DARBE GİRİŞİMİ

ABONE OL
18:10 - 01/10/2020 18:10
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

DARBE GİRİŞİMİ

15 Temmuz Cuma günü saat 22’yi biraz geçtiği sırada, ülkemizde trajikomik bir darbe girişimi yaşandı. Hazırlanışı, uygulaması ve sonuçlarıyla akıllara durgunluk veren bu darbe girişimi, aslında daha başlamadan sona ermişti.

Ülkemizde ve dünyada yaşanan deneyimlere göre ‘darbeciler’ önce özel öneme sahip bir takım yerleri ele geçirir ve hükümet üyeleri ile muhalifleri tutuklardı. Ama bu darbe girişiminde herkes görevinin başındaydı; bazı eski ve yeni yöneticiler, başbakan ile bakanlar demeçler verip görüntülü telefon bağlantısı ile canlı yayına çıktılar. Siyasi iktidarın yetkilileri halkı sokağa çağırdı. Kısaca; halkla orduyu karşı karşıya getirdiler. Camiler de buna alet edilerek, yarım saatte bir yapılan anonslarla halk, demokrasiyi korumak için meydanlara çağrıldı. Saat 22.30’dan sonra televizyonlardan canlı izlenen bu tele-darbe girişiminden en karlı kim çıktıysa, bu işle ilgili olduğu da bellidir.

Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da olmadığı sırada kaçak sarayın ucunun bombalanması, Marmaris’ten ayrılır ayrılmaz kaldığı otele baskın yapılması, uçakla İstanbul’a gelirken darbecilerin kontrolündeki savaş uçakları tarafından hiçbir şey yapılmaması ve yine darbecilerin kontrolündeki Atatürk Havalimanı’na inmesi de düşündürücüdür. Emniyet Müdürlüğü ve özellikle TBMM’nin bombalanması ile helikopterlerden halka ateş açılması silahlı kuvvetlerin itibarsızlaştırılması anlamına gelmektedir.

Tayyip Erdoğan ve başbakanın güvenlik güçlerine talimat vermesi gerekirken, aynen Mısır’da Mursi’nin yaptığı gibi taraftarlarını sokağa çağırması, büyük kuşkulara ve acı veren olaylara neden oldu. Sokağa çıkanlardan insana benzemeyen bazıları, emir almış Mehmetçikleri teslim olduktan sonra linç etmiş, ölmüş askerleri tekmelemişlerdir. En acı olanı ise bir askerimizin başının kesilmesidir. Bu yeni bir Menemen olayıdır ve şeriatçı kalkışmanın provasıdır. Bu darbe girişiminin simgesi, başı kesilen Türk askeri olacaktır.

Bunun utancını yaşaması gerekenler ülkemizin yönetimindedir ve bu olaylara karışanlar için henüz hukuki bir girişim yoktur. Olayın bir başka utanç veren yönü de, Genelkurmay Başkanlığı’nın 17 Temmuz 2016 tarihinde yayınlanan beş maddelik bildirisidir. Bu bildirinin 2. maddesinde “Darbe girişimi başladıktan hemen sonra olayı duyan kadirşinas halkımız kendi bağrından çıkmış olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek evlatlarını korumak ve demokratik hukuk sistemimize vurulacak darbeyi engellemek maksadıyla sokaklara çıkmış ve bu hainlere gereken en güzel ve en büyük dersi vermiştir” cümlesindeki “en güzel ve en büyük ders” sözcüğü, Türk askerine yapılanları onaylamak anlamına gelmektedir.

