BİR RAMAZAN ÇADIRI ÖYKÜSÜ…

ABONE OL
18:20 - 01/10/2020 18:20
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BİR RAMAZAN ÇADIRI ÖYKÜSÜ…


İyilik yapmak, açları doyurmak, yetimleri bayramlarda sevindirmek, öksüzlerin gözyaşını silmek sadece bizim coğrafyamızdaki insanlara has bir davranıştır. 
Başka ülkelerde; 
İyilik yapmanın bir bedeli vardır.
Açları devlet doyurur, 
Yetimlerin yeri yetimhanelerdir. 
Öksüzlerin gözyaşı dökmeye hakkı yoktur…
***
Bursa’nın Mudanya ilçesinde, Uğur Mumcu Kültür Merkezinin hemen yanındaki alanda bir Ramazan Çadırı var. 
Üzerinde; 
“Mudanya Dosteli Tasavvuf Musikisi Derneği” İftar çadırı yazıyor. 
Bu yıl dokuzuncu senesini geride bırakıyor. Etrafta Türk bayrakları, çadırın üstüne yan yana sıralanmış özlü sözler, bir panoda “İftar yemeğinin dernek üyelerince karşılandığını” belirten bir yazı, diğerinde yemeğin kimin ruhuna dağıtıldığını gösteren bir başka yazı, her cumartesi akşamı tasavvuf musikisi eşliğinde sema gösterisi olduğunu belirten bir ilan yer alıyor. 
 İçerde;
 Masalar, masaların üzerinde kesilip iftar saati için hazırlanmış ekmek poşetleri, bir soğuk su makinesi, çadırın bir ucunda karşılıklı iki yemek dağıtım ünitesi, oradan oraya hizmet için koşturan insanlar var.  
***
Dışarıda;
Ulu bir çınar ağacı;  yaprakları ve dalları ile çadırı güneşin ışıklarından korumaya çalışıyor.  
Rüzgâr; ara sıra denizden aldığı serinliği sokağın içine taşıyor. 
Kendisi diş hekimi olan ve herkesin “Baba” diye seslendiği dernek başkanı Ergun bey, yorgun bir ifade ile oturmuş, meydanı seyrediyor. Ara sıra koşuşturan gençlerden birine sesleniyor, ikaz ve uyarılarda bulunuyor. 
Çadırın hemen karşısında bulunan dernek binasında dağıtılacak olan salatanın hazırlığı yapılırken, soğutulmak üzere istiflenmiş sular, yedek ekmek poşetleri göze çarpıyor. 
***
400-450 kişinin iftar ettiği 200 kişilik çadırın önünde uzun bir kuyruk var. 
Aradan üç gün geçmiş. 
Soruyorum, “Kaymakam, Belediye başkanı gibi mülki erkândan gelen oldu mu?” diye… 
Ergun baba gülümseyerek hayır anlamında başını sallıyor. 
Her yere çelenkler ve çiçekler gönderen, seçim zamanı boyları ile arzı-endam eyleyen siyasi takımdan ses soluk yok. Anlaşılan özel olarak davet edilmeyi bekliyorlar. 
Oysa burası zengin-fakir, siyasi görüşü farklı, inanç biçimleri birbirine uymasa da, insanların ramazan bereketi ile bir araya geldikleri bir yer. 
Hoparlörde hafif bir ses ile kuran veya ilahi okunuyor. Erken gelmiş olanlar dışarıdaki masalara oturmuşlar iftar saatini bekliyorlar. 
***
9 yıl geçmiş aradan… Dile kolay. 
Peki, nerden geliyor bu değirmenin suyu?
Dernek üyelerinin yıl içinde biriktirdikleri bir fon var. Birde hayır yapmak isteyenler var. Ne adını ne de sanını beyan ediyor. Bir veya birkaç akşam ki yemeğin giderlerini onların katkıları karşılıyor. 
Hizmete koşanlara bir kadın soruyor. “Burada yövmiyeler kaça?” Gençler gülüyor… İnsanların para almadan bir iş yapmayacağına o kadar şartlanmış ki, “Allah Rızası” için yapılan hizmetin bile bir bedeli olması gerektiğini düşünüyorlar… 
