BOLU DAĞLARINDA GEZER BİR CEYLAN…

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BOLU DAĞLARINDA GEZER BİR CEYLAN…

İstanbul’dan erken saatte yola çıkıyoruz, yola çıkmak her zaman heyecanlandırmıştır beni.

 

Sabahın erken saatlerin de Bolu dağlarına ulaştığımız da; temiz hava suratımıza bir tokat gibi çarpıyor. Etrafımızı saran yeşilin yüzlerce tonundan oluşan orman cümbüşünden gözlerimizi alamıyoruz. Bir zamanlar İstanbul’un çehresini saran bu orman gözlerimizi kamaştırıyor.
Dağın koyu karanlık yamaçları ses veriyor. Rüzgâr Köroğlu’nun mısralarını ormanın üzerine savuruyor. Görebildiğiniz tüm alan, alabildiğine orman, orman. Heybetli ağaçlar yüzyılların bilgeliğiyle dimdik duruyor karşımızda.
Ansızın bir sessizlik kaplıyor etrafımızı. Dağdan orman üzerimize bir nehir gibi akıyor.
Burası Köroğlu’nun diyarı. Toprak bereketli, insanlar sevecen ve güleç yüzlü.  Ama; yaşaya bilmek için çetin yerler.
Bolu yolundayız,  devasa ağaçlar en tevazu halleriyle karşılıyorlar bizi. Tarihe tanıklık etmiş, birçok medeniyete kucak açmış bu ağaçlar;  kardeşliği, barışı, bereketi ve kardeşçe yaşamanın mümkün ve ne kadar değerli bir şey olduğunu anlatır gibi yüzyıllardır beraberce dimdik ayaktalar.




Bulutlara yakın yerler burası. Elinizi uzatsanız gökyüzünü ve bulutları tutacakmış hissine kapılıyorsunuz. Yolumuzun üstüne orman işçiler çıkıyor. Durup soluklanıyoruz. Tüm orman işçilerinin ortak bir söylemiyle karşılaşıyoruz. “orman bir tutkudur, ormana tutulan iflah olmaz. Ve o kişi artık ormanın bir parçasıdır. Ölene kadar da ormanın esiridir. Ormana esir olmak bizim için bir Aşk’tır“. Diyorlar. 



Orman işçilerinin güzel sohbeti ve sevgi dolu bakışlarından başka, bizlere ikram edecek bir şeyleri yok… Issız bir dağın orta yerinde bir ağaç gibi yapayalnızlar. Çok sorunları var. Halleri hal değil ama mutlu olduklarını söylüyorlar ve bu mutluluğu da ormana borçlu olduklarını söylüyorlar. Yeni yaptığım ‘’Memleket Ve Sevdaya Dair’’ Albümümden birer tane hediye ediyorum. Ayrılık vakti geliyor ve yola koyuluyoruz. Arkamız da ormanın en derin yerinde yeni kurduğumuz dostlukları geride bırakıp yola koyuluyoruz.



Göklerde kartal gibiydim  

Bolu dağlarına ulaştığımız da göllerle karşılaşıyoruz burası bizi büyülüyor. Uçsuz bucaksız özgürlük hissi veriyor. 
Sabahattin Ali’nin dizeleri geliyor aklıma

Gökler de kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum,
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktin de kırıldım.



Bir Kahve Molası.
Bir şehrin size de ait olmasını istiyorsanız; o şehrin bir bardak suyunu çayını ve kahvesini mutlaka için.



Bolu Gazelle Resort
Hiç düşünmezdim bir otelin doğayı bu denli koruyarak inşa edile bilineceğini. Hatta oteli inşa ederlerken ağaçları kesmemek için projeyi bile değiştirmişler.

 

İşte; bu durumun farkında olan ormanın asıl sahipleri Ceylanlar bile, otelin müdavimi. Otelin sahipleri Halit ve Emine Ergün çifti yıllardır doğaseverlere hizmet veriyorlar. Otelin asıl sahiplerinin müşteriler olduğunu söylüyorlar. Şaşırmadım desem yalan olur.



Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin İka ile Otelde akşam yemeği sonrası çaylarımızı yudumlarken ziyaretimize gelen inanılmaz tevazu ve entelektüel bir kişiyle tanışıyoruz kendisi ayrıca operatör cerrah, Bolu Bel. Bşk. Yrd. Hüseyin İka.’’ Bolu da yapılacak hangi proje olursa olsun, önce doğaya ve doğal şartlarına uygunluğuna bakıyoruz’’ diyor. Kısaca; yerel yönetimlerde ki birçok belediye başkanına taş çıkartıyor. Türkiye`de bu birikim de ve hassasiyette yerel yöneticilere daha fazla ihtiyaç olduğunu düşünmeden edemiyoruz.

Bolu’nun simgesi Köroğlu.
Diyen bir ozan Köroğlu ve Bolu’nun tarihiyle bütünleşmiş bir ozan.
Bolu’dan ayrılırken Köroğlu’nun dizeleri dağlarda yankılanıyor.
Benden selam olsun Bolu beyine 
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır 
Ok gıcırtısından gürzün sesinden 
Dağlar seda verip seslenmelidir…
Hz. Akşemsettin ve Göynük
Sabah erken kalkıp kahvaltı sonrası yola koyuluyoruz. Yol bizi Fatih Sultan Mehmet’in hocası olan ve 1459 yılında vefat eden Hz. Akşemsettin’in türbesi, Göynük ilçesine götürüyor. Hz. Akşemsettin’in türbesi, Gazi Süleyman Paşa Camii’nin avlusunda bulunur. Osmanlı ilim dünyasının bu büyük şahsiyeti adına 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan türbe, altıgen planlı olup, küfeki taşından inşa edilmiştir.

 
Göynük’ e girdiğimiz de gözümüze inanamıyoruz. Burası Film platosu gibi Tarih  ve Tarihin dokusu bizzat-i karşımızda duruyor. Müthiş bir yenileme çalışması tüm kasabayı kaplamış. Ve Doğal yaşam hiç bozulmamış. İnsanlarına, sıcak ve samimi sohbetlerine doyum olmuyor.

 

Göynük’ten ayrılıp yola düşüyoruz tekrar. Yol bizi Beypazarı’na götürüyor.
Beypazarı
Yıllardır maden sodasından ismini bildiğim Beypazarı’na bir gece vakti giriyoruz. Şehir bizi restore edilmiş tarihi dokusuyla karşılıyor. Yolun yorgunluğunu bir kahveyle atıyoruz. Çay servisi ve Beypazarı Kurusu dedikleri sadece bu yöreye ait bir kuru tatlı ikram ediyorlar. Açlıktan mı? Yoksa tatlının güzelliğinden mi bilemiyorum, çayımıza bana bana yiyoruz. Beypazarı’nın tarihi müzelerini ve sokaklarını gezerken; bizden önce de bir yaşamın olduğunu ve bizden sonra da yaşamın olacağını tevazu sokaklar bize hatırlatıyor.


Tekrar yollara düşüyoruz…



Ormanın fısıltısını, rüzgâr peşimiz sıra getiriyor. Dağdan orman üzerimize bir nehir gibi akmaya devam ediyor. Buralar da toprak doğurgan, bereketli, insanlar sevecen ve güleç yüzlü.  Ama;  yaşam her yer de olduğu gibi burada da çetin ve zor.


Haluk Özkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.