ÇAMLICA İÇİN YAKARIŞ

ABONE OL
18:49 - 01/10/2020 18:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Dücane Cündiğlu Çamlıca tepesine yapılacak olan Cami hakkında yazmış. Ben de aynen iktibas ederek sizlerle paylaşmak istedim. (Yeni Şafak 22 Kasım 2012)

İşaretlerin peşinden koşmaktan çok yoruldum, benim gibi âşıklar varsa aranızda, hiç değilse, onlar benim kadar zahmet çekmesinler istiyorum. Bu yüzden sözümü pek söyleyeceğim, açık söyleyeceğim, lütfen sözlerime kulak veriniz, bilmiyorum ki acaba farkında olmadan çok şey mi istiyorum. Mabed hakkında bir şeyler söylemek istiyorum, mabed ve mabud hakkında. Cami hakkında. Tasannu olarak anlaşılmak korkusu bulunmasaydı yalvarırdım, yapmayınız derdim, kıymayınız. Bu ülkenin, bu şehrin çocuklarını yıllarca başlarını öne eğdirecek bir ucubeyle sınamayınız.
Bir damla bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder, diyeceğim. Nârâ atmaya lüzum yok, ihtiyaç da. Hatta çığlığın bile yeri değil. Ama hiç değilse iniltimizi duyuralım.

Hak, hükümdarların, siyaset ehlinin, idarecilerin ellerine demiri, yüreklerine cesareti vermiştir.
Niçin?

Elbette ellerindeki demiri yüreklerindeki cesaretle birlikte kullansınlar diye. Yönetme sürecinin zorluklarını kolaylıkla aşabilsinler, yıldırımlar, fırtınalar, boralar karşısında bir hamlede yıkılmayıp, hak adına, halk adına, haksızlıklara/yolsuzluklara pekinlikle karşı koyabilsinler diye.
Lakin unutmamalı, bir de mizanı indirmiştir. Mizanı, yani ölçüyü, yani teraziyi, yani denge ve itidali, ki o demiri acullukla değil, hikmetle, hikmete uygun olarak kullanabilsinler diye. Hikmete, yani hakikatin bilgisine uygun olarak.

Hak, buna karşılık, ilim-irfan ehlinin, âlimlerin, aydınların ellerine de kalemi, gönüllerine ise fikri u zikri yerleştirmiştir ki onlar da kalemlerini hak adına, halk adına ve fakat her halukarda haksızlıklara karşı kullanmaktan çekinmesinler diye. Kısaca, demirin nasıl hikmet ve mizan karşısında sorumluluğu varsa, aynı şekilde kalemin de aynı ilkeler karşısında kesinlikle ihmal edemeyeceği büyük sorumlulukları vardır.

Hak ve hakikat siyasi erkin tekelinde olmadığı gibi, intelijensiyanın da tekelinde değildir. Her iki sınıfın da varlık nedeni hakikati temsil değil, hakikate hürmettir. Çünkü hakikat, elde edilmiş, ele geçirilmiş olanın değil, bilakis elde edilmek ve kendisine yakın olmak istenilen ilkenin adıdır.
Hakikate nisbetle ehl-i demirin de, ehl-i kalemin de öncelikli vasfı teennîdir. Olmalıdır. Dikkat ve itina. Kuşku ve tereddüt. Eylemin ve kuramın namusu kararlı olmakla, inad etmekle, ben yaptım oldu demekle değil, bilakis hakikate hürmeten kuş gibi ürkek davranmakla korunur. Yaptıklarımızın, yapacaklarımızın doğruluğundan yüzde yüz emin olmak haklılığımızın değil, cehaletimizin alametidir çünkü. Cahiller cesur olur tesbiti, âlemlere rahmet olarak gönderilenin bizlere rahmetinin eseridir. İfade istifade içindir, muhakkak ayık olmalı, haktan bir nişane olan o beni, ne yapıp edip benlik beliyesinin hasarlarından korumaya özen göstermelidir.

Yanlışın yaygınlığı onu doğru haline getirmez. Bilmeli ki cehl ilm’in değil, hilm’in zıddıdır. Hilm’in, yani teenni ile, tesamuh ile hareket etmenin. Cehalet ise fevri hareket etmek, düşünmeden taşınmadan davranmak demektir. Kontrolsüzlüğün ta kendisidir cehl. Murakabe ve muhasebenin tam karşıtı. Nitekim Türkçe’de, cahil delikanlı deyişindeki sarkastik vurgu, eşanlamlı iki sözcüğün yanyana getirilmesiyle elde edilir. Dikkat ediniz lütfen, eşanlamlı iki sözcüğün.

İslam irfanı asırlar içinde zan ile cehl’i yanyana getirmiş ve bu iki kavramı açıkça ilmin karşısına koymuştur. Demek oluyor ki düşünürken zan’dan, sanılardan, davranırken cehl u cehaletten uzak durmak, demirin de, kalemin de en temel düsturudur. Olmalıdır. İlim kadar, ilm-i siyaset’in de.

