BİDON KAFA -ZÜBÜK

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türk mizahına önemli katkıları olan Aziz Nesin’in, Zübük tiplemesi politika dünyasına cuk oturmuştu. Zübük, çıkarı için her kılığa giren, amacına ulaşmak için papaz cübbesi bile giyen çıkarcı, ahlaksızın biri. Her dönemde böylelerini görürsünüz.

Turhan Selçuk Gözlüklü Sami’yi çizerken, her dönemin birer Gözlüklü Sami’si olacağını vurgulamış.

Çağdaşlığı özümsememiş toplumlarda bu tiplemeler önemlidir. Aydın eleştirmenler, yazarlar bu tiplemeleri yaparken bunun bir yaptırımı olacağını da bilerek aydın olmanın gereğini çekinmeden yaparlar.

Uğur Mumcu, Molla Bozuntuları yazısının davaları uzun süre sürmüş, onun ince zekâsı, hukuk bilgisi sayesinde aklanmıştı. Hoş o dönemlerde hâkimler vardı, Türkiye her şeye rağmen, eksiklere rağmen hukuk devleti görümündeydi.
Sonraları Bekir Coşkun, Karnını Kaşıyan Adam tartışmasını başlattı. Yozlaşmayı yaşamın her evresinde yaşadığımız, demokrasinin olmazsa olmazı olan birey olgusunun nerelere tırmandığını göz önüne sermek içindi.

Başbakan, Bekir Coşkun’u Türkiye’den kovmak istedi.

Biliyor ki, karnını kaşıyan adam, ne ülke sorunlarına kafa yorar, ne yenileşmeyi içine sindirir. O kolay kandırılan ucuz oy deposudur.

Karnını kaşıyan adam, plajda ince pamuklu donuyla denize girerken, ortaya çıkan görünümüne şaşkınlıkla, utanarak bakan insanları umursamadan birey hakkını mı kullanıyordu?

Eşinin basma entarisiyle denize girmesiyle, ıslak kumaşın vücuda yapışmasıyla ortaya çıkan bu ağlanacak halimize gülmeyi yeğledik.

Şeffaf donla denize giren karnını kaşıyan adamı eleştiren Mine Kırıkkanat halk dalkavuklarınca linç edilmeye kalkışıldı.

Son dönemlerde Yılmaz Özdil yeni bir tipleme yarattı: Bidon Kafa!

Ben bu tipleri daha önce görmüştüm.

1981 yılında, Sivas’ta canlı tanığı oldum. Kenan Evren, Sivas’ta o ilginç nutuklarından birini atarken şöyle diyordu: ‘’Sevgili Sivaslılar, biz Sivas’ta yapımı başlatılan Demir Çelik Fabrikasının inşaatını durdurduk” Bidon kafalılar bu konuşmanın ne anlama geldiğini bilmeden donk donk eden bidon kafayı sallayıp ‘’Yaşa, Varol!” diye alkışlıyordu.

Hâlbuki o dönemde Sivas’ta adım başı sıralanmış kahvelerde boş insanlar ömür tüketiyordu. O an anladım ki o aydın, ileri görüşlü gerçek Sivaslılar Sivas’ta azınlıkta kalmıştı.

12 Eylüle AKP’nin minnettar olmasının nedeni o gün Sivas’ta ortaya çıkmıştı.

Bir sağdan, bir soldan sıra ile gencecik insanlar, çocuklar asılırken diktatörün ‘’Asmayalım da besleyelim mi?” zırvasına yırtınırcasına ole çekiyorlardı.

Sonra Türkiye’de yeni devlet adamı tipleri çıktı.

17 yaşındaki çocuğun boğazını sıkan, ürettiği ürünü satamayan çiftçiye; ‘’Ananı da al git lan!” diyen, Hopa’da ortalığı yatıştırmak isteyen emekli öğretmenin boğazından sıkılan gazla öldürülmesinden hoşnut kalan, ‘’İsmi önemli değil, bilmekte istemem” diyecek kadar kim olduğunu unutan, muhalefete ‘’şerefsiz, cibilliyetsiz, edepsiz, alçak, ahlaksız” hakaretleriyle terbiye sınırlarını yok eden bir başbakanımız olmasından utanmayan var mıdır?

Var elbette. Sahte isimlerle yorum yapmaya kalkan cemaat müritler çıkıyor; ‘’Muhalefet lideri, dişlerini sökeceğim dedi” diye Türkçede deyim olarak geçen sözü, küfür ve hakaretlerle eş değer gören Abdul Rahim veya Abdul Mollalara ne demeli?

Onları Hasan Arslan’a havale ediyorum. Bu Türk dili fukaralarına Deyim ile Hakaretin farkını öğretirse onlar öyle gülünç duruma düşmezler.

