BOHEMYA GÜZELİ: PRAG

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Berlin Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu’nun birlikte düzenledikleri gezilerden beşincisi İÇİN Prag’da idik. (16.10.2010)
16 Ekim sabahı saat 02’ye beş kala yola koyulduk. Gece olması münasebetiyle gezi ile ilgili bilgilendirmeyi kısa kestik. Sabah namazını kılmak için mola verdiğimizde Prag’a 20 kilometre kalmıştı. Kahvaltıyı otelin restoranında yapabiliriz diye düşündük ama olmadı. Dolayısıyla sabah kahvaltısını tren istasyonunda yapmak zorunda kaldık. Rehberimiz geldiğinde saatin akrebi dokuzu gösterirken yelkovanı da 12.00’nin tam üstündeydi. Hava güzeldi tam bir gezi havası. Rehberimiz Azerbaycanlı bir delikanlı, Ramil Mehmetova.

Dönüşte gezinin değerlendirmesini yapan arkadaşlarımızın anlattıklarından da anladığımıza göre herkes memnun kalmış Prag gezisinden. Özellikle kadınlar bu geziden oldukça fazla keyif almışlar. Ancak memnun olmadıkları bir husus varmış kadınların, o da kocalarından alış veriş izni alamamış olmalarıymış. Kristal bir avize, tek taş bir yüzük, küpe ve kristal bir su bardağı alamamışlar Prag’dan… Velhasıl kadınlar buruk bir sevinçle dönmüşler Berlin’e. Gelecek gezimiz ya Bosna-Hersek ya da İspanya olacaktır. Umre yolculuğu da olabilir…

Çek Cumhuriyeti’nin tarihçesi
Mitolojiye göre 6’ncı yüzyılda efsanevi Prenses Libuse ve Prens Premysl’inin kurduğu kabul edilen Prag, 9’uncu yüzyıldan itibaren Çeklerin başkenti olmuştur. Prag, 14’üncü yüzyılda İmparator 4.Karl’ın imar faaliyetleriyle sıradan bir şehir olmaktan çıkıp, bir metropol haline gelmiş. 17’nci yüzyıldan itibaren Avusturyalıların egemenliğine giren Prag, 1918’de kurulan Çek Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edilmiş. 1939’da ise bombardıman tehdidi üzerine savaşmadan Almanlara teslim edilmiş. 1945’te Rus askerleri tarafından istila edilen kent, 1948’de yapılan seçimlerin ardından 40 yıl sürecek Komünist iktidarına adım atmış. 1989 yapılan “Kadife Devrimle” yeniden demokrasiye geçmiş.

Prag
Prag dünyanın en güzel şehirlerinden biri. O kadar güzel ve alımlı bir şehir ki, sanki açık hava müzesi. Sokaklar tertemiz, köpek pisliklerine rastlamıyorsunuz, gürültü kirliliği yok. Renkli Bohemya cam ve kristallerinin pırıltısı sokakları pırıl pırıl aydınlatıyor. Ancak bu kristallerin fiyatları oldukça yüksek. Bir şarap bardağı 1.790 Kron, yaklaşık 60 €.
Prag’ın sokakları tarihe tanıklık ediyor. Birinci dünya savaşında Almanlara savaşmadan şehrin anahtarı teslim edilmiş, gaye şehrin bombalanmasının istenmeyişiymiş… Tanklar 1968 işgalinde saat kulesinin yanındaki belediye binasını yıkıp geçmiş… Bugün ayakta sadece bir duvarı kalmış…
Prag, 2004’den bu yana Avrupa Birliği’nin bir üyesi olan Çek Cumhuriyeti’nin başkenti. 1.2 milyon nüfuslu bu kent oldukça fazla turisti ağırlıyor. Prag geniş bir alana yayılıyor. Metro, tramvay ve otobüslerle şehrin her köşesine kolayca ulaşabiliyorsunuz.

Saray bölgesinden Prag ve Vltava manzarası
Şehir oldukça geniş ve yüksek debili bir nehir olan Vltava nehriyle ortasından ikiye bölünüyor. Gece tekne gezintisi harika. Nehrin kenarındaki tarihi eserler öyle güzel ışıklandırılmış ki tek kelimeyle muhteşem. Teknede açık büfe usulü yemek yiyebiliyorsunuz. Ancak önceden söylemeniz gerekiyor.
rustu-kam-25-10-e.jpg
Burada bulunan tarihi yapılar içinde en çok ilgi çekeni astronomik saat kulesi. Astronomikliği saatin güneş, ay ve gezegenlerin konumlarını da gösteriyor olmasından kaynaklanıyor. Prag’ın simgesi olan bu tarihi saat kulesinde, her saat başı çanların çalmasıyla ufak çaplı bir gösteri başlıyor. Saatin sağını solunu süsleyen birkaç heykelcik, çanların çalmasıyla birlikte hareket ediyor ve aynı zamanda üst tarafta iki pencere açılıyor ve 12 havarinin heykelleri geçiş seremonisini başlatıyor. Rehberimizin anlattığına göre bu heykellerden her biri bir insanlık halini simgeliyormuş. Bana en ilginç geleni ipi çekerek çanı harekete geçiren iskelet oldu. Çünkü bu heykelin verdiği mesaj fevkalade önemliydi. Ve o iskelet yüzyıllardır her saat başı aynı canlılıkta bu mesajı vermeye devam ediyor: “Ey insanoğlu, öleceksin!…”

