ÇELİK ÇOMAK OYNAMAKTAN VAZGEÇELİM

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türk Cemaati, UETD ve Alperenler ocağı birlikte iftar yemeği verdiler. Birlik olmak çok önemsenen bir tablo elbet, ancak asıl olan birlikte olmak olmalı. Bir araya toplanmakla birlikte olunmaz. Önemli olan zarf değildir mazruftur. İftar sofrasında oluşturulan bu birlik, ümit ederiz ki geleceğin inşasına, birlikteliğine zemin oluşturur ve özlediğimiz tablo gerçekleşir. İşte o zaman, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için çalışmaya başlarız. Eteklerimizdeki taşları döker, Kur’an’da bahsedilen tarife uygun olarak saf saf diziliriz tüm olumsuzluklara karşı.

Bu birliktelik özveri ister, cesaret ister. Birlikteliğin düşmanı bencilliktir, egoistliktir. Allah birlikte rahmetin olduğundan, ayrılıkta ise azabın olduğundan bahseder. Çetin bir azaptır bu.

İftar, Türk Cemaati’nin şemsiyesi altına giren dernekler tarafından verildi. DİTİB, Milli Görüş ve İslâm Kültür merkezleriyle birlikte 79 üye derneği var Türk Cemaati’nin. UETD’nin ve Alperenler Ocağı’nın ise üye dernekleri yok. Davetiyelerde Türk Cemaati’nin ismi var ama, üye derneklerinin sayısı rakamsal olarak belli değil. Türk Cemaati derneklerden bir dernekmiş gibi lanse edilmiş. Anladığım kadarıyla Türk Cemaati büyüklüğünün farkında değil. Kendi büyüklüğünün farkında olmayan cemaatin başkaları farkına varır mı dersiniz? Bence hayır.

Yüce Allah cemaat olmamızı isterken, ne yapmamız gerektiğini de üstüne basa basa tembih etmiştir. “İçinizden iyiliği emredecek, kötülükten uzaklaştıracak bir cemaat oluşturun.” Bu ayette Allah kalabalıklara cemaat demiyor. Allah’ın gözünde cemaat, keyfiyet sahibi olan vasıflı topluluk. Elit tabaka. Sorumluluk sahibi, iyiliği emredecek, kötülüklerden uzaklaştıracak.

Ne yaptığını, ne yapacağını, nasıl yapacağını, ne söylediğini bilen, neyin iyi neyin kötü olduğunu idrak eden, öngören, gözlemleyebilme kabiliyeti olan bir topluluk. Söylenileni anlayan, birikimi olan ve etkileme gücüne sahip bir topluluk. İşte cemaat bu. “Bünyan-ı mersus” yapı tuğlaları gibi örülmüş bir topluluk, birinin diğerinden üstünlüğü olmayan, saf saf dizilmiş duyarlılığı olan, hassasiyetleri olan bir topluluk. Öyle ki onlar, üstünlüğün takvada olduğuna inanan bir olgunluğa sahipler.

Sureta bir araya gelmiş değiller. Kendilerini oynayan topluluklar değiller bunlar. Bir amaçları var. Müslümanların geleceğini takva ölçüsünü esas alarak inşa etmek istiyorlar. Kendinilerini aşan Müslümanlar topluluğu. Kompleksten uzak bir topluluk, işte cemaat bunlara deniyor.

Berlin’de, ben de Müslümanlardanım, benim amacım da insanlara hizmet etmek diyen sivil toplum kuruluşları bir araya geldiler ve iftar yemeği verdiler. Sayın Büyükelçi 3 dakikalık konuşmasında, bu kuruluşların bütün Türkiyelileri bir araya getiremediğinden yakınıverdi. Herhalde bir yerlerde eksiklik vardı. Belli ki, yapılanlar Büyükelçi’ye göre yeterli değildi . Oradaki topluluk bütün renkleri içinde barındırmıyordu anlaşılan.

