CUMA NAMAZINA DAİR (I)

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

*İmamlar dirilmeden hutbeler dirilmez.
*Hutbeler dirilmeden cemaat dirilmez.
*Cemaat dirilmeden ümmet dirilmez.
*Ümmet dirilmeden insanlık dirilmez.

*İmam kelimesi “anne” manasına gelen “umm”den türetilir. Anneler çocuklarının bedenini beslerler, hocalar insanların kafalarını ve kalplerini beslerler. Anneler yavrularına göğüslerinden süt emzirirler. Hocalar müminlere Kur’an ve onun beyanı olan sünnet çeşmesinden ilim ve hikmet emzirirler.
* Hutbe, bir açıdan ilim, bir açıdan irfan, bir açıdan irşad, bir açıdan hikmet, bir açıdan emr-i bi’l-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münker, bir açıdan davettir.

* Minberler imam-hatiplere bir peygamber emanetidir. Asıl kutsal emanet budur. Zira Hz. Peygamber kendisinden sonra yaşayan müminlere giysilerini ve eşyasını değil misyonunu ve davasını miras bırakmıştır.

Sözün özü:

* İmam demek, ana yürekli adam demektir. İmam demek, ölü değil, diri yıkayan adam demektir. O halde imam ve hatiplerin başarısı, dirileri nasıl ve ne kadar yıkayabildikleriyle ölçülmelidir.

Cuma namazı

Cum’a namazı; Cum’a günü öğlen namazı vakti içinde, teamüle göre hutbeden evvel cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namazdır.

Cum’a Arapça bir isimdir, “toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk” anlamlarına gelir. Cum’a gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.1

Hafta günlerine İslâm’dan önce verilen isimler şimdiki isimler değildi. Cum’a gününe “yevmu’l-arûbe”2 denirdi. Bu isimler Sabiîlerden Araplara geçmiştir: Çünkü Süryâniler Sabiî idi. Süryânîce de arûbe “rahmet” manasına gelmektedir. Cum’a’dan sonraki günler de “şiyâr: cumartesi”, “evvel: pazar”, “ehven: pazartesi”, “cübâr: salı”, “dubâr: çarşamba”, “mûnis: perşembe” idi.
Sabiîler, cübâr: salı”, “dubâr: çarşamba” günlerinin uğursuz olduğuna inanırlardı. Bu günler, Merih ve Zühre yıldızlarına nisbet edilir ve müneccimlerde bu yıldızları uğursuz sayarlardı 3

Aynı günlerin müslümanlar tarafından da uğursuz olarak kabul edilmesinin ve o günlerde bir işe başlangıç yapılmasının uğursuz! sayılmasının kaynağı İslâm Dîni değil, Süryanîlerdir. Bu anlayışı, İslâm’a; İslâm adına dayatanlar geleneksel dinin temsilcileridirler.

Araplar günlerin bu eski isimlerini ne zaman değiştirmişler diye araştırdığımızda şu bilgilere ulaşabiliyoruz; Arûbe’ye cum’a adını veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber’in dedelerinden Ka’b İbn Lüeyy’dir.

İbn Şîrîn’den gelen bir başka rivayete göre bu ad, cum’a namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine’de bulunan müslümanlar tarafından verilmiştir. İbn Şîrîn’in rivayeti şöyledir: “Hz. Peygamber Medine’ye hicret etmeden ve cum’a ayeti nazil olmadan önce Medineliler Cum’a namazı kılmışlardı.” Medineliler(Ensâr): “Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar, hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o günde Allah’ı zikredelim; şükredelim.” dediler. Bunun üzerine: “sebt:” cumartesi günü yahudilerin, ‘’ahad”: pazar günü hristiyanların, o halde bu toplanmayı ‘’arûbe”: günü yapalım.” demişlerdi. Bu suretle Es’ad İbn Zürâre’nin yanında toplandılar, Es’ad b. Zürâre onlara iki rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. Toplandıkları o âna “cum’a” adını verdiler. 4 O da onlara bir koyun kesti, ondan kuşluk ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da cum’a ayeti nazil oldu 5

