ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Şiddet bedenimizi ve ruhumuzu yaralar.

Bedenimiz tıp ile ruhumuz müzik ile şifa bulur. Süreyya İnal
Çocuklarımızın geleceği için şiddete karşı elele başlıklı konsere duyulan ilgi uzun süre basında yankı buldu.
Bu konserin iki önemli işlevi vardı.
Birincisi şiddete karşı duyarlı olmak ve toplumu duyarlı kılmak.
Kadına karşı şiddet ailenin her ferdine yapılan şiddettir. Kadın diğer aile fertlerinden ayırdedilemez. Çocuklar kadına uygulanan şiddeti görüyorlar. “Öğretmenin dediğini yap, yaptığını yapma.” Atasözünde açıklandığı gibi, çocuk gördüğünü örnek alır, büyüklerin dediğini yapmaz.
Birçok köşe yazılarında, basında ve etkinliklerde aile içi şiddetten bahsederken, yalnız fiziksel şiddet ele alınıyor. Bu nedenle türleri iyi incelemekte fayda vardır.
Sözlü ve duygusal türdekinde aşağılama, küfür, tehdit, alay etme, uzun süreli küsme gibi davranışları sayabiliriz.
Sosyal türde: Yakınları ile görüşmeyi yasaklama evden çıkarmama, zorla evlendirmeyi örnek olarak verebiliriz.
Cinsel türde: Tecavüz, istemediği cinsel ilişkiye zorlama, kadınlığı veya erkekliği ile alay etme olabilir.
Ekonomik türde: Çalışanın parasını elinden almak, zorla çalıştırmak veya çalışmasını yasaklamak olarak gösterilebilir.
Sözel, duygusal, sosyal şiddet de en az fiziksel şiddet kadar acı verir. Kızgınlık kontrol edilmezse şiddete yol açar. Bu nedenle şiddete mazur kalanları korumak kadar, olmadan önce yapılması gereken küçük yaşta duyguları kontrol altına almayı öğrenmek, öğretmektir.
Toplumda öğrenimi, tahsili yüksek olanların kadınlara ve çocuklara uyguladıkları şiddetin açtığı zarar ve acılardan konuşulmaz. Gizli kalan yaralar, acılar hayatî krizlerde çocuk genç yaşlara gelince, hatta yetişkin iken çeşitli ruh hastalıklarla ortaya çıkar.
Baskılar vücutta hormonların açığa çıkmasını sağlıyor. Bunlar böbreküstü bezinde, aynı bilgisayardaki sabit perde gibi, yerleşiyor. Sabah işe gidecek olan bir baba kendisini uyandırdığı için çocuğu sabaha kadar uyutmuyarak işkence yapması, hatta bir doktor ünvanı olacak birinin yapması düşünülemez dahi.
Böyle mağdurlar yasalarla korunmuyorlar. Genellikle zeki insanlardan zekice uygulandığından gizli kalıyor.
Oğlunun gelinine ve torununa uyguladığı psikolojik baskıya itiraz eden, eleştiren anneye torununu altı yaşına kadar büyüttüğü halde görmesi yasak edilir. Çocuk iki sene mücadeleyi bırakmaz, isyanı okulda zorluk çıkararak gösterir.
Öğretmeni babaanne sorununu halletmezseniz çocuk okulda başaramaz, der. Daha okula başlar başlamaz okul veya sınıf değişmesi bir fayda sağlamaz.
Yine başka bir örnekte çocuk büyükanne ve büyükbabasına, yasaklardan korktuğundan, doğrusunu söyleyemez, kabullenmiş gibi görünür.
Bu misalde hemen hemen akla gelen Hans Christian Andersen’in [1805-1875] “Kar Kraliçesi” (Die Schneekönigin) çocuk masalıdır.
Rejisör Gennadi Kasanski tarafından 1966 yılında Rusya’da filmi çevrilmiştir.
Kar Kraliçesi yedi yaşındaki çocuğun duygularını yok eder. Kai kendisini büyük bir macera ile kurtarmaya gelen on yaşındaki kız kardeşi Gerda’yı görünce bile sevincini gösteremez, zira duygusuzlaştırılmıştır. Bütün yetişkinler bu masalı okumalıdırlar.
Ruhen şiddet gören bir çocuk ileride akademisyen dahi olsa, uygulanan zulmün açtığı yara ve acıları tek başına iyileştiremiyor.
Buna Franz Kafka’nın [1883-1924] babasına yazdığı mektuplar en iyi örnektir. Her eğitimci bunu okumalıdır [1].
Burada çocuğunu göremiyen, yalnız nafaka ödemek zorunda olan babaların haksızlıklara karşı koymak için zaman zaman anayurtlarını bile terkettikleri de unutulmamalıdır.
Tekrar okunması gereken köşe yazıları var elbette [2].
Konserin ikinci önemli işlevi, türk müziğinin sevindirici ulaştığı zirvedir.
