ÇAĞDAŞ DEĞERLERİ KAYBEDEN ÜLKE…

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kalkınmış ülkeler 21, yüzyılı bilim çağı olarak kabul ederken, biz eğitimimizde bilimsel değerlerden uzak dinselliğe yönelmenin tohumlarını atıyoruz. Tevhid-i Tedrisat’ın temeli yok ediliyor, kesintisiz yaygın eğitim masalıyla tüm eğitim kurumları bağnazlığın kucağına bırakılıyor. ”İnsan eğitimle doğmaz ama eğitimle yetişir” diyen Cervantes, eğitimdeki manayı burada çok yalın bir biçimde açıklamış. Toplum şimdi daha da cehaletin kucağına itiliyor, din-bilim her zaman birbirinden hoşlanmaz. Bunu çok iyi bilenler şimdi dini bilimden önce kullanmanın gayreti içindeler. ”Bir topluma istediğin biçimde hükmedeceksen onu din duygusuyla kullanmalısın, yani din afyondur” diyen Karl Marx mantığı burada her zaman kendini gösteriyor. Ne yazık ki bu gün aynı mantığın, Türk toplumu içinde ne kadarda kendini gösterdiği ortadadır. Cehaletin farkında değiller, çünkü bu onların işine geliyor, cahil, eğitimsiz bir toplum, sürü gibi istediğin yere gider. İşte Tiyatrolar bu anlayışla kapatılmak isteniyor, toplumun gerçekleri anlamasın da en etkin bir sanat dalı Tiyatrolar. 75 milyon ülke de on yılda bir kitap okuyan toplum yaratmışsanız, gelecekte nasıl bir tehlikenin yaklaştığını da görmelisiniz.

TÜRKİYE KAYBEDİYOR…
Dünyanın hiç bir ülkesinde sanata bu kadar duyarsız kalan bir anlayış göremezsiniz. Sanat ve sanatçı, her zaman ülkesinin çağdaş değerlerini dünya ile bir arada paylaşmak adına çalışan ve ülkesini uluslararası alanda temsil eden birer kültür ve tanıtım elçileridir. Bugün yılda 160’dan fazla konser vererek Türkiye’nin bir anlamda tanıtımını da yapan Fazıl Say gibi bir sanatçıya, ”istediğin yere git, seni annen kerhanede mi doğurdu” diye saldıran bir anlayış. Her zaman düşünce özgürlüğünden söz ediyorsun, ancak hala demokrasinin adını koyamıyorsun. Adına ‘ ileri demokrasi’ diyorsun, ancak ileri demokrasinin de topluma açıklamasını yapamıyorsun. İleri demokraside sanatın ve sanatçıya değerin, bilim ve çağdaş anlayışın, eğitim ve kültürün, cumhuriyet ve değerlerinin var olduğuna inanmak mümkün değil. Ulusal bayramlar ve tarihi heyecanını toplumla paylaşılmasını yok ediyorsun. Batı bizi nasıl seyrediyor bunun sen farkında değilsin. Şimdi Batı ile Türk sanatının nerede kaldığına baktığımda, bu uçurumun her geçen gün büyüdüğünü görmekten duyduğum acıyı yazamıyorum. Tiyatroya durup dururken savaş açmak, bana kalırsa çok daha önce alınan bir öfkenin kararı olsa gerek. Başbakan’ın kızı Sümeyye ”Genç Osman” adlı bir oyunu izlemeye gidiyor, sahne de sanatını sergilemeye çalışan sanatçı, ön sıralarda oturan ve sürekli sakız çiğneyen Sümeyye’ye, bu davranışının yanlış olduğunu hatırlatmaya çalışıyor. Daha sonra da Başbakanın kızı Sümeyye Erdoğan bunu bir hakaret olarak kabul edip salonu terk ediyor. Babasına ”Bana hakaret ettiler” diyor. İngiliz GUARDİAN gazetesi ise bu olayı yazıyor. Her şeye kızan, öfkelenen, hiç bir eleştiriyi bile kabul etmeyen Başbakan Guardian gazetesinin, ”Başbakan’ın kızına Tiyatro da hakaret ettiler, Türkiye’nin Başbakanı’nın kızını küçük düşürdüler” sözlerine çok sinirleniyor. Tiyatro ve tiyatroya can veren sanatçılardan alınan intikamın öyküsü kısaca bu. Bu nasıl bir anlayışın ürünüdür diye sormaktan yoruldum kendi kendime, zira yazsam da anlatsam da yanıtı asla gelmeyecek biliyorum. Guardian yazarı Fiachra Gibbons, ” Bu davranış ancak sultanlar ülkesinde yaşanır, böyle bir anlayışla sanat ve sanatçılara hakaret edilemez, Türkiye’de bir Başbakan kendi sanatçısına küstah diyor, sanat kurumlarını böylesine suçlaması Türkiye’ye zarar veriyor.” demektedir. Başbakan The Guardian gazetesini hiç sevmez, bu yazı şimdi onu daha da kızdıracağa benzer. Ama Guardian güdülmüş bir toplum anlayışının ürünü değil, korkmadan gerçekleri yazabilen bir gazete. Türkiye’de yalakalığın belgeselliğini gösteren yandaş medya gibi değil.
