BİLGİ TOPLUMU OLABİLMEK

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Mustafa Kemal’in önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nın askeri kısmının başarıyla tamamlanmasının ardından yine onun önderliğinde başlatılan aydınlanma savaşı, günümüze kadar süregelmiş, tüm olumsuzluklara, karşı devrimcilerin ulaştıkları bugünkü konumlarına karşın yine de sonsuza dek sürecektir.
Türk Aydınlanması olarak adlandırılan Kemalist devrimin hedefi; ümmet olarak sadece buyruklara uyma zorunluluğunda olan Türkiye insanına, birey olmanın gereğinin bilinciyle, düşünen, özgür ve çağdaş olmanın değerini kavratmak ve o değerlere sahip çıkmayı öğretmekti. Bu değerlere ulaşabilmenin tek yolu; bilen, hep öğrenen bireyler ve onların oluşturacağı bilgili bir ulus olmaktır.

Yani, bilgi toplumu olmaktır.
O nedenle ‘’ az zamanda çok işler yapmak” zorunda olmanın bilinciyle devrimlerini hızla, peş peşe gerçekleştirmeye başlamıştır.
Cumhuriyeti kurar kurmaz eğitime öncelik ve ağırlık vermesi o nedenledir.
Tebeşiri eline alıp harf devrimini gerçekleştirirken, okuma yazma seferberliğini başlatırken, Öğrenim Birliği Yasası’nı getirirken, kafasındaki bilgi toplumu hedefine ulaşacağına inancı tamdı.
Halkevleri, halk odaları birer kültür yuvaları olmuştu. Buralarda okuma-yazma kursları ile kadını-erkeği her yaşta okuma-yazma öğrenirken bir tarafta tiyatro oyunları sahneye konuyor, birçok değerli yapıtların çevirisi yapılıyordu.
Erkekler başlarındaki sarığı, kadınlar üzerlerinden yarasaya benzeten kara çarşafları atarken o, uzun ve bıktırıcı savaşların verdiği umutsuzluğun yerine, güvenli, öğrenmeye ve yeniliklere sarılan halkının sözcüsü oluyor; ‘’ Yurtta barış, dünyada barış” söylemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojisini de dünyaya ilan ediyordu.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in 10. Yılında Ulusuna şöyle sesleniyordu:
‘’Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şerefle, saadetle, sulh, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.”

