BİR HİKAYE DENEMESİ- BEŞ BIÇKIN MÜCAHİT!!!

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Saygıdeğer okuyucularım, Allah’ın Elçisi Hz.Muhammed yazı serisine bir hafta ara vererek size bir hikaye denemesi yazdım bu hafta. Haftaya inşallah UHUD’da buluşmak üzere…

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken 4+1 bıçkın mücahit varmış… Gurbetçiymiş bunlar…Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki Almanya adında bir ülkeye işçi olarak gelmişler. O zamanlar Almanya’da insanların dini görevlerini yerine getirmelerine yönelik teşkilatlar kurulmuş, bu teşkilatlardan çoğu Türkiye diye bilinen bir ülkeden yönetiliyormuş. Bıçkın mücahitler de hasbelkader o teşkilatlardan birinin yöneticisi oluvermişler…Astıkları astık, kestikleri kestikmiş bu bıçkınların…Yönettikleri teşkilatta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar yönetimleri süresince…Yalan söylemek ve iftira atmak da bunların sünnetiymiş aynı zamanda…

O zamanlar Almanya’da bir de göçmen televizyonu kurulmuş. Bu televizyonu üç gurbetçi arkadaş kurmuş. Ortaklardan biri olan delikanlı anlarmış televizyon yayıncılığından. Diğer ortaklar kendi işleriyle meşgullermiş…Nasıl olduysa, bu bıçkın mücahitlerle, gurbetçi delikanlının yolları birleşivermiş birdenbire Almanya’nın büyükçe bir şehrinde…O büyük şehirin adı da Berlin’miş…Bir zamanlar Almanya’nın başşehriymiş Berlin…
Kader bu ya, televizyon aşkı o bıçkın mücahitlerle o gurbetçi delikanlıyı televizyon yayıncılığında bir araya getirmiş…Parayı veren düdüğü çalar hesabından hareketle, bıçkın kardeşler o televizyonu sahiplenivermişler…Gurbetçi delikanlı televizyonun Genel yayın yönetmenliğini yapacakmış…Öyle anlaşmışlar bıçkın kardeşlerle. Ancak bıçkın kardeşler söz verdikleri halde para desteğinde bulunmamışlar…Bulunmak bir yana televizyonda yayınlanacak reklam konusunda bile delikanlıya ayak bağı olmaya başlamışlar… “O reklamı yayınlayamazsın haramdır, bunu yayınlaman lazım, o helaldir” v.s.

Aslında haramlık ve helallik meselesi değilmiş mesele, mesele: Bıçkın mücahitlerden birisinin arkadaşı restoran sahibiymiş, aynı zamanda kasaplık da yaparmış…Helal olan onun sattığı etmiş, diğer kasapların sattığı etlerin hepsi harammıııış…

Bütün bu sıkıntıların üstesinden gelerek yayın hayatını sürdürmüş gurbetçi delikanlı…4 yıl boyunca o televizyon Berlin’de gündem belirlemiş… “Tek kişilik ordu” diye gazetelere manşet olmuş, hatta başka televizyonlara da konu bile olmuş, bu tek kişilik ordu ile yönetilen televizyon… Zamanla bıçkın mücahitler genel yayın yönetmenini ve aynı zamanda televizyonun kurucusu olan delikanlıyı çekememişleeer. ‘Bu televizyonda şarkı türkü söyleniyor ve aynı zamanda davamıza da ihanet ediyor’ diye baş vezire şikayette bulunmuşlar. Bunun için taaa Kölln’e kadar gitmişler.

Davamıza ihanet ediyor demeleri işin bahanesiymiş, işin aslı başkaymış: O yıllarda geldikleri ülkede ihtilal olmuş, askerler devleti elegeçirmiş. İhtilalden sonra sağcı solcuyla, solcu sağcıyla konuşmazlarmış. Ülkücülerle, şeriatçılar da birbirlerine yan yan bakarlarmış. Genç delikanlı bunları televizyonda bir araya getirmeyi başarmış, onlarla açık oturumlar bile yapıyormuş televizyonda.
Ayrıca çeşitli dini gruplara da yer vermiş televizyonda genç delikanlı. Süleymancısı da, nurcusu da, diyanetçisi de, o televizyonda yer bulmuş kendisine. Bunlar da yetmezmiş gibi Aleviler de türkü söylemeye, saz çalmaya başlamazlar mı…Bunlar cin çarpmışa dönmüşler… Toplantı üstüne toplantı yaparak, şarkı türkü çalmanın haram olduğuna dair fetva çıkarmaya çalışmışlar. Sonunda çıkarmışlar fetvayı….Bu fetvayı delikanlıya tebliğ etmişler… Tebliğ etmişler etmesine de, delikanlı kesin delil istemiş…Onlar da kesin bir delil getirememişler… Bu durumda delikanlı aynı şekilde yayın politikasına devam etmiş…Çünkü o delikanlı da aynı zamanda ilahiyatçıymış…Neyin haram neyin helal olduğunu o da bilirmiş…
İşte bıçkın mücahitler asıl bu renkliliği hazmedememişler…Dava dedikleri şey ne ise, bu yapılanlar güya onların davalarıyla örtüşmüyormuş…

