BİR ALMAN HAPİSHANESİNDEN İNSAN MANZARALARI

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kurban Bayramı’nın üçüncü günü Münih Yabancılar Meclisi Üyesi Eyüp Tanrıverdi’nin organize ettiği bir heyetle Almanya’nın en sıkı güvenlik önlemleriyle ünlü Münih Stadelheim cezaevindeki Türk mahkumları ziyaret ettik. Heyetimizde Münih’in İbrahim Tatlıses’i olarak bilinen Urfalı sanatçı Levent Canses ve iki saz arkadaşı ve bir de din görevlisi Ünal Sarıca vardı. Daha hapishanenin giriş kapısında sıra bekleyen başları örtülü Türk anaları görünce yüreğim yandı. Yıllar önce bir umutla Almanya’ya gelip köle gibi çalışan annelerin, burada doğup büyüyen genç evlatlarını duvarlar arasında ziyaret etmek zorunda kalmış olmalarına çok üzüldüm. Cezaevi yetkilileri bizi hiçbir prosedüre tabii tutmadan, özel kapılardan son derece kibar bir şekilde hemen toplantının yapılacağı salona getirdiler. Oysaki mahkum yakını anneler, babalar evlatlarını yarım saat görebilmek için dışarıda saatlerce güvenlik kontrollerini beklemek zorundaydılar.

Salonda bize ayrılan yerlere oturup beklerken, mahkumlar disiplin içersinde tek sıra halinde salona alındılar. Hepsi bizi görünce sanki babalarını görmüşçesine sevindiler. Bayram buluşmasına katılabilmek için dört beş gün önceden başvurmuşlar ve disiplin cezası almamış oldukları için buluşmaya hak kazanan bu mahkumlar, bu buluşma için heyecandan uykusuz geceler geçirmişler. Biz görünce hepsi tek tek bizimle bayramlaşıp, yine disiplin içersinde yerlerine oturdular. Gözleri de yanımızda getirdiğimiz, masalara dağıtılmış baklava, dergi ve gazetelerdeydi…

Din görevlisi Kuran okurken, oturduğum yerden hepsini tek tek gözlemledim, yüzde doksanı yirmi yaş civarında genç çocuklardı bunlar. Bunlar Konya, Samsun, Rize, Muğla ve Aydın gibi kentlerden büyük umutlarla buralara gelmiş ailelerin çocuklarıydı. Gençlerin, en çok uyuşturucu ve hırsızlık suçları nedeniyle mahkum oldukları söylendi. Muğlalı bir genç ithal damat olarak geldiği Almanya’da burada doğma büyüme eşine kızgınlıkla bir tokat attığı için 2 yıl altı ay ceza aldığını söylüyordu, diğer genç ise altı bin Euro borcunu ödeyemediği için beş ay ceza aldığını söylüyordu. En ilginçlerinden biri ise cinayet suçundan on beş yıl hüküm giyen bir hükümlü idi… Gözyaşlarına boğularak ”vallahi de billahi de ben yapmadım, suçsuzum” diye bize dert yanıyordu. Sanki biz onları serbest bıraktıracak güce sahipmişiz gibi bizden umut bekliyorlardı. Bu Alman cezaevinde kalan Alman oranı sadece yüzde on beş civarında iken kalanını yabancıydı. Bunların da çoğunluğunu Türkiyeli Türkler, Romanlar ve Bulgar Türkleri oluşturuyormuş.

Cezaevi atelyelerinde saat ücreti olarak elli Cent ile bir Euro arası kazanan mahkumlara dışarıdan pek para gerekmiyormuş. Ama kantinlerinden Türk sucuklarından, helvaya kadar her şey bulunuyormuş. Tabii parası olan alabiliyor… Yemekhanede Müslüman mahkumlar için çıkan domuz etsiz yemekler o kadar lezzetliymiş ki Alman mahkumlar bile bu yemeklerden yiyebilmek için ”biz de Müslüman olduk” diyorlarmış. Almanların azlığı özellikle toplu maç seyretme günlerinde belli oluyormuş, çünkü adamlar yabancıların çoğunlukta olduğu bu ortamda Almanya gol attığında ”Gol” diye bağırıp bu sevinci yaşamaya korkuyorlarmış. Türk yemeklerini özleyen Türk mahkumlar ise ara sıra hamur hazırlayıp, odalarındaki su ısıtıcıya yağ koyup, börek poğaça yapıyorlarmış. Ayda 17.60 Euro’ya kiraladıkları televizyonlarından ise TRT1 ve ATV’yi izleyiorlarmış, en çok da evlilik programlarına meraklılarmış. Bu programları da çok komik buldukları için izliyorlarmış.
ahmet-incel-a.jpg

İnsanlar genelde zora düştüklerinde Allah’a daha çok yakınlaşmaya çalışırlar. Bunu şimdiye dek hastahanelerde gözlemlemiştim, bu kez bu sendromu cezaevinde gördüm. Mahkumlar, heyetimizdeki din görevlisini büyük bir dikkatle dinlerlerken, hep onunla konuşmaya çalıştılar. Bir genç ”tüm zorluklara rağmen, tuvalet kapısının önünde de olsa beş vakit namazımı kılmaya çalışıyorum, Allah daha yakın olmak için neler yapabilirim?” diye soruyordu. Kendisiyle sohbet ettiğim cezaevi eğitmenlerinden Alman ise kütüphanelerinde bulunan yaklaşık bin Türkçe kitaptan en çok Kuran’ın okunduğunu söylüyordu. Kuran’ın herhangi bir kitap gibi okunup hemen geri getirilmediğini söyleyen yetkili ”yirmi iki tane Kuran’ımız var ama yetmiyor, bize daha fazla Kuran gönderilirse çok mutlu oluruz” diyordu.

Bu heyete hiçbir ücret talep etmeden, gönüllü olarak katılan sanatçı Levent Canses’in nefis sesiyle yorumladığı türkülerle cezaevi salonu bir anda bir düğün salonuna döndü. Mahkumlar, bir süreliğine de olsa nerede olduklarını unutarak, bol bol oynadılar ve parçalara eşlik ettiler.

Bu ziyaretimin benim için en duygulu anı ise sanatçının ”Türkiyem” parçasını tüm mahkumlar hep birlikte seslendirirken, Türkçeyi zor konuşan Kürt kökenli Diyarbakırlı çok genç bir mahkumun sesinin en fazla çıktığını gözlemlemek oldu…

Allah kimseyi oralara düşürmesin…

Ahmet İNCEL

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.