Eski meydan
Eski Şehir meydanında başka birçok tarihi yapı var. Buradaki en etkileyici yapılardan biri Meryem Ana Kilisesi. Gotik bir film setinden çıkmışçasına bütün heybetiyle meydana karşı duran bu yapı oldukça etkileyici. Bu yapının iki kulesi var. Soldaki kule Hz. Adem’i, sağdaki kule Hz. Havvayı simgeliyormuş. Hz. Âdem hafif eğilerek Hz. Havva’ya kur yapıyormuş, soldaki kulenin eğriliği bu yüzdenmiş. Yılmaz Gün kardeşim de bu seremoniden etkilenmiş olacak ki; sevgili hanımına bu meydanda kendi deyimiyle yeniden ilanı aşk eylemiş Hz. Âdem ve Havva’nın huzurunda.

Tırdlov (Trdelnik) tatlısı
Meydanda aynı zamanda, ortaçağ pazarlarını andıran bir pazar kuruluyormuş her gün. Bu meydandan „Tırdlov tatlısı”nı yemeden ayrılmak olmazmış. Herkesin bu tatlıdan mutlaka yemesi gerekirmiş. Manası ahmak tatlısı demekmiş. İçinin boş olmasından dolayı beyinsiz anlamında bu isimle isimlendirilmiş. Kokoreç şeklinde şişe dolanmış vaziyette satılıyor. Biz yedik ama ahmaklık konusundaki farkı fark edemedik.
Peynir kızartması da Prag’ın oldukça meşhur yemeklerinden biriymiş, denemeye değermiş. Prag’a gelipte ördek ve geyik eti yemeden gitmekse hiç mi hiç olmazmış. Ama bizim bu denemeyi de yapma şansımız olmadı. Yemekler çok pahalı değil. Örneğin bir kişi karnını 15-20 Euro arası bir ücretle doyurabilir. Şehrin en turistik yerinde en orijinal şeyleri yediğiniz düşünülürse bu fiyat son derece normal bir fiyat. Para birimi olarak Kron’u kullanıyorlar. Avrupa Birliği üyesi olmalarına rağmen Euro’ya geçmemişler. Geçmeye de niyetleri yokmuş.

Prag sokakları adeta bir festival alanı gibi. Her köşe başında yeteneğini sergileyen sanatçılara rastlamak mümkün.
Meydanda işimiz bitince Karlov köprüsüne doğru yol aldık. Bu kısa mesafede zaman tüneline giriyorsunuz adeta. Gördüğünüz o güzellikler karşısında hayranlığınızı gizleyemiyorsunuz. Kral Karlov’un dört hanımıyla birlikte dikilmiş anıtının yanından giriyorsunuz zaman tüneline. Sağlı sollu değişik heykellerin ve Vltava nehri üzerine yapılan o tarihi köprülerin ve etrafındaki o tarihi binaların güzelliği ve görkemi karşısında şoke oluyorsunuz.
Heykel deyip geçtiğime bakmayın, her bir heykelin ayrı bir hikâyesi var. İçlerinden biri biraz kötü bir imajla da olsa zindan bekçisi bir Osmanlı’yı canlandırıyor. Osmanlı’yı görmemişler ama Osmanlı korkusunu bir heykelle halklarına anlatmışlar. Ancak, zindan bekçisi olan Osmanlı’yı göbekli birisi olarak canlandırmışlar. Bira içen bir Çekli gibi düşünmüşler zindan bekçisini. Kılıç da Osmanlı kılıcına hiç benzemiyor.
Prag kalesinde St. Vitrus katedrali ihtişamıyla dikkat çekiyor, içine girdiğinizde başka bir ihtişamla karşılaşıyorsunuz. O günkü Kilisenin gücünü Katedralin içinde görebiliyorsunuz.
Bu bölgede en çok ilgi çeken yerlerden biri de Kafka’nın doğduğu ve yaşamış olduğu ev. Kafka, Çek asıllı bir Yahudi. Prag onu sahiplenmiş.