Aynı zamanda bunlara dört silahşörler de derlermiş. Başka bir ifadeyle o şehirde bunlar Dalton Kardeşler diye de tanınırmış. Herşeyi çok iyi bilirlermiş haaa bu Dalton Kardeşler….Bilmedikleri hiçbirşey yokmuş onların…Siyaseti çok iyi bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş, ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş, yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s. Bunların herbiri bulunmaz birer Bursa kumaşıymıııış…

Baş vezire, televizyonda yayınlanan hangi yayının zararlı olduğunu anlatamamışlar Kölln’de ama…Olsun…Baş vezir irade etmiş ve Adil(!) bir yargılamayla alıvermişler genç delikanlının televizyonunu elinden…Televizyonun kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan delikanlı böylece ortalıkta kalakalmış…Paranın gözü kör olsun…İster istemez razı olmuş kaderine genç delikanlı…Binbir emekle kurduğu televizyonun elinden gittiğine mi yansın, gurbet ellerde beş parasız ve işsiz kaldığına mı yansın…Yoksa bu durumu hanımına nasıl izah edecek olduğuna mı yansın…

Olacak olan olmuş, evde ekmek beklerlermiş çocukları…Genç delikanlı çocuklarının rızkını temin etmek için Manisa’lı bir arkadaşının desteğiyle pazarcılık yapmaya başlamış, -Allah rahmet eylesin, delikanlının o arkadaşı genç yaşta Hakkın rahmetine kavuşmuş-… Olanları içine sindirememiş ama yapacak daha fazla bir şeyi de yokmuş delikanlının…Çaresiz sabretmiş bütün bu olanlara…

Televizyonun adı TFD televizyonu imiş. Almanya’daki Türk televizyonu demekmiş…Bir süre sonra da binbir emekle kurulan bu televizyon sorumsuz sorumluların, kifayetsiz muhterislerin üstün gayretleriyle maalesef kapanmış, tarih olmuş…

Bu zihniyetin sahipleri alışkınmış zaten televizyon açıp televizyon kapatmaya. Başka yerlerde kurulan televizyonları da kapatmış bunlar…Hem de Allah rızası için hizmet yapacağız diye, insanların duygularına hitap ederek, onların birer fenik birer fenik verdikleri paralarla açmışlar o televizyonları…Hisse sahipleri hesap sormaya başlayınca da” Üzgünüz biz ihanete uğradık” diyerek çok rahat bir şekilde çıkıvermişler işin içinden…

Ortalıkta dolaşan dedikodulara bakılırsa, bu Dalton kardeşler, 25 sene yönettikleri teşkilatlarını da 4 milyon Euro civarında zarara sokmuşlar…Bu zararı haber alan baş vezir ve arkadaşları hemen bunların görevine son vermiş…Son vermiş vermesine de bunların yıllarca muhasipliğini yapan, onlar gibi bıçkın bir mücahidi(!) de onların boşalttığı koltuğa oturtuvermişler…

O, +1 bıçkın mücahit de vefa borcu olarak 4 milyon Euro’nun iç edilme konusunu hukuk açısında zaman aşımına uğrayıncaya kadar tartışmamış çalışma arkadaşlarıyla, konuyu açanları da gözünün yaşına bakmadan görevden alıvermiş…Zaman aşımına uğrayınca da elindeki asayı havaya fırlatarak sevinç çığlıkları arasında kutlamışlar zaferlerini hep birlikte Dalton kardeşlerle…Baş vezir de “Aferin evlat aferin…İşte böyle olacak, gel seni alnından öpeyim bakim” demiş ve görev süresini uzatıvermiş ödül olarak +1 bıçkın mücahidin…

Bir numaralı bıçkın mücahit şeyhliğini ilan etmiş daha sonra, el veriyormuş artık müritlerine ve ekliyormuş soranlara: “Siz biliyor musunuz, ben neler biliyoruuum neler… Padişah hazretlerinin Amerika da 50 milyon, İsviçre’ de 40 milyon Doları yatmaktadır haaaa. Ben 25 sene sonra oradan neden ayrıldım sanıyorsunuz? İşte bu sahtekarlıklar yüzünden ayrıldım… İsteyen herkese belgeleriyle ispat ederim bu söylediklerimi” diyerek te üstü kapalı tehdit etmeyi de ihmal etmiyormuş dinleyenlerini…

Müridler de “Vay beee, şu işe bak, görüyor musun olanları” diye dedikodu ediyorlarmış kafalarını sallaya sallaya cemaat arasında…Ondan sonra da oturup zikir(!) yapıyorlarmış topluca… Hiç birisi de “Sen 25 sene ne yaptın orada, şimdi oradan ayrılınca mı aklına geldi bütün bunları anlatmak diye soramıyormuuuuş …Öyle saça böyle tarak..

