BİTİRİLEMEYEN SAVAŞ 30 AĞUSTOS…

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BİTİRİLEMEYEN SAVAŞ 30 AĞUSTOS…


63 yaşı geride bıraktık. 
Önce baba, sonra amca ve nihayet dede olduk. 
Yaşam, uzun gibi görünse de yakın bir gelecekte tarih olacağız…
***
Bizim kuşağımız net olarak 60 sonrasını hatırlar. Babam 30 sonrasını… Dedem ise tam bir tarih abidesi idi… 
Dolayısı ile onların anlattıkları, 60 sonrası kendi aklımızın algıladıkları, hele-hele 80 sonrası bizzat şahit olduklarımız bizi yaşlandırdı.
On senede bir yaş dönümlerini, dağcılık terimi ile tırmanışlarda varılan zirvelere benzetirim. Çünkü tırmanış süresince sadece gittiğiniz rotayı bilirsiniz. Etrafınızda neler olduğuna ve zorluklara aldırmazsınız. Hedef zirve’dir. Son adımı atıp, bayrağı diktikten ve defteri yazdıktan sonra başınızı kaldırır, manzarayı seyre dalarsınız. 
Gördüklerinizi anlatmak isteseniz de bazen uygun kelimeleri bir araya getiremezsiniz. Kimi zaman bulutların arasında yükselen kayalıklar, derin vadiler, geçtiğiniz yar’lar size korkunç görünebilir. Ancak ilk seferden sonra güzellikleri fark edebilir, yamaçlarda gizlenmiş bitki ve hayvanları, üzerinizde merakla uçuşan kuşları ve kelebekleri, doruklarda açan gizemli çiçekleri, hiçbir içecekten aynı tadı alamayacağınız pınarları anımsamaya başlarsınız.
***  
Şimdi geri dönüp baktığımda; yaşamımıza yön veren acı- tatlı anıları, çektiğimiz sıkıntıları fakat sonunda bize kazanım olarak geri dönen kavgaları daha net yorumlayabiliyorum. 
Ve biliyorum ki, yaşlandıkça ülkemin modern binalara kavuşması, her evde üçer beşer telefon olması, dijital devrimin getirdiği rahatlıklar, son model arabalar, üç şeritli yollar, hızlı trenler, gemiler aklımı karıştırıyor. Bunların iyi ve doğru bulunmasına rağmen, taklit teknolojilerin medeniyetine esir olduğumuzu; toprak anadan koptuğumuzu, çamurdan iğrenen, yağmurda ıslanmaktan korkan, örümceği-böceği tanımayan, her şeyi para ile satın alabileceğini düşünen, değer yargıları değişmiş, insanlar topluluğu ile hukukun üstün olduğu iddialarına rağmen, adaletin güç ile orantılı uygulandığı bir Dünya’ya doğru yol aldığımızı görüyorum. 
Nedense toz toprak içinde, kağnıların top mermisi taşıdığı, üzüm hoşafı ve bir somun ekmekle, yamalı çoraplarla savaşların kazanıldığı; gerçek iman gücünün ve vatan sevgisinin egemen olduğu, umutsuz aşkların yaşandığı, ülkenin her şeye yeniden başlamak üzere birlik olduğu filmlerin figüranı olmayı isterdim. Ya ikinci dünya savaşının o karanlık günlerine ne demeli? Kıtlıkları görmedik ama dinledik. Cepheye giden askerlerle beraber sevgililerin birbirini özlemesi karşısında gözyaşı döktük. Anlaşılan o ki, insanlar iyi ve sağlıklı günlerde bir araya gelmeyi bilmiyorlar. Galiba herkesin üstünde dolaşan büyük bir tehlike olması gerekiyor. 
*** 
Yolların yapıldığı ama gönüllerin yapılamadığı, suların kirlendiği, ama ahlakın temizlenemediği, ormanların katledilip yerine koca-koca binaların dikildiği, ama fakir ve fukaranın oturamadığı, kendi ürettiğinden çok başkalarının ürünlerinin tüketildiği, ayakkabısının bile Çin ülkesinden geldiği bir modernlikte yaşamanın, domatesin elma koktuğu, tavukların balık koktuğu, sütlerin ayran gibi olduğu, ekmeğin buğday yerine maya ağırlıklı olduğu, yapay yiyeceklerin paradoksundan bıkmışım…  Bu değil benim bulduğum ülke… Ama bırakacağım ülkede böyle olmamalı…
Ne yazık ki geri dönüp baktığımda, böylesine güçlü bir orduya rağmen üç-beş çapulcunun nasıl devlete kafa tuttuğunu; siyasetin kalitesiz çekişmeleri ile liderler sultasının nasıl sürdüğünü, parası olanın mebus, olmayanın kendisine dayatılanı seçmek zorunda kaldığı demokrasiyi, geçmişimizden almamız gereken öz gücümüzün nasıl kullanılamaz hale getirildiğini bir türlü anlayamıyorum. 
30 Ağustos benim için henüz ülke sathından düşmanların tam anlamı ile sürüldüğü bir tarih değil. Sürülmüş gibi gösterilseler de, henüz bitmemiş bir savaş… Aradan geçen bunca yıla rağmen devrimlerin tamamlanamadığı ortada…  Düşmanı yenmişiz ama cehaleti, bağnazlığı, tutuculuğu, yoksulluğu, şöhret ve şehvet hislerimizi körükleyen nefsimizi yenememişiz.  
Atatürk boşuna dememiş… Hattı müdafaa değil, sathı müdafaa etmek gerekiyor. O satıh bütün vatan toprağı ise,  bize düşen görev onun ölümünden sonra eğilip bükülen ilkeleri savunmak ve yarım kalan devrimlerini tamamlamak olmalıdır. 
Bugün doğu’nun geri kalmasında Atatürk’ü suçlayanlar nedense onun Samsuna çıktığını, Anadolu’yu karış-karış gezdiğini, İstiklal savaşını yurdun her köşesinden katılan yurttaşlar ile başlattığını unutmuş görünüyorlar. Ekonomik kalkınma hamlesinde, yurdun farklı bölgelerinde fabrikalar kuran, demiryollarını en yoksul bölgelere kadar götüren onun programı değil miydi?  
Ne yazık ki “Akıl ve bilim” savaşını kaybettiğimizi,  kendimizi hurafelere kaptırdığımızı, Cumhuriyet düşmanlarının gerçek dışı düzmece bilgileri ile donatıldığımızı fark etmeliyiz.
Türkiye; tüm Avrupa’yı, Anadolu toprağının her türlü değeri ile en az üçe katlayacak kadar güçlü ve zengin bir ülke olduğu bilincine varıncaya kadar 30 Ağustoslar bitmeyecektir.  
Yabancı güçlerin iştahını kabartan bu zenginlik; yüzlerce yılın ve tarihin eseri olup, tek bir kültürün mirası olmadığı için hepimize yetecek geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. 
Bunun için aklımızı başımıza devşirmemiz, aile mutluluğunu börekte aramaktan vazgeçmemiz yeter…

Taner Tümerdirim

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.