Tabldotlar dağıtılmaya başladığında bir hareketlenme oluyor. Önce kadınlar, yaşlılar alıyor yemeğini ve masalardan birine oturuyorlar. Yemek dağıtanların birbiri ile şakalaşmaları, tabak çatal sesine karışıyor.
***
Derken…
Top patlıyor bütün gürültüsü ile… Arkasından ezan… Boğazda kavga başlayınca konuşmalar kesiliyor. Yemeğini bitiren tabağını alıp, önce çöp kovasının başına gidiyor. Memiş ağa iş başında… Kirli tabak ve çatala nezaret ediyor, çöpe gitmesin diye… Tabakları toplamak onun işi… 
Kuyruğun sonu gelene kadar geçen süreçte oruçlu olan dağıtım gönüllüleri su ve hurma ile oruçlarını iki arada bir derede açıyorlar ve hizmete devam ediyorlar…
Sonra,
Kuyruk bitiyor… Hayatta her şeyin bittiği gibi… 
Yemeği dağıtanlar karınlarını doyuruyor, boşlarını alıp yeni günün hazırlığını yapmak üzere çadırdan ayrılıyorlar. Diğer gönüllüler; iftar sonrası çadırın temizliği, toplanması, masa ve iskemlelerin taşınmasından sorumlular. 
***
Ve işin en zevkli zamanı geliyor.
Derneğin önünde halka olup, yorgunluk çayını-kahvesini yudumluyorlar. Çınardan bir yaprak daha düşüyor. Tatlı bir gece sohbet başlıyor… 
Cumartesi geceleri Tasavvuf musikisi ve Sema gösterisi var.  Çadırın önünde açık havada yapılan gösterişsiz, duygusal, içten gelen bir nefes ile söylenen ilahiler eşliğinde Semazenleri dönerken izlediğinizde göğe yükseldiklerini zannediyorsunuz. İzleyiciler çadıra sığmayınca sokağa taşmışlar. İlahi gurubu da, semazenlerde izleyenlere sundukları ziyafette, bırakın ücret almayı; alkış bile istemiyorlar. “Bu” diyorlar “bir gönül işi, aşk işi…” 
Gerçekten de öylesine kendinden geçmek, Sema etmekte gösteri değil bir ibadet çünkü…
***
Birde bakıyorsunuz vakit gece yarısı… Çadır kapatılmış, dinlenme zamanı gelmiş… Kadirhanenin Kandillerini söndürüp dağılıyorlar…
Ta ki, ertesi gün ayni koşturmaca için yeniden buluşuncaya kadar…
Tatlı bir sevinç ve huzur ile…
***
Niye mi yazdım bu yazıyı?
Ülkede gerçek anlamda “iyilik yap, denize at” felsefesi ile hizmet eden, ikbal beklentisi olmayan, oy avcılığı için yemek dağıtmayan, kaşığı ile yedirip sapı ile gözünü çıkarmayan, gösterişten uzak, övgüden uzak, veren elin alan elden daha değerli olduğunun bilincinde, kendini sırlamış bu tür yerlerin Anadolu da henüz kaybolmadığını anlatmak için…
Herkesin “Allah Razı Olsun…” diyerek hizmetin sürmesini dilediğini belirtmek için…
İyiliğin sadece siyasi otoritenin kömür ve erzak yardımından ibaret olmadığının bilinmesi için…
Bu yardımlaşma halinin ve iyilik yapma isteğinin, dayanışma ruhunun bizde var oldukça, bizi kimsenin yıkamayacağını anlatmak için… 
Yeter ki hiç kimse hakkında peşin karar vermeyin, ön yargılı yaklaşmayın… Dünya; hepimizin arzuladığı yaşam biçimi için yeterince büyük…
Yeter ki siz içinizdeki “iyiliği” harekete geçirin… Niyetiniz “Halis” olsun. Bakın neler başaracaksınız?


Taner Tümerdirim

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.