***
İmdi, elimde kalemden, gönlümde bu toprakların esenliğinden gayrı bir dâvânın yer almadığı bilinsin isterim. Asırlardır kalbimi hakikate direnemeyecek şekilde terbiye etmekle uğraşıyorum. Evet, isterim ki hakikati görünce değil, sezince bile, hemen yüreğim boyun eğsin, bir ömürdür peşinden koştuğu o nazlı sevgiliye direnmesin, cilvelerinden yılmasın, yaklaşınca da lüzumsuz gayretkeşliklerle onu incitmesin, hemen benliğini yere çarpıp kendini bütünüyle sevgilinin ayaklarının dibine bıraksın. Çaresizim, belki de nasipsiz, bilemiyorum ama bir ömürdür böyle olsun diye çırpınıyorum.
Yaptım, üstesinden geldim, demiyorum. İsterim, diyorum. İstedim, diyorum. Niyetimi beyan ediyorum. Elimde değil, acziyetimden olmalı, anladığım, anlayabildiğim kadar, anlaşılmak da istiyorum.

İşaretlerin peşinden koşmaktan çok yoruldum, benim gibi aşıklar varsa aranızda, hiç değilse, onlar benim kadar zahmet çekmesinler istiyorum. Anlamak ve anlaşılmak bu kadar mı bâr olur insanın sırtında, inanınız, kelimelerim kimseye bâr olmasın, en azından mânâları âsan olsun istiyorum.
Bu yüzden sözümü pek söyleyeceğim, açık söyleyeceğim, lütfen sözlerime kulak veriniz, bilmiyorum ki acaba farkında olmadan çok şey mi istiyorum.
Mabed hakkında bir şeyler söylemek istiyorum, mabed ve mabud hakkında. Cami hakkında. Çamlıca’da inşa edilmeye karar verilmiş olduğu anlaşılan meş’um bir proje hakkında.

***
Tasannu olarak anlaşılmak korkusu bulunmasaydı yalvarırdım, yapmayınız derdim, kıymayınız. Bu ülkenin, bu şehrin çocuklarını yıllarca başlarını öne eğdirecek bir ucubeyle sınamayınız. Ya Kahhar! zikrine bizi muhtaç hale getirmeyiniz, bilakis bırakınız da o besmele’nin edasında bizlerin de sadası olsun, diye yakarırdım. Bizlerin, yani Türkiye’nin.

Ağa oğlu, beğ oğlu olsanız, susar, ima’yı bile zül addederdik. Firavunlar gibi gururdan gökleri delen sözde azametiniz secdelerde hak ile yeksan olacak nasılsa deyû akibetinizi sabırla beklerdik. Ama değilsiniz, iyi biliyoruz, oylarımızla bizleri yönetmenize bizler izin veriyoruz çünkü. Yanlış anlamayınız, sadece sizi seçen oylarımızla değil, bütün oylarımızla. Oylarımızla, yani bu ülkede yöneticilerin seçimle gelip gitmelerine olan inancımızla.

Şayet Sayın Başbakan’a hitaben bir mektup yazacak olsaydım, kendilerine, Sayın Başbakanım, derdim, insan yaptıklarından çok, yapmadıklarıyla insandır. Kaçındıklarıyla. Hz. Musa’nın elindeki levhalarda yazılı olana evamir-i aşere (on emir) derler, inanmayınız, doğrusu emir değil, nehiy’dir. Yapılması gerekenleri değil, kaçınılması gerekenleri söylerler çünkü. Ortak koşmayacaksın, denir, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina yapmayacaksın, vs.

Yapmamayı becerebildiklerimizle insan haline geliriz bu yüzden. Kaçınmak, ürkmek suretiyle uzak durduklarımızla. Haram, yapmadıklarımızı içeren sahanın adı. Günah da öyle. Kaçınmamız, uzak durmamız gereken alanın.

Kelime-i Tevhid dahî lâ ile başlar. Negation’la. Redd u inkar ile. Reddin reddidir bu yüzden. İlke sahibi olmaktan çok insanın ilkelerini koruması güçtür. Bilinmeli ki ilkeler icab ve kabulle değil, redd u inkar ile korunur. Karşı koymakla. Çözülmemekle. Direnmekle. Sabr-u sebatla. Kısaca ayak diremekle.

İşte bu mülahazalarla, söyleyiniz lütfen, derdim, kaçınsınlar, yapmasınlar, aman o güzelim Çamlıca tepesine ehven-i şerr’i layık görmesinler. Kötülerin en kötüsünü. Gerçekleşme imkanına kavuşanını. Aman sözcüğü ebceden (sayısal olarak) Muhammed’e karşılık gelir, o nedenle bizler aman demekten, aman dilemekten rahatsız olmayız, acziyet şanımızdandır, der, aman diler, Çamlıca’ya hürmet için yakarırdım.

Sanırım Ankara yârânı sesimizi duymaz, ama siz duyun derdim. İstanbul’un sabık Şehremini olarak zevksizliğin, çirkinliğin, düşünce yoksunu o beton dövmenin Çamlıca’nın sırtına basılmasına lütfen izin vermeyin, diye yalvarırdım.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.