BİR LAİK YAZARIN İSYANI: ”ARTIK YETER!”

ABONE OL
19:02 - 01/10/2020 19:02
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bu yazımı Milliyet gazetesi yazarı Osman Ulugay’la yapılan ve Aksiyon dergisinin 688’inci sayısında yukarıdaki başlıkla yayınlanan röportajdan esinlenerek yazmaya karar verdim. Malum günümüzde çok yaygındır; eski solcuların, hatta marksist denecek kadar aşırı koministlerin bile 180 derece dönerek yön değiştirmelerine şahit olduğumuz bir zaman diliminden geçiyoruz şu an. Elbette hidayete ermenin ne yaşı, ne sınırı ne de zamanı vardır. İşte tam bu bağlamda Aksiyon dergisi, Osman Ulugay’ın açıklamalarını “bir laik yazarın isyanı” diyerek sanki hidayete ermeye bir örnek gösteriyor ve bu şekilde değerlendiriyor. Oysa kişiler laik olmaz, kurumlar laik olur. Şimdi yazının özüne dönelim ve Osman Ulugay’ın açıklamaları gerçekten “hidayete erme – gerçeğe dönme” mi yoksa “fır dönme – kuyruk sallama” mı olduğuna karar verelim?

Demokrat Osman Ulugay 2007 de yapılan Cumhuriyet mitinglerini eleştiririken şöyle diyor: “…benim motifim, sonuç vermeyecek bu çıkışın anlamsız olduğunu, bu müdahaleyi yapanların umduğu sonucu elde edemeyeceğini anlatmaktan ibaretti.” Demokratik ülkelerde insanlar tepkilerini nasıl dile getiriyor veya getirmeli? Tepkiler sadece seçimden seçime mi dile getirilir? Mitingler, karşı bildiriler ve seri toplantılarla halk uyarılmaz, gerekirse “ayaklandırılırmaz” mı? Miting, protesto yürüyüşleri düzenlemek ve katılmak demokrasinin gereği değilmi? Hiç kimse, hele bir de kendine demokrat sıfatını yakıştırıyorsa eğer, Cumhuriyet mitinglerini ve katılanları bu bağlamda küçümsememeli ve antidemokratlıkla suçlamamalı.

Demokrat Osman Ulugay Cumhurbaşkanı seçimi sürecini de şöyle değerlendiriyor: “…AKP’nin anayasal hakkı olan prosedürü işletmesine karşı engel çıkarmanın toplum nezdinde destek bulmayacağını düsünüyordum.” Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makamın geleceğini belirlemede toplumsal diyalogla uzlaşı aramak yerine “tek-gerçek-benim-gerçeğim” anlayışı çerçevesinde hareket eden bir iktidarı savunmak ve bu sürece karşı çıkan milyonlarca insanı (halkı) eleştirmek hangi demokratlığın gereğidir?

Demokrat Osman Ulugay meşhur „mahalle baskısı” olgusunu anlatırken şöyle diyor: “…Onlar kendi savundukları fikirlerin doğruluğuna o kadar ikna olmuşlar ki bunu sınamaya ve tartışmaya hazır değiller. Tartışmaya zorladığınız zaman tepki alıyorsunuz.” Bunu söylerken acaba hangi grupdan bahsettiğinin farkında mı? Kim hangi tartışmalardan kaçıyor? Kim kendi savundukları fikirlerden bir adım geri atmıyor? Kim toplumsal uzlaşıdan, diyalogdan kaçıyor. Kim basına baskı uygulayarak halkı kendi fikri ve düşünce sistematiği çerçevesinde yönlendirmeye çalışıyor?

Demokrat Osman Ulugay laik kesimin fikrinde bir Türkiye modeli var olduğunu ve onların psikolojisini anlatırken şöyle diyor: “…O dönemde hayat onların düşündüğü gibi miydi o ayrı bir konu; ama sonuçta kafalarında “1930’lar Türkiye’si” denilen bir hayal ülkesi var. Bugünkü Türkiye’yi de o hayal ülkesine uydurmak istiyorlar. Toplumun, 85 yıllık cumhuriyet deneyimi sonunda bile, ille kafalarındaki o modele uygun yaşamasını, davranmasın; hatta giyinmesini istiyorlar …” İlginçtir, burada Cumhuriyeti savunanlar geriye, 1930 lara, yani hayal ülkesine gitmekle suçlanıyorlar. Son cümlenin sonu da cok ilginç „…hatta giyinmesini istiyorlar.” Ne ilginçtir ki, Osmanlı dönemini hayal edenler, hatta 600’lü yılların giyim ve düşünce modellerini düşünce sistematiği ve yaşam felsefesi haline getirmeye çalışan gruplar tamamen görmezden geliniyor ve buna karşılık zamanının en ilerici düşünce sistematiğni savunan ve uygulayanlar (Cumhuriyetçiler) irticayla – gericilikle suçlanıyor. Psikolojide yaygın bir olgudur; kişinin kendinde olan olumsuzlukları karşı tarafa yükleme sorunsalı. Kendinde gördüğün ve var olduğunu bildiğin olumsuzluklardan kurtulmak için bu olumsuzlukları başka kişi veya gruplara yansıtacaksın (projeksyon). Bu şekilde kişi, zamanla kendinde var olan olumsuzluklar karşı tarafa yansıtıldığı için, rahatlama sürecine giriyor. Örneğin şişman bir insan kendini şişmanlar arasında bulunduğu sürece huzurda hisseder. Bu durumda şişmanlığın bir rahatsızlık olabileceğini hiç aklına getirmez.

