BİLİMSEL DİN GERÇEĞİ

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BİLİMSEL DİN GERÇEĞİ


Bugün Massachusetts Teknoloji Enstitüsü 35 adet Nobel ödülü almış bir kurum, bünyesinde çalışmış çok önemli bilim adamları bu Enstitüye 35 adet Nobel ödülü kazandırdı. Einstein bile ölümüne kadar bu Enstitüde çalışmıştır. Profesör John Nash ise bunlardan bir tanesidir.1994 yılında oyun Teorisi’ne yaptığı katkıyla Nobel Ekonomi ödülü almıştınsa dengesiyle istatistikten felsefeye, biyolojiden yapay zekaya kadar, neredeyse tüm bilim dallarında çığır açmıştı. Matematiğin Nobeli kabul edilen Abel Ödülü’nün de sahibiydi. Bütçesi 17 milyar dolar olan Princeton Üniversitesi’nin Ekonomi Nobelli Profesörü, gayet mütevazi şekilde taksiyle çalıştığı bilim kurumuna gidip geliyordu. Âmâ benim ülkemde ise imama dört milyon dolarlık zırhlı bir Mercedes tahsis ediliyor. Üstelik toplumun gösterdiği tepkiye rağmen. İşte Batı ile aramızdaki fark bu. Batı demokrasisini eleştirenlerin bu gerçeği görmemezlikten gelmelerini anlamak mümkün değil. Türkiye Batı’dan çok uzaklarda kaldı, Orta doğunun kabile demokrasisine mahkum bir ülke haline getirdiler ülkeyi. Bir gün bu bataklıkta saplanıp kalırsa, hala yapılmak istenen yanlış siyasetin getirdiği bedeli kim nasıl öder bilinmez. Şimdi seçim sonrasında yaşanan belirsizlik bu felaketin bir habercisi değil mi?

TEHLİKELİ ÇATIŞMA…
Din saygınlığı elbette Müslüman bir ülkede tartışma konusu olmamalı, dahası da inançların siyasal amaçla kullanılması dine yapılacak olan en büyük saygısızlık ve zarardır. Seçim meydanlarında din kutsallığının siyasal amaçla kullanılması
kabul edilecek bir davranış değildir. Üstelik bunu en üst derecede olan kişilerin yapması daha da vahim sonuçlar doğmasına sebep olacaktır. Bugün Batı’da her din her inanca mensup toplumlar inançlarına saygı duyulmasını ister. Kimse inancı tartışma konusu yapmamalıdır, âmâ biz bugün Batı’nın bu değişiminden çok uzaktayız. BİLİM bir toplumun geleceğindeki çağdaş değişim anlayışının modelidir. Batı bunu yapıyor ve değişim yaşıyor, peki biz ne yapıyoruz? Bilimle dini çatışma noktasına çekmek istiyoruz. Din ve Bilim birbiriyle asla kavgalı olmamalı. Bilim yaşadığı sürece din kendisini her zaman bilimselliğin koruması altında, toplumla paylaşma noktasında mutlu hisseder. Bilimden kopmuş uzakta kalan bir toplum, asla dünyanın değişen çağdaşlığından faydalanamaz güdülmüş bir toplum modeliyle kalır. Bu da birilerinin kendi düşünce anlayışlarının içine sokmaya çalıştıkları toplum, işte bu çarkın ortasında tıkanıp kalacak ve onların istedikleri de bu. Profesör John Nash’ı düşündükçe, bugün dine zarar veren şaklabanlar bakıyorum, özellikle içinde bulunduğumuz kutsal ayda din sömürüsü yapanlar, aslında dinimize ne kadar zarar verdiklerinin farkındalar mı acaba? Keşke dini bilimsel anlamda toplumla buluş tura bilseydik, fakat bunun gerçeğe dönüşmesi kim bilir ne zaman gerçekleşir bu ülkede bilinmez. Ancak TV kanallarında konuşan din bezirganlarından bu ülkenin kurtulması gerek.