7 tane dernek bir araya gelmişler. IGMG, TGB, Alperenler Ocağı, İslâm Federasyonu, DİTİB, İslâm Kültür Merkezleri ve UETD. Evet, bu tabloda bütün renkler yok. Üstelik hepsi aynı renk. Ton farklılıkları var o kadar.

Görülen o ki, bu derneklerin amacı mesaj vermek değil, boy gösterisi yapmak ve üyelerine yemek yedirmek. Lüks bir otelde, hem de pahalı bir yemek. Fotograf çektirmek. Mazrufa değil , zarfa önem vermişler.

Hizmet kuruluşlarının bir araya gelmelerini elbette alkışlıyorum. Her zaman savunuyorum da. Ancak bu alkışım, eksikliklerin dile getirilmemesi anlamına gelmiyor. Derneklerin amaçsız olarak bir araya gelmeleri, gelmemelerinden daha iyi bana göre. En azından dost düşman bizi adam saymaya devam eder. İftarda gördüğümüz kadarıyla maalesef, Türk milletinin vizyonu bu dernekler sayesinde anlamını yitirmiş.

Nedir göze batan eksiklikler:

1-Cematler bir araya gelince mesaj verilir. Birlik ve beraberlik mesajı verilir. Bu iftarda ayrılığın mesajı verildi. Siz bizim bir araya toplandığımıza bakmayın biz aslında ayrı ayrı dünyaların insanlarıyız denildi sanki. Her cemaat kendi partisinin temsilcisini çağırmış iftara. Türkiye’den sadece iftar için gelmişler. Hoş gelmişler safalar getirmişler. Ancak bizi dinlemeye değil, kendilerini dinletmeye gelmişler. Resmigeçit halinde, biri iniyor öbürü çıkıyor kürsüye. Benim başkanım senin başkanından daha iyi konuştu filan… Ak parti adına iki kişi, Büyük Birlik Partisi Genel başkan, Saadet Partisi adına bir kişi. Bu kadar sıkıcı bir programı nasıl becerdiler onu da anlamak mümkün değil. Allah nazardan saklasın.

Yıllardan beri Almanya’da yaşayan bizler hep mesaj alan olduk, hiç mesaj veren olmadık. Hep dinledik, hiç kendimizi dinletme taraftarı olmadık. Türkiyelisi geliyor mesaj veriyor, Alman’ı geliyor mesaj veriyor. Bizler hep dinliyoruz. Almanlar bizi çok iyi çözdükleri için seçim öncesi Berlin’deki derneklerin iftarına gelmek lüzumunu bile hissetmemişler. Federal düzeyde bir bakan daha bugüne kadar bu tip toplantıları teşrif etmedi. Manidar değil mi?

2-Türkiye’deki partiler bizleri neden bu kadar yakından ilgilendiriyor bunu da anlamak mümkün değil. Burada yaşıyoruz, burada karnımız doyuyor, çocuğumuzu burada okutuyoruz, sağlık kontrollerimizi burada yaptırıyoruz, can güvenliğimiz buradaki kamu otoritesi sağlıyor. Ama biz hâlâ Türkiye’deki partilerle flört ediyoruz, onlarla nikâhlanıyoruz. Yakın akraba evliliğinden doğan çocuklar da özürlü doğuyor.

3-Alman partililerini de çağırsak, onları da dinlemek için çağırıyoruz. Kırk kere maşallah, bu sefer Korsanlar Partisi’ni de çağırmışız, onları hangi amaçla çağırdık birisi bana bunu izah etmeli.

Bir grup arkadaşla dışarda iftar yemeğinin değerlendirmesini yaptık kahvemizi yudumlarken, aynı noktaların altını çizdik. Hatta Veli Karakaya şöyle bir cümle kurdu: “Sayın Renate Künast, senin eş başkanın Gezi Parkı olaylarında İstanbul’daydı, demokratik kazanımlara katkı(!) yapmak için, Diktatör’e haddini bildirmeye gitti. O senin eş başkanın demokrasiyi katleden diktatör Sisi’ye de haddini bildirmek için Mısır’a gitti mi? Diye sormak lazımdı”.

