BİLİME VURULAN “DARBE”

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Darbe”, lügatımızda bulunsa da kullanmadığım bir kelime olmasına rağmen, bilim ile birlikte kullanmam benim için ne kadar güç, aşağılayıcı ve bir o kadar da ruhumu sıkan bir olgu olduğunu tahmin edemezsiniz, hele bir de bilim insanıysanız eğer bu size çok daha zor gelir. ”Bilim ve darbe”, ”ateş ve barut”, ”melake ve şeytan”, aynı cümleye sığdırılsalar da içime sinmeyen bir birliktelik. Sahi darbe deyince insanın aklına ne gelir? Birileri yönetime el koyarlar, akabinde demokrasi rafa kaldırılır, özel mahkemeler kurulur, karşıt düşünceler ayıklanır, sabahın köründe ansızın evler basılır; gözaltılar, sorgulamalar, basılmış veya basılmamış kitapların toplatılması, düşünce suçluları, sudan bahanelerle tutuklamalar, işlemediğin suçu itiraf etmen için işkenceler ve gizli tanık ve uyduruk kanıtlarla yargılamalar; insan onurunun hiçe sayıldığı zifiri karanlık ortamlar gelir insanın aklına. Kısaca, ”darbe insan hayatını karartmaktır.” Karanlığa karşı ışık yakanlara da bu dönemlerde ”faso fisodur, gulu gulu dansı yapıyorlar” denir. Pekala bilim deyince insanın aklına ne gelir? Kısaca tarif edecek olursak ”bilim insan hayatını aydınlatmaktır.” Bilim, çeşitlilik ister; yani hiçbir siyasi veya dini görüşe bağlı değildir. Bilim, süreklilik ister; yani bilgi edinimi zaman zaman yavaşlamış olsa da asla durmaz. Bilim, doğrulanmayı ister, yani bilgide mutlak doğru olmaz. Bilimsel gelişmenin olmazsa olmaz koşullarından en önemlisi özerk ve bağımsız bir ortamın yaratılmasıdır. Bilim, her şeyden önce hayal kurabilmektir; yani teoridir. Akabinde oyunsal bir yöntemle (deneylerle) hayal ettiğimiz veya gözlemlediğimiz olguları doğrulama veya yanlışlama süreci, yani araştırmadır. Bilim, deneysel ve düşünsel yollarla gözlemlediğimiz veya sezinlediğimiz olgular üzerine adım adım bütünsel bir bilgiye varmaktır. Özetlersek, bilim gözlenebilir veya sezilebilir olguları belirgin özellikleriyle tanımlamak ve bu olgular arasındaki ilişkileri açıklayarak genel ilkelere (teorilere) varma ve bunları test ederek, hiçbir siyasi, dini veya ekonomik çıkarlar olmaksızın, doğru veya yanlış olup olmadıklarını ortaya çıkarmaktır.
 