ACI GERÇEKLERİ GİZLEMEK…
Tanrıya inanan adam olmak kolay, asıl önemli olanda. Tanrının inanacağı adam olabilmektir. Şimdi sormak lazım, acaba bugün dinimizin bu değerlerine sahip kaç gerçek Müslüman var acaba? Din hiç bir zaman çatışma haline çıkar beklentileri haline getirilmemesi gerek. Âmâ birileri bilimle dini çatışmaya dönüştürmeyi çok iyi biliyor, âmâ din saygınlığının toplumsal değerlerde kalmasını düşünmeyerek siyasetin içinde tutarak asıl ona zarar verdiği gibi, dinimizi bile bilim ışığında yansımasını saklıyor. Sanat, sanatçı, çağdaş eğitim, edebiyat, kültürel değişim, matematik, fizik, kimya, ekonomi, tiyatro ve Atatürk toplumdan gizleniyor. Çağdaş cumhuriyetin değerleri, siyasetin çirkin oyunları arasında inançların gölgesinden kurtulamıyor. Türkiye Batı’da tüm bu değerlerin yansımalarını saygınlığını kaybetmiş bir ülke. Büyük seçimden sonra yaşananlara baktığımda, bundan sonra da değişecek bir resim göremiyorum. İnanç saygınlığının siyasete alet edildiğini net biçimde yaşadı bu toplum. Aslında tüm bu saklanan gerçekleri güdülmüş bir toplum gerçeğindeki insanın görmesi mümkün mü?2012 yılında İstanbul’da dünyanın sayılı bilim adamlarının geldiği, Prof. John Nash’ın da katıldığı uluslararası toplantının (Akıl oyunları) açılış konuşmasını, dinle ”makara kakara” diye dalga geçen Egemen bağış Türkiye Cumhuriyeti adına yapmıştı.44 ülkeden 800 seçkin bilim adamının katıldığı bu önemli toplantıda biz, Türkiye’nin tanıtımı adına çok önemli bir fırsatın kendi ellerimizin arasından kayıp gitmesine sebep olduk. Dünyanın en önemli 800 bilim adamının ortak düşüncesi, Türkiye’nin bilim konusunda duyarsızlığı kaygı verici deniliyordu, âmâ bugün bu acı gerçek kimin umurunda. Cumhuriyetin çağdaş değerlerini Atatürk’ü adeta yok sayan bir anlayışın, şimdi böylesine önemli bir toplantıda çıkıp konuşmasına ne demeli. Tarafsızlık sözü veren bir cumhurbaşkanı ve toplumun tüm katmanlarında yaşanan sonuçları. Bilimden kopmuş koparılmış bir ülkenin geleceğini tartışmamız gerekirken, biz hala inançları din saygınlığını öne sürerek eğitimsiz bırakılmış bir toplumu, korku toplumu haline getirmenin getirisini yaşamak istiyoruz.

SEÇİM SEÇİM SEÇİM…
Türkiye şimdi nasıl bir hükümet kurulacak diye bekliyor, Türk toplumu onca korkuya baskıya biat saldırısına karşı bu seçimde bir demokrasi sınavı verdi. Şimdi hala yaşanmayan olmayan bir demokrasi adını yazmak için bir araya gelmenin tam sırası değil mi? Kaybedersin kazanırsın bu bir yarıştır, sen siyasetin adını toplumsal barış, çağdaşlık, akıl ve bilim aydınlanması ve cumhuriyet olarak koymasını becerebilirsen bunun adı ülke sevgisi ve demokrasidir. Türkiye bugüne kadar parlamenter sistemin içinde kaldı, zaman zaman sistem de yaralar tıkanmalar olsa da, parlamenter sistemden başka bir yönetim biçiminde inat etmek sadece ülkeye yarar değil zarar verecektir. Başkanlık yada sultanlık modellerini öne sürmeye çalışmak cumhuriyete karşı olmak demektir. Toplum eğitim akıl ve bilim gerçeğinden çok uzak, Atatürk aydınlanma modelinin yansımalarını ölene kadar yaşanır halde tutmasını bildi, şimdi biz cumhuriyeti kuran bir dâhiye zaman zaman hakaret etmekten geri kalmıyoruz ve toplumun önünde cahil bırakılmış kitlenin önünde onu yok saymaya çalışıyoruz asıl büyük tehlike bu değil mi? Seçim sonuçları sonrasında Türkiye hala adı olmayan bir sisteme odaklanmış bir hükümet arayışı içinde, Atatürk’ün adını verdiği CHP’si bile hala hükümet olamamanın gerekçelerini nerede arayacağını bilmiyor, yanlış siyasetçi ve yanlış siyaset anlayışı bunun adı budur. Siyasetin nasıl toplumla buluşacağını bilmeyenlerin vekil olarak halkın karşısına çıkarılması büyük hata. Bugün Avrupa’da da öyle değil mi? Her eyalette Türk milletvekilleri var, şimdi sorsanız neden millet vekili olmak istediniz diye, bunun cevabını kendileri de bilmiyorlar bana göre. Türk toplumunun 50 yılı aşkın yaşadıklarını konuşmak varken yapılanlar ortada değil mi? Biz Türkiye cumhuriyetini parçalara bölmek için çabalıyoruz, oysa özde bir demokrasinin yaşanır hale gelmesinin resmini veren bir Türkiye için, konuşacak elini masaya koyacak bir devlet adamı görememek ne acı. Türkiye bunları hak etmiyor bana göre.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.