Artık ilk gelen neslin niyet ettiği geri dönüş ümitleri yok olduktan sonra türk toplumu organize olmaya yöneldi. Bu nedenle biraz geç kalındı, yeni naziler insanlarımızı Mölln’de, Solingen’de yakarak daha önce insan iken bize sadece türk olduğumuzu öğrettiler. Bundan sonra organize olmak güç ve hız kazandı. Hatta Türkiye Cumhuriyeti temsilcileri de ondan sonra sivil kuruluşları desteklemeye bilinçli olarak başladı.
iltergh-12-01-a2.jpg
Türk müziği korosu oluşumu 1988 de ilk adımı atılmış [3]. Kurucularından Remzi Altıok, Mürüvvet Erkan, Özcan Erkan halâ desteklerine devam ediyorlar. Her konserde aradığım Necati Gürbaca artık aramızda yok. O bize biletlerimizi ayırır, gülerek kapıda eşimi ve beni candan karşılardı. Onu çok özlüyoruz.
Konserde dağıtılan program kitapçıkların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kitapçıkta sözü dinlenen, topluma yol gösteren insanların fikirlerine yer veriliyor.
Emeği geçen insanların hakkı yenmeden derneğin tarihçesi yazılmış. Ayrıca türkçe bilmeyenler için türk müziği hakkında bilgi verilmesi iyi bir gelişmedir.
Konserin akışı bu kitapçık ile çok güzel takip ediliyordu. Sözlü müzik, türküler uzun sürerse yorucu olabiliyor. Bu nedenle İstanbul’dan gelen konuk müzisyenlerin ikinci bölümden önce verdikleri enstrümental müzik çok isabetliydi.
Türkülerimiz halkın acısını, yarasını negatif olan her duyguyu, sevincini pozitif yaşamları anlatırken türkçenin zenginliğini gösteriyor. Bu nedenle türkülerin güfteleri de yazılsa isabetli olur. Sunucu Erhan Merttürk ikinci bölümde şarkılar hakkında kısa da olsa bilgi vermeyi bırakınca, sağımda ve solumda oturan almanlara tercüme etmeye çabaladım, ama kolay değildi.
Yalnız türkülerde değil, kitapçığa da büyük besteci Avnı Anıl’ın [1928-2008] biyografisine yer verilmesi, progamın kalitesini yükseltiyor.
Ayrıca tam dugularla derinleşmişken alkışla irkiliyor insan, ortamdan uzaklaşıyoruz. Her konserde her şarkıdan, türküden sonra alkışlanması gerekir mi, diye düşünüyorum. Her bölümden sonra ve bitişte alkışlansa daha iyi olur, diyordu yanımda oturan komşum.
Konserin çok güzel ve muhteşem olduğunu tekrarlamadan “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” atasözü ile dayanışmanın önemini vurgulamakta fayda vardır.
elel-san-muz-kons-d.jpg
Konserin organizesinde emeği geçen, her şeyin bu kadar düzenli olmasını sağlıyan, başta Dr. Cem Dalaman olmak üzere, Radyo Berlin-Brandenburg [rbb] türkçe bölümü çalışanların çabalarını hiç unutmamak gerek.
Ulaştığımız zirve, müzik verileri birinci nesil için bir rüya gibidir. Bavullarımızda müzik kasetleri getirdiğimiz günleri unutturmamalıyız. Başaranların başarılarını bizden sonraki nesillere göstermek görevimizdir. Tarihimizi, başlangıcı onlara aktarmazsak, takdir edip, gurur duyamazlar, zira alınan mesafeyi algılıyamazlar.
Önümdeki sırada oturan on yaşlarında bir kız çocuğu babasının müzik aleti çaldığını bana gururla gösterdi. Çalışma sırasında koro üyelerinin ailelerinde yaşıyan çocuklar için fevkalâde bir deneyimdir. Bunlara müziği sevdirmek zor olmayacaktır, çünkü yapı taşı erken konmuştur. Ayrıca kendisini müziğe adamış bir ferdin şiddete baş vuracağını hiç zannetmiyorum.
“Şiddetin karanlığından kurtulmak, kültür ve cesaret meselesidir. Kültürümüze sahip çıkalım, çıkalım ki cesaretimiz hiç yok olmasın.”
Tamer Akkılıç
Derneğin başkanı, koro şefi başta olmak üzere bütün koro üyeleri ve konseri destekliyenlere sağ olun der, başarılarının devamını dilerim.
Hoşça kalın, müziksiz kalmayın.
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
Tavsiyeler:
[1]www.İltergh.de
 
merhaba Nr. 135 ve 136
Väter und Söhne I + II (almanca)
[2]www.ha-ber.com (arşiv)
Kadına Şiddet, Derya Çolaker
Şiddet ve Oğullarımız, Ilter Gözkaya-Holzhey
Kaynak:
[3] Konser kitapçığı
 
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.