Evet Veli haklıydı, mesaj bu olmalıydı. Alkışlarla kürsüye davet edilen Yeşiller Partisi temsilcisi Künast, eş başkanı Gezi Parkı’nda boy gösteren Künast. “Yemeğimizi onunla paylaştığımız için çok mutlu olmuş!…”

4-Hizmet kuruluşları birer kişi ile temsil edilmeli bu iftar yemeklerinde, öyle cümbür cemaat herkes buraya katılmamalı. Her derneği temsilen bir kişi. Yabancı misyon şefleri davet edilmeli. Berlin’deki resmi zevat da yerini almalı. Konuşmayı hizmet kuruluşlarının temsilcileri yapmalı veya, ortak bir metin hazırlanmalı ve o metin gür bir seda ile orada okunmalı. İki dilde okunmalı. İşte o zaman bu ses hizmet kuruluşlarının ortak sesi olur. Problemlerimiz nedir, çözümleri neler olmalıdır, hem Türk hükümetinden, hem de Alman hükümetinden beklentiler nelerdir? Dile getirilmeli bu ortak metinde ve sonra da takipçisi olunmalı. Metin, hamasetten uzak, akademik seviyede olmalı.

5-Sunucu olarak seçilen şahısların Almancası sokak Almancası olmamalı. Bu işi bilen birisi sunucu luk yapmalı. Bir senden bir benden mantığıyla değil de, bizim adımıza bizden biri mantığıyla seçimler yapılmalı. Sunucu, programı hazırlayanların aynasıdır. “Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim” demiş atalarımız.

6-Yemekler Türk mutfağının eşşiz lezzetlerinin arasından seçilmeli. Karın doyurmak olmamalı maksat; maksat, mesaj vermek olmalı, tanıtım olmalı. Bu sene davet edildiğim iftar yemekleri konserveden yapılmış yemeklerdi. Sebze bolluğunun olduğu bu yaz gününde Allah aşkına konserveden yapılma yemek konur mu misafirlerin önüne? Kimlerdir bu yemekleri ihaleye çıkaran sorumlular, niçin kontrol edilmezler. Yoksa oralarda da mı gizli eller işbaşındadır?

Türk hizmet kuruluşları yemek verecek, kendi mutfaklarından o sofrada bir lezzet olmayacak. Mesela bir Hünkârbeğendi, Karnıyarık, Göveç, İmam bayıldı, Kuru fasulye, pilaki, yanına da tereyağlı iç pilav, perde pilavı, tandır kebabı. Bu yemekleri yapmak o kadar mı zor. Yoksa başka hesaplar mı var bu yemeklerin arkasında? Davet edenin Türk olmasının ötesinde neresi Türk’ün örf ve adetini, mutfak kültürünü yansıtıyor bu yemeklerin?

Tatlı yerine puding. Bu kadar dernek tatlı olarak puding servisi yapıyor, olacak şey mi bu? Zerde nerede, baklava nerede, irmik helvası nerede, saray lokması nerede?

Gittiğim resmi davetlerdeki izlenimlerimi yazdım bu Ramazan boyunca ha-ber.com sitesinde. Muhatapları tarafından tekliflerim değerlendirildi, kaale alındı ve gereği yapıldı. Mesela; Okunan Kur’an’ın Türkçe- Almanca mealleri verildi, özel kıyafetiyle Şerbetçiler tarçınlı şerbet ikram ettiler, Türk kahvesi, yanında su ve lokum ile birlikte ikram edildi. İftar sofrasında verilen mesajlar muhataplarına ulaşacak mesajlardı. Anlam yüklüydü.

Sadece Rize çayı hak ettiği yere hâlâ gelemedi, ancak ben inanıyorum ki, o da gelecek iftarlarda veya toplu yemeklerde hak ettiği yeri alacaktır. Sorumluluk sahiplerine teşekkür ediyorum.