Demokrat Osman Ulugay laikleri tanımlarken şöyle devam ediyor: „Dünyadaki gelişmeleri izleyemiyorlar, kendilerini yenileyemiyorlar, ülke sorunlarına çözüm üretemiyorlar, geniş toplum kesimleriyle teması kaybediyorlar ve kitle tabanlarını yitiriyorlar.” Bu değerlendirmeye kısmen de olsa katılıyorum; yalnız burda da tek yanlı bir değerlendirme var. Dünyadaki gelişmeleri takip edemiyen sadece laik kesim mi acaba? Kendilerini yenilemeyip „eskiye” dönmek isteyenler kim acaba? Evet burada laik kesim denilen grup kısmen de olsa geniş toplum kesimleriyle temas kurmada zayıflar. Cumhuriyetçilerin halkla ilişkilerinde zayıf olmalarını sadece halktan kopuk olduklarına bağlamak ise, sosyoloji biliminden bihaber olduğunun bir kanıtıdır. Zira, halktan uzaklaşmanın nedenlerinin arasında dini istismar etmemeleri, insanlara karşı „aç bırak – sadaka ver- yönet” siyaseti yürütmemeleri de bulunuyor.

Demokrat Osman Ulugay’ın „rol değişimi krizinde laiklerin irticacı rolünü fiilen üstlenmesi gibi bir durum var mı?” sorusuna ilginç yorumu şöyle: „Şimdi burada irticayı eğer bir geriye dönüşü savunmak anlamında kullanacak olursak, yahut yenilikleri ve değişimleri reddetme anlamında kullanırsak, belki irtica konusunda bir rol değişiminden söz etmek mümkün olabilir.” Yukarıda da belirttiğim gibi psikolojide var olan klasik bir sorun/kişilik projeksiyonu. Yani, kişinin kendinde gördüğü hataları nasıl bir başkasına yansıtırım çabası hakim burada. Cumhuriyetçi kesimin hedefleri 80 yıldır bellidir, hep ileri gitmek. Hatta Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de hedef olarak muassır medeniyetler seviyesini göstermiştir. Oysa, kuruluşundan bu yana Cumhuriyete şüpheyle bakan kesimin hedefinin Osmanlı dönemine, hatta İslamiyetin ilk dönemine dönme hevesi ve özlemi içerisinde olduğunu görmezlikten gelen demokratların demokratlığından şüphe etmek gerekir. Zira bu grup, gerek demokrasinin erkler ayrılığının öneminde, gerek insan haklarında, gerekse kadın haklarında olsun hep geriye gitme özlemini yaşamaktadır. Bunun da ötesinde, kimi partililer Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını padişahla hatta daha da ileri giderek Peygamberle özdeşleştirebilmektedirler. Elbette bazı toplumsal değerlere (dini hassasiyetler, ahlak, aile yapısı vs.) sahip cikmak, korumak gerek, fakat bu 1400 sene öncesinin özlemini çekerek değil, geleciğin hayali içerisinde yapılmalı.

Kısaca toparlamak gerekiyorsa demokrat bir insan, diyaloğa açık olmalı, her kesimin yanlış ve doğrularını tartışabilmeli, yani gerekirse „kral çıplak” diyebilmeli. Bunun da ötesinde insan kendini kendinden farklı olanlara ve düşünenlere kapatmamalı; zira farklı düşünce ve görüşler toplumsal zenginliği oluşturur. Toplumların gelişmesi ve refaha kavuşması ise bu fikir zenginliğinin korunup geliştirilmesine bağlıdır; yani fikir çeşitliliği demokrasilerin olmazsa olmazlarındandır. Aksi durumlarda, yani homojen düşünce ve fikriyatdan oluşan toplumlar zamanla cemaatleşir; ve sonuç itibarıyla ne fikir ne de vicdan özgürlüğü vukuu bulur. Bu durumda olan toplumlar sadece yukarıdan tebliğ edilen “doğrulara” veya fetva sahiplerıne itaatla yetinmek zorunda kalırlar.

Dr. Ali Sak

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.