CEHALETİN ZULMÜ

ABONE OL
11:51 - 23/10/2020 11:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best
CEHALETİN ZULMÜ 

Cehalet, beni boğuyor artık. Sıkılıyorum, nefes alamıyorum, bunalıyorum.  „Yeter artık“ diye haykırmak geliyor içimden, fakat haykıramıyorum.  Sarmış etrafı hoyratlık, sevgisizlik, saygısızlık, kutuplaşma, korku ve cahillik. Ne oldu bu millete de kimse kimseyi sevmez oldu böyle? Halkın yarısı bir diğer yarısına düşman kesildi, yolda görse yolunu değiştirir oldu? Eskiden sağcı solcu birbirleriyle kavga dahi etseler bir araya gelir kahve içebilir, tartışabilirlerdi. Şimdilerde ise herkes herkesten kaçar oldu… Karşı karşıya gelip konuşmaktan geçtik, telefonla bile konuşamaz oldu insanlar. Birileri sanki hep tuzak kuracakmış gibi, diğerleri de sürekli tuzağa düşme endişe ve ürkekliği içinde. Herkes kendi kişisel başarı veya çıkar öyküsünün peşinde.

Yaşadığımız dünya için, bulunduğumuz toplum için daha adil, daha vicdanlı, daha temiz, sevgi ve saygı dolu bir geleceğin düşünü paylaşmıyor kimse. Zaten kimse düş kurmuyor ki artık. Düşler bile yok oldu, olanlar ise yalan oldu. Başkalarıyla bir arada durmanın, bir arada yürümenin, birlikte konuşmanın, tartışmanın, dostlukların, arkadaşlıkların ne kadar da zenginleştirici bir şey olduğu unutulmuş gibi artık hayatta. Evlilikler, arkadaşlıklar, dostluklar ne çabuk da bitiveriyor? Sevginin, saygının, dayanışmanın, hoşgörünün, adaletin esamesi bile okunmuyor artık. Duygusal anlamda bir çöküş, bir fakirleşme, yoksullaşma ve bireysellik oluştu toplumda.


Eskiden zalimlerin zulmünden kaçardı insanlar, şimdilerde ise cahillerin zulmünden kaçar oldular. Peki, cehalet veya cahillik ne demektir? Sözlüğe göre cehalet, „bilmeme veya bilgisizliktir“. Kimilerine göre „din bilgilerini bilmeme“, kimilerine göre de „ilimden ve her nevi müspet malumattan habersiz“ olmaktır. Çin filozofu Konfüçyüs bakın konuyu nasıl açıklamış. „Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyandırınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden ise kaçınız“. Benzer bir şekilde bir Türk atasözü de vardır. „Cahil dostum olacağına, akıllı düşmanım olsun.“ Peki, cehaletin ilacı nedir? Cehaletin tek ilacı vardır, o da soru sormaktır, soru sorabilmektir ve böylece öğrenmektir.

Cahillik, zekâsızlık değil, soru sormamaktır, soramamaktır, kısaca zekâsını kullanamamaktır. Zekâ ise kişinin genelde doğum ile birlikte getirdiği fakat çevresinin etki ve dürtüsüyle geliştirebileceği kişisel bir yetidir. İnsanlar arasında zekâ dağılımına bakacak olursak eğer, zekâ eğrisinin bir ucunda zekâ geriliği gösteren kişiler yer alırken diğer ucunda ise üstün zekâlı kişiler yer almaktadır. Genel olarak bakacak olursak herhangi bir toplumu oluşturan kişilerin ortalama zekâ derecesi (intelligent quotient, yani IQ) 90-110 arasındadır. Ancak %2’lik bir bölümü 130 ve üstündeki IQ derecesine sahiptir, yani üstün zekâlıdır. IQ derecesi 140’in üzerine çıkıldığında, yani süper zekâlılıkta bu oran %0.5 altına düşmektedir.  Dahi diyebileceğimiz kesim ise toplumun yaklaşık %0.1’in altındadır. Türkiye’de yaklaşık 80 milyon insanın yaşadığını düşünürsek eğer, ülkemizde yaklaşık 1,5 milyon kişi üstün zekâlı, 300 bin kişi süper zekâlı ve sadece 5000 “deha” derecesinde insan vardır. Albert Einstein (tahmini IQ: 148), Johann Wolfgang von Goethe (tahmini IQ 210), Bill Gates (IQ 160) “deha” kategorisinde olan örnek insanlardır. Fakat her ne kadar bu insanlar üstün, süper zekâlı veya dahi olarak dünyaya gelmiş olsalar da çevrenin etkisiyle zamanla bu yetiler geliştirilememekte veya köreltilmektedir.

Okul okumak, üniversite bitirmek de insanları maalesef cehaletten kurtarmıyor. Nice okumuş, üniversite bitirmiş kara cahiller var toplumumuzda; aynı zamanda hiç okula gitmemiş nice zeki insanlar vardır.  Bugün Türk toplumunun en büyük sorunu maalesef “okumuş cahiller” sürüsü yetiştirmesidir. Okuduğunu anlayamayan, yorumlayamayan, soru soramayan, hayal gücünü işletemeyen, kısaca ileriyi göremeyen genç fakat “düşünce özürlü” bir nesil yetişiyor. Öyle bir nesil ki, matematiği, tıbbı, biyolojiyi, fiziği, kimyayı Kuran-ı Kerim okuyarak anlayabileceğini zanneden, kısaca ahiret ilmiyle dünyevi ilmini ayıramayan, üretime değil tüketime endeksli zavallı bir nesil yetişiyor. Cehalet topluluklarında, korku, aldatma, baskı, çıkarcılık, güvensizlik, sevgisizlik, saygısızlık, tahammülsüzlük had safhadadır. Düşünmeyi bilmeyen bir toplum soru sorabilir mi? Düşünmesi unutturulmuş bir toplum tehlikeyi görebilir mi? Cehaletin hâkim olduğu bir toplumda düşünmeyi bilenlerin, yani üstün veya süper zekâlıların durumu hiç de kolay değildir. Zira onlar soru sorabildikleri, eleştirebildikleri, yanlışları görebildikleri ve geleceği tahmin edebildikleri için cehalet toplumu için tehlike arz ederler. Onlar bu tür ortamlarda boğulmakta ve kovulmaktadırlar…

