CUMHURİYETLE HESAPLAŞMA

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Lozan’da Lord Gürzon, bağımsız Türkiye konusunda direnen İsmet Paşa’ya şöyle söylüyordu: ”Bu reddettiklerinizi cebime koyuyorum, gün gelecek bunları teker teker kabul ettireceğim.”

İsmet Paşanın reddettikleri nelerdi:

Kapitülasyonların devamı

Türkiye’nin bağımlı kalması

Vatanın parçalanması

Boğazların Türkiye’nin elinden alınması

Yer altı ve yerüstü kaynaklarının emperyalizmin emrine verilmesi.

Yani, bağımsız, özgür, onurlu bir devlet yerine; emperyalizmin emrinde onursuz bir sömürge olmamız için dayatılıyordu.
Yani; Hasta Adam Osmanlı kalmamız isteniyordu.

Türkiye’nin sadakaya, merhamete, emperyalizmin himmetine gereksinimi yoktu.

Emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşını dişiyle, tırnağıyla, kanıyla kazanmıştı.

Emperyalizmin işgalci ordusunu Ege’de denize dökerek tüm olumsuzluklara rağmen, yokluklara rağmen vatanlarına sahip çıkmışlardı.

Zaten o kutsal savaşa başlarken karar alınmıştı:

Ya istiklal ya ölüm!

Başka çözüm yoktu.

Kurtuluş Savaşı bunun için verilmiş ve başarılmıştı.

Dayatılan zincire vurulma şartlarını elinin tersiyle iten İsmet Paşa, Lord Gürzon’un restini görerek galip gelen ülkenin temsilcisi olarak Ankara’ya döndü.

Savaşa devamı göze alamayan işgalciler Lozan’da Türk Devletinin zaferini onaylamak zorunda kaldılar.

Tarihte ilk kez ordusuyla, sanayisiyle, devrin en öldürücü silahlarıyla donatılmış emperyalizmin acımasız kudreti, elinden silahı alınmış, yıllarca süren savaşlarda yorgun ve bitap düşmüş, giyecek giysisi, karda, ayazda potinsiz askeri karşısında pes etmek zorunda kalıyordu.

Bu bir abartısız Türk Mucizesiydi.

Bu halkın layığı kulluk, kölelik değil özgür bireylerin oluşturduğu Ulus Devlet’ti adı ise: Türkiye Cumhuriyeti idi.

29 Ekim 1923, Türkiye’nin halk tarafından yönetileceğinin, artık Çağdaş Uygarlık ailesinin üyesi olarak sonsuza dek yaşayacağının tarih önünde onanmasıdır.

Ama Cumhuriyet tek başına yetmezdi. Halifeliğin, tekkelerin ve zaviyelerin hüküm sürdüğü ülkede Cumhuriyet korumasız kalacaktı.

Gereği yapıldı, Halifelik kaldırıldı, tekkeler ve zaviyeler kapatıldı. Öğrenim Birliği kabul edilerek mollaların eğitim kurumlarındaki hâkimiyetine son verildi.

Laiklik kabul edildi.

Türk Devriminin o dönemlerde gerçekleştirilen devrimlerden farklı yanı bu devrimin özünün Laiklik olmasındandır. Kalıcı olmasının nedeni budur.

Laiklik bilimin ve demokrasinin temelidir.

Atatürk’ten sonra, gerek karşı devrimciler, gerekse oy kaygısıyla karşı devrimcilere şirin görünmeye çalışan politikacıların aymazlıkları nedeniyle Laiklik karşıtı odaklar Laik Devletin kurumlarında kadrolaşmaya başladılar.

Şeriatçılar; ”Tek doğru Ulusal Egemenlik değil, Allahın egemenliğidir.” Demeleri boşuna değil.

Önce Laiklik ilkesini Türkiye’nin özellikleri bahanesiyle İslam dininin özellikleriyle bağdaştırma yalanıyla sulandırmak, bununla da bilimi dogmaya teslim etme amacını gütmektedirler.