Dayak atılıp ters kelepçe yapılarak, gözü dönmüş bazı polislerin eline bırakılan onlarca general ve amiralin ilk sorgu videolarını sosyal medyaya servis etmek, Türk ordusunun aşağılanmasıdır. Valilerin, tutuklanan subayları sözde fırçalarken görüntülerini ve genelkurmay karargahına giren kendini bilmez ve kışkırtılmış grubun videolarını, kimler, neden yayınlamaktadırlar? Amaç en güvenilir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni halkın gözünden düşürmektir ve küçültmektir.
Bu tele-darbe girişiminin bilançosu çok acıdır: 265 ölü ve 1440 yaralı. Şimdilik 2840 subay ve asker gözaltına alınmıştır, bu sayının 6000 olacağı söylenmektedir. Özellikle Güneydoğu’da görev yapanların göz altına alınmasının, terörle mücadeleyi zora sokacağı akıllarda soru işareti yaratmaktadır. Darbe girişimini önceden haber alamayanlar, anında yüksek yargıda da tasfiye ve gözaltılara başladılar. 140 Yargıtay, 48 Danıştay ve 2 Anayasa Mahkemesi üyesi hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2 bin 745 yargı ve savcının görevden el çektirilerek, göz altına alınmasına karar verdi.

Bu darbe girişimini küçümsememek gerekir, olay çok vahimdir. Ancak bu ortamı hazırlayan siyasi iktidar biraz daha düşünmeli ve ders çıkarmalıdır. Ortada paralel yapı varsa bunu yaratanların, bu yapıyı askerin kozmik odasına sokanların ve bu yapıya “ne istediler de vermedik” diyenlerin hesabını vermesi gerekmektedir. Sıkışınca hep “aldatıldık” diyerek işin sorumluluğundan kaçmaya çalışmamalıdırlar. Ancak ne olursa olsun bunların hesabı sorulmalıdır ve birgün sorulacaktır.

Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay 2. Başkanı ve MİT Müsteşarı bakanlık binasında toplantı yapmışlar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan şöyle demişti; “Bu işi bana bırakın, adamlarıma söyleyeyim, üç-beş füze salladık mı, hop Suriye’deyiz.” Bu kafadaki insanlardan darbe dahil her şey beklenebilir. ABD’de yayınlanan The Washington Times Gazetesi 7 Nisan 2016 tarihinde şöyle bir haber yazmıştı: “Erdoğan yetkilerini genişletmek için askeri darbe kurgulayabilir.” 15 Temmuz Cuma günü yapılan darbe girişimi, başarıya ulaşamayacağı bilinen bir tiyatroydu. Öngörümüz odur ki; Tayyip Erdoğan’ın bu darbe girişiminden haberi vardı ve fiyaskoyla biteceğini de biliyordu. Çünkü olayların gelişimi bunu doğrulamaktadır. Bu darbe girişimi ABD’nin başını çektiği küresel çetenin emriyle yapılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki Fethullahçı ve diğer ABD komutası altındaki subayların bir kısmının feda edildiği anlaşılmaktadır. Bu olaydaki kısa vadeli amaç siyasi iktidara katkı sağlayacaktır ancak uzun vadede küresel çetenin Türkiye’deki yeni yeni projelerine zemin hazırlayacaktır.

Anayasayı tanımayan, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini eleştiren, hukuk devletini yok eden, yargı ile sürekli oynayarak bağımsız yargıya son verenlerin ve “rejim değişikliği kanlı mı olacak, kansız mı?” diyenlerin tezgahından geçenlerin demokrasiyi savunması gülünç ötesi bir durumdur. Zaten bu yapılanlar açıkça bir sivil darbedir. Ancak bu sivil darbeyi kalkınma ve kahramanlık söylemleriyle geçiştirenlere de birgün hukukun gerekeceği unutulmamalıdır. Eğer demokrasiyi korumak ve savunmak bu siyasi iktidara kaldıysa, vay halimize… Senaryosu da, yönetmenleri de vasat bir gösteriydi, kötü bir tiyatro oynandı. Ancak bundan sonra tam bir faşizm ile cadı avı başlayacağı da unutulmamalıdır.

Hukukun üstünlüğüne bağlı seçimle gelmiş bir siyasi iktidarın silahla devrilmesi asla savunulamaz. Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı görülür.

Suay Karaman
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.