Pekâlâ yukarıdaki başlıkta neden birbirine zıt olan iki olguyu aynı cümle içinde kullandım? Hürriyet gazetesinde Ahmet Hakan’ın “Bilim insanlarımızın yurda dönüş projesine darbe!” başlıklı yazısını okuyunca güzelim ülkemizde “Bilime vurulan darbe” aklıma geldi. Olay şu: Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank büyük bir heyecanla 15 Aralık’ta hayata geçirecekleri bir projenin müjdesini vermişti. Bu projenin gelişmesinden daha önce katılmış olduğum TÜBİTAK toplantılarından dolayı bir şekilde haberdardım. Projenin amacı gayet güzeldi: Yurtdışına gitmiş olan bilim insanlarımızın yurdumuza dönüşlerini sağlamak! Yetişmiş bilim insanlarımızın, ülkenin bilimsel çalışmalarına yön vermesi için, ülkenin geleceğine katkı sunmaları için, çevrelerinde bir akım merkezi olmaları için “yurda dönüş” projesiydi. Bazıları dudak bükseler de ben de heyecanlandım. Hatta bu projeyi ben de sosyal çevremde severek duyurdum. Çünkü biliyordum ki kendini kanıtlamış, alanında tanınmış bilim insanları olmadan bilim yapılmaz. Hatta yanlış adım atılıp bilim öncülerini ürkütüp kaçırırsanız o bilim dalı da o ülkede artık gelişmez, körelir.
Ve bir şok dalgasıyla rüyalarımdan uyandım. Tam da Bakan Mustafa Varank’ın bu “Geri Dönüş” çağrısına müteakip 16 Kasım 2018 de iki değerli akademisyen hocanın ve bir grup aydının evlerine şafak vakti polis operasyonu düzenlendiğinin haberini okudum ve şok oldum. Şevkim kırıldı, “böyle bilim olmaz1 dedim kendi kendime. Bilimin ihtiyacı sayın Bakan Varank’ın sandığı gibi ayda 24 bin TL değil, onlara verilen makam arabaları, şoför, lüks makam odası değil, sınırsız düşünce özgürlüğüdür. Düşünce özgürlüğünün olmadığı ülkede bilim de yeşermez. İşte size bilimin can çekiştirdiği İslam ülkelerine karşın Mustafa Kemal ATATÜRK’ün öncülüğünde muassır medeniyetler hedefine odaklanan Türkiye Cumhuriyeti’nde son yıllarda ”bilime vurulan darbeden” başka örnekler.
Feza Gürsey Enstitüsü örneği
Matematik ve Kuramsal fizik alanında çalışma yapan ve daha önce Boğaziçi ve TÜBİTAK’a bağlı olarak 1983 yılında Erdal İnönü tarafından Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü adı ile kurulan enstitü 1996 yılında Feza Gürsey’in onuruna Feza Gürsey Enstitüsü (FGE) adı ile çalışmalarına devam eder. Dünyadaki bu gibi bilim enstitülerinin benzer ana hedefleri vardır. Enstitüler üniversitelere göre daha esnektir; bilimsel toplantılar, doktora sonrası çalışmalar ve ziyaretçi programları daha kolay düzenlenir. Üniversitelerde verilemeyecek doktora seviyesi araştırma dersleri sunulur. En önemli görevlerinden birisi de enstitülerin bilim camiasının buluşma yerleri olmasıdır. Burada taze yeni bilimi, daha geniş bir bilim adamı kitlesi ile buluştururlar ve yeni bilim adamı neslinin kendi içinde daha büyük bir ortak payda ile yetişmesini sağlarlar.
 
Kuramsal fizik ve matematik üzerine ülkemizde örneği olmayan ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli yerleşkesi (kampüsü) içinde yer alan FGE çalışmalarına ciddi ölçüde düşürülen eleman sayısı ile Gebze’de devam etmesi için TÜBİTAK tarafından zorlanıyor. Bu enstitünün akıbetine bir şekil son vermek demektir. Pekâlâ FGE örneği mevcut siyasi iradenin bilime karşı veya farklı bir deyimle, bilimin özerkliğine karşı tutumunu açıklayabilecek ölçütte mi?
 
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu örneği
TÜBİTAK’ın da benzeri bir uygulamayla özerkliği elinden alınmıştır. 2003 yılında TÜBITAK başkanlığına, bilim kurulu tarafından seçilen Prof. Namık Kemal Pak başbakanlık tarafından onaylanmadı. Onun yerine TÜBİTAK kanunu değiştirilerek, hatırı sayılır uluslararası bilimsel yayını olmayan, Prof. N. Yetiş getirildi. Nitekim bu uygulama dünyanın en ünlü ve etkin bilim dergisi “Nature” tarından “bilime siyasi baskı” olarak nitelendirildi.
 
Türkiye Bilimler Akademisi örneği
Hükümetin son kanun hükmündeki kararnameleriyle Türkiye Bilimler Akademisi’nin de (TÜBA) özerkliği ortadan kaldırılmıştır. Yapılan değişikliğe göre Bakanlar Kurulu’nun TÜBA’ya dolaylı olarak üyelerinin çoğunluğu Başbakan tarafından belirlenen TÜBİTAK Bilimler Kurulu üzerinden atama yapılması sağlandı. Bundan sonra hükümetin arzu ettiği şekilde bir TÜBA olacağını vurgulayan ve uluslararası camianın olaya tepki gösterdiğini söyleyen TÜBA’nın o dönemdeki başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat özerk bir bilim akademisinin ülke geleceği için önemli olacağını söylerken “demek ki bağımsız bir akademiye ihtiyaç yokmuş” demeyi de ihmal etmedi.
 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.