BURSA ŞEFTALİSİ…

ABONE OL
11:26 - 23/10/2020 11:26
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Beşevlere kadar Skoda dolmuş ile geldik. Demirci köye gitmek için geri kalan mesafeyi yayan gideceğiz.  Sabah; Apolyont handan kalkan Çalı arabasını kaçırmasaydık, köyün kavşağında inip 3 km’lik bir yürüyüş ile kampa varmış olacaktık.

Acemilik işte… Yeni keşfettiğimiz bu güzel köy, cihan şampiyonu Softaoğlu’nun merasında güreş tuttuğu ve ünlendiği 700 yıllık bir Osmanlı yerleşimi… Etrafındaki arazilerde ne eksen bire-bin alıyorsunuz. Evlerin önünde sergenlerde tütün zamanı yaprakla dizen köy kadınlarına rastlıyorsunuz… Etrafta yemiş ağaçları, şeftali bahçeleri sıralı. Arasında kaybolduğumuz buğday ve mısır tarlaları var.

Tepede ki Fırla dededen aşağıya doğru, iri kayaların arasından kaynayan buz gibi bir dere; bahçelere ve köy evlerine üstü açık arklar ile buz gibi temiz su taşıyor. Vişne, çilek, kiraz, dut, kara incir, elma ve armut ağaçları insanı hayran bırakıyor.

Köyün camii; Osmanlı mimarisinin eşsiz örneklerinden biri…  Üstü kiremitli… (Sonrasında bizim izciler onarımında görev almışlardı.)  Evlere giriş; geniş kapılı, avluya açılan kanatlardan oluşuyor. İçeriden ayağınızın altında gıcırdayan tahta merdivenler ile üst kata çıkıyorsunuz. Alt katlar genellikle samanlık veya ağıl. Köyün sokaklarının kenarlarında su kanalları var.

Ağaçlar o yıl öyle bir şeftali vermişti ki, dallar kırılıyordu. Koca koca yarma şeftaliler küçük bir çocuğun kafası kadar büyüktü. Bir teyze camı açıp, yoldan geçen izcilere seslenmişti:

-“Girin, toplayın… Bizim gücümüz yetmiyor, yazık yere geçiyor…” demişti. Sonradan öğrenmiştik ki, köylü yok pahasına malını almaya çalışan komisyonculara mal vermez olmuş, onlarda gelmez olmuştu.

Bu durum fazla uzun sürmedi. 15 kuruşa satamadıkları şeftalinin bahçesini 25 kuruşa verdiler. 74 lü yıllar bizim anılarımızda kaldı. Yerini medeniyet denilen tek dişli canavar aldı. Ne şeftali kaldı, ne şirin köy evleri ne de köyü besleyen dere… Eski denerek köy evleri yıkıldı apartmanlar yerini aldı. Ovanın ortasındaki bu Osmanlı köyü, Softaoğlu’nun ismi ile birlikte güreş alanı da, mezarı da kayboldu. Bir zamanlar arasında zorlukla ilerlediğimiz buğday tarlalarının yerini yine zorlukla geçit bulduğumuz sanayi hükümranlığı eline aldı.

Her zamanki numara ile… Küçük sanayi sitesi yapmak üzere alınan verimli tarlalar yok oldu. Köylüye kınalı, kınalı kuşlar tutuldu.

Köy bitti…

***                                                                                                                                                                              Mudanya ve Tirilye kıyıları… Gemlik körfezi denize dallarını sarkıtan, yüz yıllık zeytin ağaçlarına sahipti. Badem çakılı kumların üzerine çadırlarımızı kurar, şişme botla denize açılır veya kıyıdan balık tutar, midye çıkartır, ağlardan karides ayırırdık. Terledik mi? bedenimizi körfezin serin sularına bırakır, anılarımızı inşa ederdik.

Balıkçılar, kıyıda ağ çeker, sandığa girmeyen balıkları ve o zamanlar kimsenin tadını bilmediği karidesleri kasa ile bize bırakırlardı. Ağzımızın tadını bilerek, ancak kıymetini bilmeden bu doğal ürünler ile karnımızı doyururduk.

Zeytin ağaçlarının dibine dökülenleri toplar, kırar, tuzlar bir iki gün bekletip, üzerine bir taş koyar, acı suyunu süzdükten sonra sabah kahvaltımızı zenginleştirirdik.

Yaktığımız kamp ateşinin etrafında geç saatlere kadar oturmak, yaz yağmurunda bir brandanın altına, çakal ulumalarında ateşi kuvvetlendirerek onun aydınlığına sığınmak yeterdi bize…

***

Gümçed Güney Marmara Çevre derneğinde genel başkan yardımcısı seçildiğim zaman çevre katliamı yapmakta olanlar ile mücadele edeceğime kendimi öylesine inandırmıştım ki, mimarlar odası eski başkanı ve Gümçed Genel Başkanı sevgili Bora Akçay düşüncelerime tek kelime ile katılmıştı: “İnşallah…” demişti.

Biz; karşımızda nasıl bir gücün olduğunu bilmeden, çoğunu da kendimize düşman ederek, her geçen gün etrafımız boşaltılarak yanlışlarla, derneği kendi çıkarları için kullananlar ile, kazanılmış davaları geciktirerek inşaatın tamamlanmasını bekleyip durdurma emirlerini tebliğ etmeyenler ile son derece acemice savaştık durduk.

Bugün bakıyorum da daha modern bir toplum olduğumuzu iddia etmemize rağmen, pek bir şey değişmedi. Gümçed’in yerini Çevre savaşçıları aldı, şubeler yerine mahalli dernekler ayni davanın peşindeler. Gençler değişmedi. Bizim zamanımızdaki gibi gençler yine idealist… Ancak, Kampanyalara, eylemlere rağmen siyasetçiler yine ayni siyasetçi, adaletin kararları yine geç kalan kararlar, işbirlikçi bürokratlar yine işbirlikçi…

Doğal güzellikmiş, tarımsal zenginlikmiş, insan sağlığı imiş, kendileri için üç kuruş çıkar sağlayanların umurunda bile değil.

Halk, yine duyarsız, yine umarsız…

Pandemi döneminde bile akıllanmış değil. “Ben yaşadığım kadar yaşadım, benden sonrası tufan” anlayışı hüküm sürüyor.  Geride kalan çocuklar gençler ne olacak peki? Dişimizi kamaştıran şeftalinin tadını kütür-kütür elmanın, domatesin lezzetini, bu toprakların tohumundan üretilmiş buğday ekmeğinin izini bizden sonrakilere nasıl aktaracağız?

Ben, tütüncü kızlara; Bursa ovasında tütünün ekme yasağının, Virjinya tütünü ile ayni ayarda olduğunu ve rekabet yarattığını nasıl anlatamadı isem; yarın sizlerde içme suyunun niçin zehirlendiğini, göllerdeki kerevitin neden yok olduğunu, denizlere dökülen kimyasalların balık ırkını nasıl yok ettiğini, kesilen zeytin ağaçları yerine kıyıda deniz manzaralı binaların kim ve ne için inşa edildiğini anlatamayacaksınız.

Hele, hele otel yapmak için ülkenin en güzele koylarının nasıl yakıldığını hiç mi hiç izah edemeyeceksiniz.

Yeni yetişen nesil sizi nefretle ve arkanızdan beddua ile anacak… Büyük ihtimal ile yaptığınız binaları, termik santralleri ellerinde kazmalarla yıkacaklar…

Doğa, pandemi ile bugünden intikamını alıyor, farkında mısınız?

Taner TÜMERDİRİM

[email protected]

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.