Milli Görüş maskesi altında Laiklik karşıtı odakları içinde barındıran AKP’nin iktidar olduğu günden beri uyguladığı yöntemlerle geldiği nokta Laik Cumhuriyetle Hesaplaşma noktasıdır.

AKP’nin Cumhuriyetle sorunu Laiklik konusundadır.

İran Şii İslam Cumhuriyeti gibi

Türkiye Sünni İslam Cumhuriyeti amacındadır.

Bugün geldiği noktada amacına ulaşmak için her yolu denemektedir.

Laik Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi anayasal görev olarak verilen TSK’nin Laik Cumhuriyet yanlısı subayların çoğunluğu tutsak durumundadır.

Yargı, cemaat müritlerinin emrine verilmiştir.

Yüksek Yargı Arınç’ın sevinç çığlıklarıyla yağmur gibi yağarak AKP yargısı durumuna getirildi.

Laik Cumhuriyetten yana, bilimi en gerçekçi yol gösterici olarak gören bilim adamları, gazeteciler, parti liderleri, aydınlar Silivri Toplama Kamplarında esir tutulmaktadırlar.

Kızkardeşini parayla erkeklere pazarlayan, gasp suçundan hüküm giymiş sabıkalıların, PKK militanlarının, erkek arkadaşı emniyetçinin terk ettiği haham bozuntularının ve de isimsiz, imzasız ihbarcıların ihbarlarıyla derdest ediliyorlar.

Ülkenin bölünmesini engellemek için PKK ile savaşan komutanları, Oslo’da vardıkları mutabakat sonucu tutuklayıp düzmece CD’lerle, sonradan yapılan kayıtlarla suç delili yaratıp, PKK’nın önünü açtılar.

PKK, 24 Mehmetçiği şehit ettiklerinde Arap ihanetini kutlamak için Türkiye’ye arada bir uğrayan Başbakan, Van depremini bahane ederek Cumhuriyet Bayramı etkinliklerini yasaklaması bu hesaplaşmanın dışa vurumudur.

Acılara duyarlı olan Türk Halkı, özgürlüğünün, kurtuluşunun gereğini yerine getirerek bu hesaplaşma oyununa gelmemiştir.

Cumhuriyet kutlamalarına yasak getiren Başbakan’ın çiftetelli oynanan düğünlere katılması belki cemaat müritlerini ve seçimleri kömür, makarna dağıtım dönemi olarak algılayan yoksul halkı ilgilendirmez.

Ama, deprem için halktan toplanan paraları seçim yatırımı ve yandaşları zengin etmede kullandığının hesabını vermekten öfkelenerek, muhalefeti suçlayarak kaçamayacaksınız.

Ülkeyi kana bulayan, batıda ve doğuda askerleri, polisleri, sıradan yurttaşları katleden PKK teröristlerine ve onların siyasal uzantısı BDP’nin teröre sahip çıkmasına ve ülke bütünlüğünü reddederek açıkça terörü desteklemesine nutuk atmaktan başka bir şey yapamayan iktidar ve onların savcıları, parasız eğitim isteyen gençliğe acımasız saldırısı da Lord Gürzon’u haklı çıkarabilir.

Bir ülkenin başbakanı ABD tarafından Arap ülkelerinin Haçlı İttifakına teslim edilmesi için eş başkan atanması ile onur duyuyorsa; Lord Gürzon bu günleri görebilmişti.

Ama Türk Aydınlanmasının lideri Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’te bu günleri görmüştü.

Atatürk Laik Cumhuriyeti emanet ettiği Türk Gençlerine seslenişinde:

”Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler. Üstelik hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.” Diyerek gelecekteki olasılıkları ve ne yapılması gereğini de göstermiştir:

Ey Türk geleceğinin gençliği!

İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Yalnız Türk Gençliği değil, tüm Türk aydınları, askerleri, cumhuriyet savcıları, gazetecileri özellikle insan olma onurunu ve hakkını kazandıran Laik Cumhuriyet kadınları bu görevin bilinciyle Cumhuriyet Bayramını coşkuyla kutlamıştır ve sonsuza dek kutlayacaktır.

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.