Cehaletin zulmünden kurtulmak isteyen başka bir isim de Fazıl Say. Onu ilk defa Cüneyt Özdemir’in konuğu olarak CNN Türk kanalı 5N1K programında konuşurken detaylı olarak inceledim. Konuşması, hareketleri, mimikleri bir dâhiyi anımsatıyordu. Fazıl Say’ın IQ sunu bilmiyorum ama o gün kanaat getirmiştim; Fazıl Say Türk toplumunun içinden çıkan “deha” derecesinde bir insan. Nedir peki üstün zekâlı insanların özellikleri ve ben neden bu kanıya vardım?

(1) Farklı ve yeni konulara ilgi ve bu konularda fikir üretmek ve soru sorabilmek. (2) Güçlü bir sezgi ve öngörü kabiliyetine sahip olmak. (3) Sürekli yeni şeyler yapma dürtüsü; boş duramama, hiperaktif olmak. (4) Güçlü bir mizah anlayışı. (5) Belirgin bir idealizm ve zoru başarma tutkusu. (6) Şair ruhlu olmak, aşk, sevgi ve adalet duygusu belirgin olması. (7) Güzel sanatlarda özel bir beceriye sahip olmak. (7) Fiziksel aktivitelerden genelde haz almamak (8) Güçlü bir liderlik sıfatı. (9) Sosyal konularla ve toplumsal sorunlarla ilgilenmek ve bu konularda fikir beyan etmek, gerekirse isyankâr bir tutum sergilemek. Ve (10) her şeye rağmen yalnızlığı tercih etmek.

Türk milletinin içinden çıkabilen ender dehalardan birisi olan Fazıl Say hakkında yukarıda saydığım kimi özelliklerinden dolayı (mizah anlayışı) dava açılıyor. Yani, Fazıl Say’ın sosyal paylaşım sitelerinde Ömer Hayyam’ın 800 yıl önce yazmış olduğu bir şiiri (‚Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun/Cennet-i alâ meyhane midir?/’Her Mümin’e iki huri’ diyorsun/Cennet-i alâ kerhane midir?) paylaştığı için “halkın benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla bir buçuk yıl hapsi isteniyor. Sanatçı önümüzdeki günlerde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak. Mizah anlayışından yoksun olan bir toplum sözle karşılık veremediği durumlarda çareyi cezalandırmakta arar. Fazıl Say daha önce de bu cehaletten bunaldığını ve Türkiye’yi terk etmek istediğini şu sözlerle beyan etmişti zaten. “…Nerede yaşadığımız aslında çok da önemli değil, kim olduğumuz ve ne yaptığımız önemli. Berlin, New York ve İstanbul gibi metropollerden sonra Tokyo. 10 yıllık Türkiye hayatımda, özellikle son 5 yılı çatışma ile geçti. Japonya, her zaman için kendi memleketimden sonra içsel olarak en çok bağlı olduğum ikinci memlekettir…”
Evet, Fazıl Say cehaletin zulmüne dayanamayıp, sürekli çatışma ortamından kurtulmak için sonunda ülkeyi terk etme kararı aldı. Zira o bir dehadır, inandığı doğrular için fikrini söyler, gerekirse isyan eder fakat asla boyun eğmez. Cahilin zulmünden sadece Fazıl Say değil, aynı zamanda darbeci suçlamasıyla Prof. Dr. Türkan Saylan veya ölümünden sonra cehaletin medyasında “O Kadın camiye mi gidecek, fırına mı?” başlıkla anılan Meral Okay da sürekli sataşmalardan ve çatışmalardan bıkarak kahırlarından hastalanıp ebedi istirahate kaçtılar. Bir defa “Sarı Öküzü” cehalete verdiniz mi gerisi zordur. Bu bağlamda, sarı öküz hikâyesini kısa olarak anımsatalım ve biz nerede hata yaptık hep birlikte düşünelim.

Sarı Öküz

Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler bir araya geldiği zaman aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden aslanlar bir çare düşünmüşler ve içlerinden ikisi beyaz bayrak çekerek öküzlerin yanına gitmişler ve öküzlerin lideri Boz Öküz’le tatlı dille konuşmaya başlamışlar.  ”Saygı değer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz’’de. Onun rengi sızınkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım.” Öküz heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz’ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.


Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk’u istemişler: “Gördünüz mü ne kadar barışseveriz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim.” Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk’’u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.


Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, “Verin bize şunu, yoksa karışmayız” demeye başlamışlar. Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, “Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa vaktiyle ne kadar güçlüydük” diye sormuş. Boz Öküz, Benekli Öküz’ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli “Biz” demiş, “Sarı Öküz’ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı..”

O nedenle Sarı Öküz’lerinize sahip çıkın!

Dr. Ali Sak

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.