ULUSLARARASI KAYGI VERİCİ DURUM…
Türkiye’nin ileri demokrasi masalıyla bu güne taşıdığı tıkanan noktada, ifade özgürlüğü konusundaki yok olan saygınlığı daha da çıkmaza giriyor. Hala nasıl bir demokrasiyle yönetildiğini bilmeyen cahil bir toplum, bu bugünkü iktidarın eseri, bilimden, çağdaş düşünceden, cumhuriyet ve Atatürk’ten nefret eden bir anlayış söz konusudur. Milli bayramları kaldıran, toplumun milli heyecanını birlikte paylaşmasını istemeyen ve bunu bağnaz düşünce odalarına çeken bir anlayış. Fakat diğer yanda hala yargılanmayı bekleyen, sonlarının ne olacağını bile kendilerinin bilmedikleri yüzlerce insan. Türk-Kürt sanatçı, bilim adamı, gazeteci hala askeri yönetimlerin kalıntıları olan anti-terör yasalarınca yargılanmayı bekliyor. Ama İktidar yani tek adam Başbakan Erdoğan kendisini tüm dünyaya reformist olarak gösterip şirin olmaya çalışıyor. Düşüncenin suç olmadığını söylüyorlar, ancak konuşan gerçekleri yazan anlatan yazar ve gazeteciler Sabahın altısında ne yaşayacağını bilmiyor. Bilimsel kurumlar kapatılıyor, tiyatrolar, sinema salonları, opera ve bale, klasik müzik, kültür ve sanat, tüm çağdaş değişimler inadına yok edilmeye çalışılıyor, Türkiye nereye gidiyor? Bugün dünya da insan haklarını savunan gruplar, Türkiye’de son dönemde yaşananlardan kaydı duyduklarını söylüyorlar, AKP’yi askeri yönetimden kalan otoriter yasal mekanizmayı, ülkenin uzun bir geçmişe dayanan laik geleneğini yok etmek zayıflatmak amacıyla kullanmakla suçluyor. Bugün sanata ve sanatçıya karşı yapılan bu davranış Atatürk Türkiye’sine yakışmıyor. Anayasa madde 64. ”Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin korunması sanatçının desteklenmesi, alınması gereken yasal düzenlemelerdir. Ama bugün Türkiye’de özgürlük anıtından bile rahatsız olan bir anlayışın, devasa eseri katletmesinin başka bir adını kim bana açıklayabilecek acaba? Tiyatroları milli bayramları yasaklayan zihniyetin, şimdi kendi anlayışında hazırlanmış bir anayasayla tüm bu çağdaş değerlerimizi anayasadan temelli çıkaracağını düşünmek insanı dehşete düşürüyor. Bu ülke de, yaşasaydı Atatürk’ü bile yargılamak için sabırsızlananların olduğunu düşünmek, onu seven biri olarak gelecekten ülkem adına kaygı duyuyorum, ama dedim ya dilerim yanılan ben olurum. Bugün yasaklanan bir 19 Mayıs, gazetelere baktığımda, ”İşte bu iyi oldu, bundan sonra böyle” diye yazılıyor, hemen hemen çoğu gazete hükümete biat edenler, 19 Mayıs’tan bayramın heyecanından zerre kadar yazmamışlar. Bu gün bayram olduğunu sadece duyarlı birkaç gazetenin dışında hepsi iç sayfalarında bile yer vermemişler, sadece küçük önemsiz yazılar. Atatürk anıtlarına çelenkler yasaklanmış, törenler yapılmıyor, Cumhuriyet Bayramı da iptal edildi, ama aynı akşam tüm hükümet üyeleri topluca bir düğüne koşuyor. İşte benim gittikçe Cumhuriyetten, Atatürk’ten eser kalmayan ülkem. Şimdi gelecekten korktuğumu, kaygı duyduğumu yazdığımda haklı olduğumu düşünüyorum. Asıl merak ettiğimde 10 Kasım da acaba Atatürk’ün bugün huzuruna çıkamayanlar o gün nasıl çıkacaklar? Belki de bir gün 10 Kasım da iptal edilir kim bilir. Ya da Atatürk’te cumhuriyeti kurduğu için yargılanır, keşke yaşasaydı da dünya tarihine altın harflerle yazdırdığı bu eşiz cumhuriyetin ne hale geldiğini görseydi. Belki biraz duygusallığa gireceğim ama o bunu görüyor ve ağlıyor. Tıpkı şimdi benim ağladığım gibi. Dedim ya Türkiye bu yaşananları hak etmiyor.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.