COĞRAFYAMIZ’ DAN GÖÇ MANZARALARI

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Geçen hafta Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) temsilcisi sıfatıyla Kafkasya bölgesinden çeşitli ülkelere giden ve insan kaçakçılarının pençesine düşüp zorla çalıştırılanlarla ilgili uluslararası bir konferansa katıldım. Yıllardır göçün ve yurtdışındaki vatandaşlarımızın konu edildiği yüzlerce toplantıya katılmışlığım var. Çoğunlukla memur olarak ve son yıllarda da akademisyen kimliğimle. İlk kez Türkiye’ye yurtdışından gelen göçmenlerle ilgili yurtdışındaki bir uluslararası etkinlikte bulunmuş oldum. Türkiye hep göçmen gönderen ülke olarak düşünüldüğü ve biz de yurtdışındaki vatandaşlarımızı savunmak görevini üstlenmiş olduğumuz için doğrusu bir anlamda rol değişikliğine uğramış hissettim kendimi. Fakat ülkemize yabancı göçmen akımı özellikle doksanlı yılların başından itibaren Türkiye gündemine girmiş olan bir gerçeklik. Türkiye’nin uyguladığı liberal vize politikası yıkılan Sovyetler Birliği coğrafyasının ekonomik güçlük çeken insanlarını Türkiye’ye çekti. Şimdi bu vize politikasının yararlı ve insani olduğuna inanmakla birlikte suç sayılan eylemlere de bir anlamda neden olduğunu söylemeden geçmek doğru olmayacak. İnsanlar ülkemize geliyorlar ve maalesef sadece yasal yollardan para kazanmak için değil. “Seks işçiliği” olarak da adlandırılan bir yeni kölelik ortaya çıkmış ve bununla ancak ilgili ülkelerin yetkili ve kurumlarının birlikte mücadele etmesi gerekiyor.

Ankara’daki Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) 2008 yılı sonu itibariyle yayınladığı sayısal verilere göre 2005 ile 2008 yıllar arasında Türkiye’de İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen insan kaçakçılığı vakası 669’u bulmuştur. Bu sayının belki de çok fazla olmadığı düşünülebilir. Ancak her insan kaçakçılığı olayının güvenlik güçlerine yansımadığı düşünülürse olayın ciddiyeti anlaşılacaktır. Zaman zaman medyada görüldüğü şekliyle ve “Nataşa” diye gülüp geçilen “seks işçilerinin” aslında her birinin arkasında bir trajedi ve bu insanları istismar eden bir takım karanlık kişiler bulunmakta. Dahası küçük yaştaki çocukların bile alınıp satıldığı bir pazar var ve bunu duyunca yıllardır göç işleriyle uğraşan birisi olarak ben de “pes” dedim.

Türkiye’de resmi kurumlarımız günümüzün bence en yüz kızartıcı suçlarından biri olan insan kaçakçılığı ile mücadele amacıyla gereken mücadeleyi vermeye çalışıyor. Bu amaçla bir de telefon hattı (157) kuruldu ve bu hatta başvurup insan tüccarlarının elinden kurtarılanlar var. Yurtdışından getirilerek zorla çalıştırılanların acil destek ve yardıma ihtiyacı olduğu kadar onları istismar edenlerle de çok kararlı biçimde savaşmak önem kazanmış durumda. Bu amaçla Tiflis Konferansında bazı ilgili kurum ve kuruluşları, hükümetleri, işçi ve işveren kuruluşlarını, üniversiteleri ve sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirecek, en az insan kaçakçıları kadar etkin olabilecek bir tarzda etkin olabilecek önlemleri içeren bir dizi öneri yapılması kararlaştırıldı.

Bu iş haliyle öneriler kaleme almakla ve iyi niyetli toplantılar düzenlemekle olacak bir iş değil. Öncelikle Kafkasya bölgesi dâhil Karadeniz’in kuzeyinden Türkiye’ye ve diğer ülkelere giden, daha doğrusu götürülen ve gittikleri ülkelerde karın tokluğuna zorla çalıştırılanların gitmek zorunda kalmamalarını sağlamak gerekiyor. Tiflis’teki konferansta bu zavallı insanların yaşam koşullarının değiştirilmesinin suçu önleyeceği gerçeğine hiç değinilmedi. Bu kolay iş değil, söz konusu bölgelerdeki ülkeler hala ekonomik bakımdan büyük güçlükler yaşıyor. Gürcistan’ı görüp Türkiye’ye dönünce ben de doğrusunu isterseniz Türkiye’nin her şeye rağmen varmış olduğu kalkınmışlık düzeyinin hiç de azımsanmaması gerektiğini sonucuna vardım. Belki de bu nedenle de insan kaçakçılığı ve zorla çalıştırma gibi çağımızın ayıplarına karşı Türkiye’nin önemli bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.

Herkese iyi haftalar.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.