Bu örneğin dilimizdeki yaşayışına, kullanılışına dikkat ederseniz ve geriye dönük düşünürseniz sanırım ne demek istediğim daha açık olarak kendini gösterecektir.

Görüldüğü gibi bu durumlarda bireysel yanlışlıklar topluma nasıl yansımakta ve -bilerek ya da bilmeden-  kolayca yaygınlaşmaktadır.  Sonuç olarak olay artık bireysel değil toplumsal boyutlara erişmiştir. Bu tür gelişmeler dilin kurallarına zarar verdiği gibi zaten doğru dürüst okumayı, araştırmayı sevmeyen toplumumuzu da kaçınılmaz son olan yanlışlara sürüklemektedir. Kimseler kusura bakmasın, biz, araştırıp öğrenme yerine işin kolayı olan kulaktan duyup duyduklarını kendi fikirleriymiş gibi satma hastalığı olan bir milletiz. Üretmekten ziyade tüketmek daha çok işimize gelir. Çünkü tembelliğin kuralıdır bu, hazırcılık. Elbette bu söylediklerim dilimizin kuralları gibi kesin değildir. Söylediklerimin pek çok istisnası vardır ki onlar eli öpülesi kişilerdir. Fakat öte yandan akademik kariyeri olan bir bilim adamını düşünün! Kendi dalında uzmandır ama maalesef iki sözcüğü bir araya getirmekten acizdir. Her satırında bir kural ihlali vardır. Neden diye soramazsınız. Sormaya kalktığınızda “Ben bilmem ne uzmanıyım, dilci değilim.” der. Oysa bir bilim adamının önce diline saygı duyması, onu gereğince özenle kullanması gerekmez mi? Aksi halde kendisine olan güven nereye kadar sürebilir? Aslında bunun temelinde yatan açmaz “mütevazılık” kökenlidir. Eğer kişiler “ben” demek yerine “biz” demeyi yeğleyebilse, ya da “Ben her şeyi bilirim, en büyük benim.” böbürlenme hastalığından kurtulabilse inanıyorum ki pek çok sorun kökten çözülmüş olacaktır. Fakat kravat ve makam hastalığı, ye kürküm ye düşkünlüğü, uzmanlığına bakılmaksızın işe göre adam değil de adama göre iş düzenlendiği, yalakacılığın prim yaptığı bir dönemde ve süreçte bizim bu konularda daha pek çok fırın dolusu ekmek yememizin gerektiği gün gibi aşikârdır. 

Bugünkü yazımda son olarak değinmek istediğim bir konu da dil kullanımındaki özenti. Bu tür kişilere “zavallılar” diyorum. Eğer öyle olmasalar güzelim dilleri, o dilin tadına doyulmaz sözcükleri varken kalkıp da el dili bir sözcükle dilini kirletmeye çabalarlar mı?  Bu yaptıkları aymazlık, zavallılıklarının bir göstergesi ve bunun bilincine bile eremeyen aciz kişiliklerinin bir yansımasıdır. Bunu fark edemedikleri bir yana bir de marifet yapmışlar gibi kasıla kasıla kimseleri beğenmez tavırlar takındıklarını da görürseniz şaşmayın. Tıpkı karganın yerde bulduğu tavus kuşu teleklerini kendi kuyruğuna eklemeye çalışıp da güzel oldum sanarak kubarması gibi… Sen sahip olduğun kuyumun, cevherin kıymetini bilip ona gereken değeri ve özeni gösterme, git başka arayışlara meyl et… Buna ne denir? Zavallılık ve acizlik işte bu olsa gerek.

Dilimizi zavallıların diline ve eline bırakmamak bu ulusun bireyleri olarak hepimizin üstüne düşen en büyük görev ve sorumluluktur. Sorumluluklarımız dahilinde dilimize gereken özeni gösterip ona saygıda kusur etmemeliyiz. Bu saygının da ancak kuralların yerli yerinde kullanımıyla gerçekleşeceği kesindir.

Gelecek yazımda kurallarında karışıklık olduğu söylenen, içinden çıkmakta zorlandığımız yazımları ve söylemleri aynı ama görevleri farklı olan “-ki” eki ile “ki” bağlacı üzerinde durmayı düşünüyorum. Yazımında “Acaba ayrı mı, bitişik mi yazılacak?” kaygısıyla bizi sürekli ikilem içinde bırakan bu konuda görüşmek umuduyla.* 

Tahsin MELAN

Dil Bilimci, Türkolog

* Üzerinde durulmasını istediğiniz konular varsa Sefa Bey aracılığıyla bana ulaştırabilirsiniz. Dilimizin döndüğü kalemimizin mürekkebi yettiğince konuyu işlemeye çalışırız.

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.