Oyuncak müzesi
Kafka’nın evini hemen geçtikten sonra birkaç katlı bir binada oyuncak müzesi kurulmuş. Biz müzeleri gezemedik. Sadece dışarıdan binaları gördük. Müzelerden söz açılmışken, Prag’da oldukça fazla müze varmış. Ancak bir süre sonra bu müzelerin aslında tamamen turistik amaçlı birer derleme olduğunu fark ediyormuşsunuz. Bu yüzden rehberimiz müzelere boşuna para vermeye gerek yok dedi. Bu müzelerden bazılarının isimleri şöyle: Komünizm müzesi, ulusal müze, işkence müzesi, Yahudi müzesi, müzik aletleri müzesi v.b.
Müzelerden en önemlisi ulusal müze imiş. Rehberimizden edindiğimiz bilgiye göre bu müzeyi gezmek 1 tam günümüzü alırmış. Dışarıdan gördük ama içine giremedik. Bu müzenin önünde birkaç yüz metre uzanan geniş bir meydan var. Wenceslas meydanı. Meydan boyunca yürümek ayrı bir keyif veriyor insana.
Buranın gece âlemi de bir başka güzellik taşırmış. Murat ve arkadaşları bu âlemin güzelliğine tanık olmuşlar. Bu durum Recai’nin gözünden kaçmamış tabi. Bu caddeye Prag’ın Şanzelize’si (Champs-Élysées) diyorlar. Son model Ferrariler! Ve limuzinler! Süslüyormuş bu caddeyi geceleri. Recai biraz Murat’a takılmak istedi ve ısrarcı oldu ama Murat’ın ağzından bir şey alamadı. Nihayet Murat “Recai abi boşuna uğraşma senin söyletmek istediğini ben söylemeyeceğim” diyerek Recai’nin çekim alanından uzaklaşmasını bildi…

Saray bölgesinden dönüşte yine Karlov köprüsünü geçerek bu sefer sol tarafta kalan Yahudi Mahallesi de gezilebilecek yerler arasında.
Prag’da görülmesi gereken yerlerden biri de Narodni Caddesi. Burada sağlı sollu lüks dükkânlar görmek mümkün. İşin güzel tarafı bu dükkânlar ve caddedeki yapılar yeni yapılmış. Ancak kentin dokusuna uygun olmasına özen gösterilmiş.
Narodni caddesinin sonunda, caddenin Vltava kavuştuğu noktada etkileyici bir binanın zemin katında Cafe Slavia bulunuyormuş. Burası zamanında birçok ünlünün tercih ettiği bir mekânmış. Bu ünlülerin fotoğraflarını duvarlarda görmek mümkünmüş. Fotoğrafların içinde Nazım Hikmet’in ve Yılmaz Güney’in fotoğrafları da varmış.
Bünyamin’in anlattığına göre, bu mekân gerçekten fiyatlarıyla, tatlıları ve içecekleriyle, atmosferiyle, Vltava nehri ve Ulusal Tiyatro binası manzarasıyla mutlaka birkaç saat geçirilmesi gereken gizli bir hazineymiş…

Tabi her zaman olduğu gibi Hikmet yine burada da hanımını kaybetmiş… Bu konudan Güldane Hanım otobüste anlatıncaya kadar haberimiz yoktu…. Bilmediğimiz bir şey daha, dört odalı odada iki kişi kalmışlar… Sabahattin, Yunus ve oğlu ise bir yatakta üç kişi olarak kalmış… Bu durum herhalde müdürün gözünden kaçmış olmalı…

Ahmet Yumuşak yolda rahatsızlandı ve Prag’a varır varmaz hemen yatağa attı kendisini. Hanımına ısrar ettik “sen bari bizimle gel”diye, ama o ben beyimi bu halde bırakamam diyerek beyi ile birlikte otelde kalmayı tercih etti… Kendisini dönüşte gezinin kadını ilan ettik.

Arnavut kaldırımlı sokakları üstü açık klasik arabalarla da turlamak mümkün. Fakat benim tavsiyem bu şehrin her sokağını adım adım dolaşmak.
Rehberimizin verdiği bilgiye göre; Prag’a gitmişken günübirlik gezilerle yakın yerlere gitmek de mümkünmüş. Bunlardan en bilinen ikisi Karlovy Vary ve Terezin Nazi kampıymış. Karlovy Vary, Çeklerin kur merkeziymiş. Son dönemde zengin Rusların diktikleri otellerle çirkinleşen bir bölge olmuş burası.
Terez’in Nazi kampı ise Polonya’daki Auschwitz kadar meşhur olan bir kampmış. Biz bunların hiçbirine gitme fırsatı bulamadık ne yazık ki. Bir de Prag’ın 70km doğusunda bir kasabada yer alan, tamamen insan kemikleriyle yapılmış bir kilise varmış. Burası da ilgi çeken yerlerden birisiymiş. Ancak vaktimizin kısıtlı olması nedeniyle biz buraya da gidemedik.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.