Cuma Namazının Mekke’de farz kılındığı hakkındaki rivayet doğru değildir
İbn. Hacer’e göre Cum’a Mekke’de farz kılınmıştır. Fakat müslümanların azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü olmamaları nedeniyle Mekke’de Cum’a kılmak mümkün olmamıştır. İbn Abbas’ın şu rivayeti de bu görüşü desteklemektedir: “Rasûlullah, hicret etmeden önce Cum’a namazının kılınması için izin verilmiştir. Fakat Mekke’de Cum’a kıldırmaya gücü olmadı. Onun için, daha önce Medine’deki müslümanlara İslâm’ı öğretmek için gönderilmiş olan Mus’ab İbn Umeyr’e mektup yazarak: “Yahudilerin açıktan Zebur okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da zeval vaktinden sonra Allah’a iki rekat namaz ile yaklaşın.” Bu emir üzerine Mus’ab, Medine’de ilk Cum’a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber Medine’ye gelinceye kadar sürdürmüştür.” Mus’ab’ın Cum’a namazı kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, oniki idi. 6

Bu rivayetin doğru olmaması gerekir
İbn Hacer’in Cum’a namazının Mekke’de farz kılındığı halde, orada kılınmayışını sayı azlığına bağlanması uzak ihtimaldir. Çünkü Cum’a namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığı gerekecek olsa bile, bu sayıda müslüman o tarihlerde bir araya rahatlıkla gelebilirdi. Kaldıki, rivayete göre, Mus’ab b. Umeyrin kıldırdığı Cum’a namazında da oniki kişi vardı.
Ancak Cum’a namazının açık olarak kılınması gerektiği ve Rasûlullah ile müslümanların da o sıralarda gizlendiği için kılamamış olmaları düşünülebilir. Bu durumda da Peygamberimizin müşriklerden korkarak Allah’ın emri olan Cuma namazını terketmesi gerekir ki, böyle bir davranışı tevhidin tebliğcisi bir peygambere yakıştırmak terbiye sınırlarını zorlamak olur.
Cum’a izni, sıradan bir izin olarak da değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah’ın ve O‘nun Rasûlü’nün izinleri bile emir gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Oysa farz kılınan Cum’a namazıdır. Kur’an buyruğuna göre, işi-aşı terkedip koşarak gidilmesi gereken ibadettir. Böyle bir buyruğu peygamberimizin Mekke’de atlaması mümkün olamaz. Üstelik müslümanlara cihad 7 etme izni verilmiş iken böyle bir korkaklığın altına peygamberimizin imzasını atması asla düşünülemez..

Diğer taraftan Cum’a namazının farziyetini bildiren ayet 8 bilindiği gibi Medine’de ve Hicret’ten sonraki yıllarda nazil olmuştur.

İlk kılınan Cuma namazı
Hz. Peygamber’in kıldırdığı ilk Cum’a namazının, Ranûna denilen yerde Sâlim İbn. Avf mescidinde olduğu söylenir. Hz. Peygamberin Medine’ye hicret sırasında ilk olarak Kuba’da Amr İbn Avfoğullarına misafir olduğu, orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldığı, Kuba Mescidi’nin temelini attığı; sonra Cum’a günü Medine’ye gitmek için yola çıktığı, Benû Sâlim yurduna gelince de Cum’a namazı vakti girdiği için, orada hutbe okuyup farz olan ilk Cum’a namazını kıldırdığı, rivaret edilir.

Kanaatimizce bu namaz farz kılınan ilk Cuma namazı değil, geleneksel arûbe günü yapılan toplantının namazıdır: Çünkü, yukarda da zikredildigi gibi cuma ayetinin hicret esnasında nazil olduğuna dair herhangi bir haber mevcut değildir: Yani, daha Cuma namazını farz kılan ayet nazil olmamışken, bu durumda Ranûna’da kılınan bu namaz, farz olan Cuma namazı olmasa gerektir.

Medine haricinde ilk Cum’a namazı kılınan yer Bahreyn’de “Cevâsa” da Abdi Kays Mescidi’dir.

Cuma namazı far-ı ayındır
Allah buyruklarını peygamberlerine ve âlimlere tastikletme ihtiyacı duymaz, ama nedense fıkıh kitaplarında farz olan ibadetlerle ilgili hükümlerin farziyyeti açıklanırken, şu şekildeki onaycı yaklaşıma sık sık rastlamak maalesef mümkündür: ‘‘Cum’a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir.‘’
Bu yaklaşım Sadece Cuma namazı ile sınırlı değildir, diğer ibadetler ile ilgili açıklamalar da hep aynı şekilde yapılmaktadır. Sanki, ibadetlerin farz olabilmesi için Kur’an’ın buyruklarına noter tarafından onay verilmesi gerekirmiş gibi.

Allah’ın buyruklarını yaratılmışlardan birilerine tastik ettirmek abesle iştigaldir, fevkalade yanlış bir davranıştır. Dinin Sahibi herhengibir ibadeti farz kıldıysa, bu hükmü peygamberin veya alimlerden birisinin evet o farzdır, doğrudur veya farz değildir, yanlıştır gibi bir yaklaşımla, Allah’ı doğrulaması gerekmez (hâşâ).