Anlı şanlı program yöneticilerinin danışıklı-dövüş programlarında başbakandan yedikleri zılgıtları duydukça insan olarak onların adına utanıyorum. Para haysiyetten, onurdan bu kadar değerli olabilir mi?

M.Ali Birand başbakana sorduğu soruya donup kalıyoruz: ‘’Sayın Başbakan, ölen emekli öğretmeni daha sonra aradınız mı?” Adam başbakanı o kadar kudretli görüyor ki toprağa verilmiş merhumla mezarda bile konuşturacak kadar yalaka ya da karşısında korkudan ne diyeceğini bilemeyen bir korkak.

Başbakanın aynaya boş vermesi onu gülünç duruma da düşürüyor.

Bingöl’de kalabalığa Diyarbakııır!, Diyarbakııır!, Diyarbakııııır! Diye bağırmasına Bingöllüler şaşkın şaşkın bakakaldılar.

Bidon Kafaya neye kızıyoruz ki? Onun dünyası iki kilo makarna, bir kilo pirinç. Televizyonların naklen yayınlarında iki çuval kömürü kazanç hanesine katmadan hoşnut olmasının aksini düşünemez ki.

Biz, onları varoşlarda nutuklarla, şiirlerle eğiteceğimizi umarken, elin mollası altın rüşvetiyle, cennet vaadiyle, üstelik tesettür karşılığı maaşa bağladığı genç kızlarla onları midelerinden yakalamayı bildiler.

Seçim yarışması asla eşit şartlarda yürütülmedi. İktidar devlet olanaklarını pervasızca kullandılar. Hatta devlet yardımlarını parti otobüsleri, belediye araçları ile taşımaktan utanmadılar.

İstanbul’da CHP’nin mitingine, denizden ulaşım, belediye otobüsleri ile miting alanına gitmeleri engellenirken, AKP’nin mitingine, deniz otobüsleri, belediye otobüsleri ücretsiz taşıma ile üstelik şapka, içecek, kumanya, gülsuyu gırla gitti. Alel- acele toparlayıp otobüslere doldurulan çocuklar, beleş gezi, beleş karın doyurmanın hazzıyla Bozkurt selamı verişleri tam Aziz Nesinlikti.

Valiler, kaymakamlar inanmış AKP militanı olarak canla başla çalıştılar.

Öyle ki, yaptıklarını yemin billâh inkâr eden valinin suratına Kılıçdaroğlu’nun altında valinin imzası ile: resmi araçların plakalarının yerine sivil plakalar takılarak AKP mitinglerine yollanması resmi yazıyı gösterince o vali ne yaptı dersiniz? Seçimlerin güvenli adil yapılması için görevli Yüksek Seçim Kurulu ne yaptı? Hiç!

Referandumdan sonra ileri demokrasi adına, Adalet Bakanlığına bağlı yandaş hâkimlerin, savcıların Danıştay’a, HSYK’ya ve Yargıtay’a doldurulmaları ve bir Yüksek dereceli hâkimin :” Adalet Bakanlığı eşeği aday gösterse oyumu eşeğe veririm.” Dedikten sonra bakanlıkça atanan hâkimlerin oylarıyla seçilmesi ile yargının nerelerden nereye geldiğini görüyor musunuz? Ben o hâkime sorsam; toplu oy’la neyi ve kimi seçtiler? O yargıç yanıt veremez ama onların yerine cemaat köleleri verebilir mi?

Başbakan, muhalefet liderleriyle tartışma programlarına çıkarsa başına gelecekleri bildiğinden hep yan çizdi.

Tüm demokrasisi gelişmiş ülkelerde liderler çıkar ekran karşısına, bilgisiyle, projesiyle halkın güvenini kazanmaya çalışır.

Ama bizim başbakan, sadece başkalarının yazdığı nutukları anlamını bile bilmeden aynada okuyarak geçiştirdiği için, liderlerin karşısına haklı olarak çıkma cesaretini gösteremedi. Yazılı metinden ayrı konuşmaya başladığında ağzını bozması, hakaretlerle makamını küçük düşürmesi bilindiğinden çağdaş ülkelerin, çağdaş devlet adamlığına değil Arap ülkelerinin liderlerinin baskıcı kimliğine bürünmeyi yeğledi.

İşte Türkiye’nin geldiği nokta.

Yazımı tamamlarken Ankara Keçiören’de resmi zarflı ve AKP’ye evet verilmiş 300 oy pusulaları vatandaşlarca yakalanıyor. Yirminin üzerinde görgü tanığı polislerin zanlıları arabayla kaçırdıklarını anlatıyorlardı.

Burası Türkiye mi diyelim, yoksa vah benim memleketi mi diyelim?

Kenan Evren’in yüzde doksan sekizle seçildiği ülkedeki seçimlere halk iradesi mi diyelim.

AKP tek başına Anayasa değiştirebilecek mi?

Yoksa ya ben, ya da ben mi diyecek?

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.