İkincisini sürgün etmişler yaşadığı o ülkeden, söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları varmıııış. Oysa bu bıçkın mücahit, daha düne kadar cami kürsülerinden: “Değil faiz almak, faiz vermek, bankaların saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için birazcık duranlar bile annesiyle Kâbe’nin önünde zina etmiş gibidirler” diye de vaazlar veriyormuş hararetli hararetli… Hitabeti de oldukça güzelmiş…Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın mücahit…

Üçüncüsü aslında zavallı birisiymiş…O birinci Dalton’un elinde oyuncak gibiymiş…İradesini ona teslim etmiş, birinci Dalton ne derse, o, onu yaparmış…İki kelimeyi bir araya getirip de konuşamazmış ama…Ne yapacaksın, o memnunmuş çantacılık yapmaktan…Aslında rütbe olarak birinci daltonun rütbesinden üstünmüş rütbesi…Ama ehliyet olmayınca ne yapsın zavallım… Zamanla utancından namaz kılacak cami bile bulamaz olmuş…Birisi bana birşey der diye de bucak bucak kaçıyormuş insanlardan…

Dördüncü Dalton’a selam bile vermek istemiyormuş sokakta görenler. Ama o yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışıyormuş yılışık yılışık…
Dördüncü Dalton aynı zamanda duvar ustasıymış. Ancak bu ustanın bir özelliği varmış ki sormayın gitsin. Bu Dalton usta, öyle ev yapmak, otel yapmak, saray yapmak için duvar örmezmiş. Hürrem Sultanlar’ın emriyle evlerin bodrumlarının kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış hani. Birgün televizyonun genel yayın yönetmeni olan delikanlının oturduğu evin bodrumuna inen kapıyı da kapatıvermiş aniden bir duvarla. Hürrem Sultanlar böyle emir buyurmuşlar. Nedense, Gorbachov Doğu Bloklarından duvarı kaldırırken, dördüncü Dalton duvar yapmaya başlamış. Hem de berlin Duvarı’nın yıkıldığı şehirde yapıyormuş bodrum duvarını.

Delikanlı da almış balyozu eline bigüzel yıkıvermiş bu duvarı. Bu işe celallenmiş Dalton kardeş, yağmış gürlemiş, “Benki dördüncü Dalton’num, bire gafil sen kim olursun da yıkarsın benim yaptırdığım duvarı”diye dellenmeye başlamış… Delikanlı muhatap bile almamış dördüncü Dalton’u…Durumu hemen başvezire bildirmiş. Başvezir olay mahalline bir heyet göndermiş. Heyet kiracıların hepsini toplanmış huzura. Hürrem Sultanlar da varmış bu toplantı da. Heyet herkesi tek tek dinledikten sonra, hep birlikte bodrum duvarını incelemeye inmişler. Delikenlı ve oturduğu evdeki bütün kiracılar bu bodruma kömürlerini koyarlarmış. Başka kömür koyacak yerleri yokmuş. Evler zaten birer buçuk odaymış. Durumu yerinde inceleyen heyet dördüncü Dalton’a emir vermiş: “Derhal bu bodrum duvarı yıkıla ve kiracıların bodrum yolu açıla.” Emir uygulanmış, uygulanmış uygulanmasına da zarar ziyan hesabı delikanlının üzerine yıkılevermiş. Duvarı o yıkmış çünkü.. Heyetin verdiği böylesine adaletli(!) bir kararla bodrum duvarı olayı çözülüvermiş.

Ne kadar doğrudur ve ne kadar yanlıştır bilinmez amma. Dördüncü Dalton’un bu yıkılan duvarın altında kaldığı anlatılırmış o şehirde dilden dile, nesilden nesile. Başvezir yapılanları heyetten dinledikten sonra; hımmm demiş ve eklemiş “Buyruğumdur, bu densizin boynu tiz vurula”. Ve alıvermişler kellesini geleceğin fatihi olarak o şehirde nam salmış Dalton kardeşin…

İnsanlar olup bitenleri neden sonra görmüşler görmesine de ne yapsınlar…Havale etmişler Rabb’lerine onları…Eeeee etme bulma dünyası demişler bu dünyaya…Zalimin zulmü varsa mazlumun da âhı vardır…Herhalde yapılan zulümler karşılıksız kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır, Allah’ın acelesi de yoktur tabii ki deyip tevekkül ediyorlarmış Rabb’lerine…
Hikaye de burada bitmiiiiiş…

Kıssadan Hisse:

Adamcağızın birisi ölmüş. Cenazeyi kaldıracaklar ama köylüler, namazını kıldıracak kimseyi bulamamışlar. Bakmışlar, hafız olan, aynı zamanda da akşamcı olan Bekri Mustafa geçiyormuş yoldan. Yakalamışlar hemen onu. Ne kadar itiraz etse de kurtulamamış ellerinden cemaatın Bekri Mustafa…
Çaresiz cenaze namazını kıldırmış… Sonra da eğilerek cenazenin kulağına birşeyler fısıldamış… Cemaat merak etmiş ve ne dediğini sormuş Bekri Mustafa’ya, o da; “O na dedim ki, şimdi aşağıya inince sana soracaklar yukarıda ne var ne yok diye, onlara de ki; Bekri Mustafa yukarıda imam oldu, onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar….”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.