ÇILGIN MI, ÇILDIRTAN MI?

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Aylardır kamuoyunu meşgul eden ve meraklandıran “çılgın proje” nihayet açıklandı. Herkes, özgün bir “çılgınlık” beklerken yıllar öncesinin bir projesinin gündeme getirilmesi şaşkınlığa neden oldu.

1994 yerel seçimleri öncesinde merhum Bülent Ecevit’in kamuoyuyla paylaştığı bir projeyi, kendi düşüncesiymiş gibi açıklamanın ne kadar etik olduğu tartışma konusudur. RTE, halkın gözüne baka baka bu projenin kendi hayali olduğunu açıklıyor. Sayın Ecevit’e en ufak bir atıf yok. Böyle yapmak, intihaldir. Daha açık söylersek düşünce hırsızlığıdır. Başkalarının düşüncelerini, kendi düşüncesiymiş gibi alıp kullanmak doğru bir davranış değil. AKP çevreleri intihali seviyor. Önemli görevlere getirdikleri bazı öğretim üyelerinin belgelenmiş intihal suçlarının olması da şaşırtıcı olmasa gerek.

“Çılgın proje”nin kamuoyuna açıklanma biçimi de ilgi çekici. RTE, önce yandaş bir gazetenin muhalif görünen bir yazarına konuyu çıtlatıyor. Magazin dünyasının önemli bir aktörü olan bu yazarımız, RTE ile görüşmesini allandıra ballandıra anlatıyor köşesinde. Adını veremeyeceği bir çılgın projeyi sır olarak sakladığını açıklıyor. Böylece kamuoyunun meraklanmasına neden oluyor. Her geçen gün de merak artıyor. Tam da YGS şifrelerinin tartışıldığı, iktidarın köşeye sıkıştığı bir zamanda açıklanıyor proje. Hem de “büyük hayal” olarak. Gündem değişiyor birden. Gece gündüz “çılgın proje” tartışılıyor artık.

Bizce bu proje çılgın değil, çıldırtan bir projedir. Neden mi? İstanbul’a büyük bir yoğunluk getireceği için. Kanal projesinin gerçekleşmesiyle İstanbul’un nüfusu ikiye katlanır. Bu da İstanbul’u, İstanbul olmaktan çıkarır. Su kaynakları yetersiz kalır. Orman alanları daralır. Bu da iklim değişikliğine neden olur. Tüm hoyratlığa karşın hala İstanbul, orman alanlarının yoğunluğu bakımından illerimiz arasında birinci sıradadır. Böylesi bir cenneti yok etmek, geri dönüşü olanaksız bir faciaya da yol açar.

İstanbul’a aşırı bir göçü tetikleyecek olan kanal projesi, ülkemizin demografik yapısını da alt üst edecektir. İşsizliğin, nüfus artışının çok olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizden yoğun bir göç hareketinin olacağı dikkate alınmalı. Böylesi yoğun bir göç hareketi, bu bölgelerimizin boşalmasına neden olur. Bu durum da yeni siyasal senaryoları gündeme getirir. Buralar üzerinde hak iddia eden kimi dış güçleri cesaretlendirir.

Karadeniz’le Marmara’yı birleştirecek olan bu kanal projesi, Montrö Antlaşmasını da tartışmaya açar. Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi kesin kurallarla bağlayan bu antlaşmanın tartışmaya açılması, bizi uluslararası siyasal arenada zor durumda bırakır. Boğazlarda bedava geçiş hakkı olan gemileri paralı olacağı söylenen bir kanala yönlendirmek, Montrö’yü imzalayan devletlerin itirazına neden olur.

Bir de bu işin askeri boyutu var. Boğazlardan askeri gemilerin geçişi, Montrö Anlaşmasıyla sınırlandırılmıştır. Kanalın açılmasıyla bu konu farklılaşabilir. Böylece Türkiye, bazı güvenlik sorunlarının tarafı olabilir.

Milyarlarca liranın harcanmasıyla yapılacak böyle bir proje, yeni zenginler yaratmaktan öteye gitmez. İstanbul’u yeni yağmacıların kucağına iter. Geçici olarak (işin yapım aşamasında) bir istihdam sağlasa da bu, ekonomik bir refahı getirmez.

Ülkemiz açısından “çılgın projeler” vardır. Bunlar; marka yaratma, Cumhuriyet’le başlayan sanayileşme, eğitimde yenileşme, Türkiye’yi baştanbaşa yeşillendirme, madenlerimizi ulusal bir bilinçle işletme, ulusal birliğimizi güçlendirme gibi projelerdir. Sanayisi gelişmeyen, tarımı çöken, eğitimi yerlerde sürünen, terörün zirve yaptığı bir ülkede üretimden söz etmek olanaklı mı? Günlük, geçici projeler yerine üretimi artırıcı planlamaların yapılması, ülkemizin geleceği açısından çok yararlı olur. Üretmeyen, sürekli olarak tüketimin özendirildiği bir ülkede kalkınma olur mu? Ayrıca kentleri getirim aracı olarak gören anlayışla bir toplumda sosyal adalet ve fırsat eşitliği nasıl sağlanabilir?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.