Ancak, sivil toplum kuruluşlarına bu mesajlar hâlâ ulaşamamış nedense. Onların kültür gibi, gelenek gibi, Türk mutfağı gibi bir dertleri yok herhalde. Saldım çayıra, Mevlam kayıra mantığıyla hareket ediyorlar. Önlerine ne gelirse yiyorlar ve içiyorlar. Salonları kalabalıklarla doldurmayı marifet sayıyorlar. Keyfiyet gerekmiyor onlara, kemmiyet gerekiyor. Derneklerin verdiği iftar yemeğinden anladığım benim bu.

Seylan çayından bahsediyorum. O boyalı çaydan. Bekletin bardakta on dakika, kahve rengini alacaktır hemen.

Rize çayını sahiplenmek şöyle dursun, sağlığınıza da mı acımıyorsunuz? Rize çayı gibi bir çayımız var bizim. Kokusuyla, aromasıyla harika bir çay. Nedense bir türlü bu çay demlenip misafirlere ikram edilemiyor.

Hizmet kuruluşlarının ikramları içinde Türk kahvesi de yoktu, koymuşlar oraya bir İtalyan otomatik kahve makinesi, işte sana kahve.

7-Siz bir Çin restoranında Rize çayı demlendiğini gördünüz mü? Bir Hint restoranında, Pakistan restoranında Rize çayı demlendiğini gördünüz mü Allah aşkına. Bir İtalyan restoranında Türk kahvesi ikram edildiğini gördünüz mü? Bu ne biçim bir sorumluluk anlayışıdır. Adımızın Türk derneği olması yetmez. Bu dernekler Türk Kültürünün elçileri olmak durumundadırlar.

8-Bu iftar yemeğinin 12.500 Euro’ya mal olduğu bana söylendi. Bu büyük bir para. Türk Eğitim Derneği’nin bir yıllık kirası bu kadar. Yazık, hem de çok yazık.

Türk Evi’nin salonu yaklaşık olarak otelin salonu büyüklüğünde. Kançılarya’nın salonu da var. Sayın Büyük Elçimize gidilip konuşulsaydı, hayır diyeceğini sanmıyorum. Bu yemek oralarda verilseydi belki 5.000 Euro civarında bir bedel ödenirdi. 7.500 Euro çöpe atıldı. Yazıktır, günahtır. İftar veren bu dernekler başta DİTİB olmak üzere zengin dernekler. Nasıl olsa paraları vatandaş veriyor. Cuma günü çıkar hoca kürsüye, “Pamuk eller cebe” der toplar paraları. Taş attı da kolu mu yoruldu. Onlar ister, halk verir. Sıkıntı yok. Dolayısıyla bu paraların harcaması da bu kadar kolay oluyor. Alın teri yok ki. Allah bunun hesabını soracaktır.

Bir hikaye

Cemaatle namaz kılmak istemiş Karadenizli bir grup insan, içlerinden birini zorla imamlığı geçirmişler. O da başlamış kıyamda, salli- barik- tahıyyat dualarını okumaya. Arkada namaz konusunda biraz bilgi sahibi olan birisi varmış, dayanamamış ve demiş ki imama, “Oku oku, oturduğun zaman ne okuyacaksın bakalım.” Bizim dini cemaatlerin hali bu hikâyedeki kahramana benziyor. Harcayın bakalım bol keseden, öbür tarafta ne yapacaksınız bakalım.

8-Paralarının hesabını bilmeyen bu dini cemaatler, bir araya gelerek bir salon dahi satın alabilirler. Her cemaat o salonda yapar programlarını. Dolayısıyla binlerce Euro ceplerinde kalır. Hatta para da kazanırlar. Böylece halkın parası da çarçur edilmemiş olur. Bu cemaatler isteseler 5 yıldızlı otel bile yapabilirler. Eğer toplantıları otelde yapmak şartsa, işte sana otel.

Ben derim ki, sevgili dernek yöneticileri, gelin çelik çomak oynamaktan vazgeçelim de, geleceğimizi inşa etmek için ne gerekiyorsa onu yapalım. Dosta düşmana gülünç olduğumuz yetsin artık.

Zarfa değil mazrufa bakalım.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.