‘’Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü rastlantı değildir.
Bilime sırtını dönen imparatorluğun canlı tanığıydı. Tekniğin, yeni buluşların ülkeye girmemesi için verilen fetvalar, Türk insanını cehaletin karanlıklarına tutsak etmişti.
Önce dilini, kendi tarihini bilmek gereğiyle; Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu ve Talim Terbiye Kurumu’nu kurdu ve onlara özerklik verdi.
Artık Türkiye’de bilgili insan saygı görüyordu.
Bilgi, tüm değerlerin önüne geçmişti.
Ancak bilen, bilgili insan, yurduna ve ulusuna yararlı olabilirdi.
Daha sonraları, Köy Enstitüleri ile bilgi kırsal kesimlere kadar ulaşmaya başladı.
Gerek Osmanlı Devletine ihanet karşılığı kurulan Müslüman ülkeler, gerekse kapitalist Batı, Türkiye’nin böylesine ilerlemesinden çok rahatsız olmaya başladılar. Müslüman ülke kralları, şeyhleri Türkiye’deki çağdaş, demokrat bir yönetimin kendi saltanatları için tehlike oluşturacağı korkusunu, Batı ise kendi sömürü düzenlerine engel olacağı endişesini taşıyorlardı. Birçok gerici ayaklanmaları destekleyerek, Türkiye’nin kalkınmasını engellemeye çalıştılar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1950 de iktidara gelen DP, devrim yasalarından, laiklikten ödün vermeye başladı. Pusuda bekleyen irtica buldukları bu ortamda gelişmeye başladılar.
DP, ‘’her mahallede bir milyoner yaratma” parolasıyla bilgi bir kenara atılıveriyordu.
Üreten değil, tüketen bir toplum oluşmaya başladı. Halkevleri kapatıldı, yerlerine Kuran kursları açıldı. Köy Enstitüleri yerine İmam- Hatip okulları açıldı.
1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı hukuk devleti olmanın yolunu açtı. Öğrenmenin ve bilginin önündeki engeller kaldırılmak istendi.
Fakat iktidarı tekrar ele geçiren sağ iktidarlar, yine gericiliğe, yolsuzluğa geniş olanaklar sağladılar.
Atatürk’ün kurduğu parti, Atatürk düşmanı, şeriatçı bir parti ile ortak hükümet kurarak devlet içinde kadrolaşmalarına göz yumdu.
12 Mart darbesiyle, Türkiye’ye bol geldiği savıyla anayasa değiştirilerek, aydınlanmanın önü kesildi.
12 Eylül darbesiyle Türkiye’de tüm değer yargıları ayaklar altına alındı. 12 Eylülün devamı olan Özal dönemi o güne kadar cumhuriyet tarihinde görülmemiş derecede yolsuzlukların yapıldığı dönem olmuştur.
Uluslar arası kapitalizm, ‘’ Toplumu depolitize ederek teknokratlar tarafından tepeden yönettirmek” kuralını getirdiği bu dönemdir. Bilgi toplumunun yerini, kolay kazanmayı amaçlayan, bilgisiz ruhsuz bir toplum yapısı aldı. Yaşantısıyla, günlük uğraşısıyla, müziğiyle, değer yargısıyla, kültürüyle yozlaşmış bir toplum oluşturuldu. Para ile her şeyin satın alınabileceği bir dönem başlatıldı.
Türkiye’yi işgal eden AKP ile Uluslararası Emperyalizmin ortaklığının temelleri o dönemlerde atıldı.
Bugün, yargısıyla, ordusuyla, yasamasıyla, yürütmesiyle teslim alınan Türkiye’nin geldiği nokta, cahil, bilgisiz, görgüsüz yoz kültürün temsilcileri olan tarikatlar ortaklığındaki Dinci Faşizmidir. Öylesine bir din faşizmi ki, dini değerlerin bile ayaklar altına alındığı acımasız ve ihaneti dindarlık olarak algılayan bir faşizm.
Bilgi toplumunun en önemli özelliği, eşitlikçi toplum anlayışıdır. Bilgi toplumunda insanlar ürettiği kadar üretimden pay alırlar. Toplumsal barış ancak bu şekilde sağlanır. Eşitlikçi topluma ulaşmanın yolu da bilgiye önem verilmesi ile olanaklıdır. Bilgisiz toplum istenildiği tarafa götürülür.
Kolayca köşe dönenler, üç koyunu güdemeyecek kadar yeteneksizken ülke yönetimini ele geçirenler elbette bilginin düşmanı olacaklardır.
Eğitimin süresi kadar içeriği de önemlidir. İçerik, kuru, soyut, dogma ile doldurulmuş söylemler yerine bilimsel, somut verilerle donanmalıdır.
Eğitimin en önde gelen amacı; özgür düşünce ve barış olmalıdır.
Zaten eğitimin temel taşları özgür düşünce ve barıştır.
İnsanlarımızı bu bilince ulaştırdığımız zaman bilginin değeri kavranmış olur.
Unutmamak gerekir ki:
” İnsan yaşadığı gibi düşünür.”

Yıldız AKALIN

HER OLUMSUZLUĞA RAĞMEN CUMHURİYETİMİZİ VE CUMHURİYETİN NİTELİKLERİNİ KORUYACAK VE YÜKSELTECEK İNANÇTA VE GÜÇTE OLDUĞUMUZUN BİLİNCİNDEYİZ.
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!
Y.A.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.