Ne sünnetin veya icma’ın böyle bir yetkisi vardır ne de dinin Sahibi’nin böyle bir tasdiğe ihtiyacı vardır. Bu mantık müslümanı şirke götüren bir mantıktır. Velhasıl, ne Peygamber onay makamıdır ne de âlimler.

Buyruk Sahibi hükmünü şöyle koymuştur
“Ey iman edenler, Cum’a günü namaz için çağrıldığınız zaman, Allah’ı anmağa koşun; alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” Evet Allah bu âyet ile cuma namazını farz kılmıştır deyip, konunun kapatılması gerekirken, ne yazık ki, onay için peygamberin o da yetmemiş âlimlerin görüşüne başvurma ihtiyacı duyulmuştur.

Cuma günü ile ilgili uydurma rivayetler
‘’Hz. Câbir’den rivâyet edilen şu hadis, Cuma’nın farziyyetinin sünnetten delilidir,” 9 gibi yaklaşımla karşılaşmak herzaman mümkündür. Guya, cumanın farz olduğu bu hadisle, böylece onaylanmış olmaktadır. Şu hadisleri! Lütfen dikkatle okuyalım:
1- “Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tövbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah’ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek suretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur.

Şunu biliniz ki:
Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cum’a’yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecektir.
Benim hayatımda, ya da benden sonra;
-adaletli,
– yahutta,
– zâlim bir imamı bulunduğu halde, o imamı hafife alarak veya inkâr ederek kim cumayı terkederse;
– Allah, onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın.
– Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği, tâ ki tövbe edinceye kadar. Artık kim tövbe ederse, Allah, onun tövbesini kabul etsin.
Şunu da biliniz ki:
Hiç bir kadın bir erkeğe imam olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir muhacirin önüne geçip imam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması dışında mü’min bir kimseye imam olmasın.” 10

Yorum:
Bu hadis! Peygamberimize aid bir söz olamaz:
– Birincisi, zalim bir imamı adaletli bir imamla eşit tutmak, yeryüzünde adaletin tesisi için gönderilen son peygambere hiç yakışmaz.
– İkincisi, peygamber insanlara zalim imamın arkasında namaz kılmadı diye lânet etmez: Çünkü O rahmet peygamberidir.
– Üçüncüsü, Allah farz olan bir ibadeti terketti diye veya haram bir iş işledi diye, müslümanın yaptığı diğer ibadetlerini yok saymaz.
– Ve peygamber bu gibi meselelerde fevkalde hassastır.
– Sonra Peygamber hemşehricilik de yapmaz. Okuması düzgün olmayan Bedevî bir Arap olabileceği gibi, Muhacir bir Arap da olabilir. Ve peygamber bunun böyle olduğunu çok iyi bilir.

2- Peygamber Cum’a hutbesi için bir hurma kütüğü edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz olan kölesinin ılgın ağacından yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya kadar onun üzerinde Cum’a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de, Peygamber hutbe için üzerine çıkınca eski hurma kütüğünden deve iniltisi! gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek elini üzerine koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak “Cizu’n-nahle” adıyla meşhur olmuştur.

Yorum:
Deve kütüğünün peygamberin ayrılığına dayanamaması, peygamberi ilâhlaştırma gayretlerinden başka bir mânâ taşımaz. Peygamber mucize göstermez, mucizeyi Allah gösterir. Mucize bir güç gösterisidir, meydan okuma anlamındadır, ve peygamberlerin zor durumda kaldıkları zamanlarda Allah’ın peygamberlerine yardımıdır.

Geldiğimiz yerden baktığımızda, müslümanların duygularına hitap etmekle gerçek islâm şuurunu onların beyinlerine kazımanın mümkün olmadığını görüyoruz. Olması da mümkün değildir.
……………………
1 Zebidî, Tâcu’l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’ân, XVIII, 97, 98

2 Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99

3 Hak Dini Kur’an Dili: 6/4977; İbnu’l-Manzûr, Lisan’ül-Arab:2/725

4 Nizamu’d-dîn el-A’rac, Tefsîru’n-Neysâbûrî, Taberî kenarında 28/66, beyrut, 1400, H.1980 M.

5 Cum’a Suresi, 62/9

6 Suyütî, ed-Dürru’l-Mensûr, VI, 218, Dâre Kutnî’den naklen: İbn Sa’d, Tabakat, III, 118

7 el-Hacc, 22/39

8 Cumâ, 62/9-11

9 İbn Mâce

10 İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no: 1081

DEVAM EDECEK

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.