BİATA DİRENMEK

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Siz hiç açlığınızı gidermek için ekmeğinizin elinizden çekilip alındığını yaşadınız mı?

Siz hiç evine ekmek götürmek için akranları sokaklarda, parklarda, deniz kenarlarında çocukluğunu yaşarken derme çatma boya sandığı ile boyadığı ayakkabının ön tabanına fiske vurur gibi ayakkabı fırçasıyla tık yapıp; ”Tamam abi” Diye uzattığı eline para beklerken suratına tokat yiyen çocuğun acısını yaşadınız mı?

Siz hiç tarlalarında boğaz tokluğuna çalıştığı ağanın hasat sonunda gerisine yediği tekmenin acısından değil, babasının acizliğine kahrolan çocuğunun gözündeki isyanın verdiği çaresizlik acısını yüreğinde duyan marabanın acısını tattınız mı?

Siz hiç ergenlik çağında dünyayı tozpembe gören yavukluların gizlice buluştukları ıssız, kuytu köşelerde, sadece gelecekteki mutluluk hayalleriyle avunurken. Yavuklusunun para karşılığı elinden alınan yoksul gencin acısını, yoksul ailesi tarafından dedesi yaşındaki birine köle olarak satışına samanlıkta boynuna taktığı sicimle yaşamının baharında canına kıyan kızın durumuna düştünüz mü?

Siz, kaldırımda yürürken ehliyetsiz birinin arabasıyla canını kaybeden birinin, bir sanatçının yakınları adaletin tecelli edeceğini beklerken, cinayeti işleyen torpilli kişiye sağlanan ehliyetle elini kolunu sallayarak temize(!) çıkarılması karşısında öldürülen sanatçının yakınlarının çaresizliğine düştünüz mü?

Siz, Okulları bitirip öğretmenlik diploması alarak insan yetiştirmenin onuruyla yaşam sürmeyi beklerken bizden değilsin diye sokağa bırakılan, amansız hastalığın pençesinde umutla atanacağı günü bekleye bekleye eriyip giden insanın ölümünün acısını ruhunuzda yaşadınız mı?

Siz, vatan sevgisinden başka takıntısı olmayan birinin, terör örgütünün kasası diye tutuklanıp, yakalandığı kanser hastalığına rağmen cemaate biat eden doktorların cellâda, savcıların idam ipine, yargıçların tetikçiliğe dönüştüğü ortamda karısının kucağında iskelete dönmüş vücuduyla ölümü bekleyen insanın çaresizliğini yaşadınız mı?

Siz, yaşamını insanların sağlığına adayan, cüzam hastalarının da insan olduğunu Türkiye’ye kabul ettiren bir doktorun ve diğer yanda çocuk yaşta kızların babaları yaşlarındaki adamlara satılmaması için, onların ellerinden tutup okullara gönderen, eğitimli birey olarak topluma kazandırma çabasında olan yetmiş üç yaşındaki aydın bilim insanının, kanser illetiyle boğuştuğu dönemlerde ışığını karartmak için korkutmalara yiğitçe karşı koymanın örneğini veren korkusuzluğunu içiniz sızlayarak izlediniz mi?

Siz, Darbe dönemlerinde işkencelerden geçen devrimci, demokrat basın duayenini hastalık döneminde darbeci suçlamasıyla alaca karanlıkta der-dest edilip cemaat sorgucularınca günlerce nezaretlerde tutularak ölüme salınmasına seyirci kalmanın utancını yaşadınız mı?

Siz, Dürüst gazetecilik görevini halkının, ülkesinin, dünyanın esenliği için yaparken vurguncuların, halk düşmanlarının, hırsızların maskelerini düşüren, kaleminden başka silahı olmayan gencecik yazarları yeni doğmuş bebeklerinin çığlıkları arasında götürülen babanın acısını yüreğinizde duydunuz mu?

Siz, Ülkenin varlığını, laik cumhuriyetin kuruluşunu sağlayan, teröre karşı canını feda etmekten çekinmeyen Türk Ulusunun askerlerini, subaylarını, komutanlarını düzmece suçlamalarla esir alan cumhuriyet düşmanı cemaat kuvvetlerinin işgal ettiği medyada hakaretler yağdıran sürüngenlerin arsızlığını içinize sindirebildiniz mi?

Siz, Avrupa’da en ağır işlerde ailece çalışarak boğazlarından kestikleri birikimlerini din bezirgânlarının camilerde planladıkları şeytanlıklarla kaptıran garibanların yıkılan umutlarını çalanların devletin valileri, bakanlarıyla kol kola olmalarına çaresiz bakakaldıklarını görebildiniz mi?
Siz, ”yoksul din kardeşlerimize yardım yapacağız” yalanıyla topladıkları paraları iç eden Deniz Feneri vurguncularının Türkiye’deki hırsızların foyalarını meydana çıkaran dürüst Cumhuriyet Savcılarının asıl suçlulara ulaşmasından korkanlarca görevden alınmalarının iğrenç kokusu sizi rahatsız ediyor mu?

Siz, yerlisi, yabancısı tüm branşlarda şampiyonluklar kazanarak rekor kıran, kurtuluş savaşında vatanlarının kurtuluşu için şehit olmanın onurunu taşıyan bir spor kulübünün futbolcularının, genç teknik adamının kanırta kanırta aldıkları şampiyonluğu tarikatlara, laiklik karşıtlarına biat etmedikleri için ellerinden alınmalarının acısını gözlerinde gördünüz mü?

Sorulacak o kadar soru var ki satırlara sığmaz.
Ama tüm olumsuzluklara rağmen, tüm kurumların işgal edilmelerine rağmen teslim olmayan, haksızlığa boyun eğmeyen o kadar onurlu insanlar var ki… İnsana umut veriyor…
Okullarından atılmalarına, hapislere kapatılmalarına rağmen hakkını arayan gençlerin, ekmekleri alınmak isteyen işçilerin, cemaat kölesi olmamaya direnen doktorların, öğretmenlerin, aydınların dik duruşları.
Cemaate dokundukları için özgürlükleri gasp edilen yazarların, aydınların, askerlerin düzmece kanıtlar karşısında dik durarak sahtekârlıkları eğilip bükülmeden çürütmeleri.
Korkudan, çıkarları gereği yandaş medya saflarında yer alan holding medyalarına rağmen biat etmeyen çok az gazetenin, TV kanalının yazarları dürüstlükte olağanüstü dirençleri azalmıyor, artıyor. Sadece bilim adamı olarak görev yapan öğretim üyesini tutuklu babasını susturmak için tutuklanmasına karşı gerçekleri daha korkusuzca yazmalarına yöneltti.
Başbakanın ve bakanlarının, belediye başkanlarının aylar öncesinde internete düşen konuşmaları bahane edilerek Siyasi Parti bürosunun, TV Kanalının, gazete bürosunun didik didik aranması şüpheleri de ön plana çıkardı.
İktidarın asıl aradığı aylar öncesi internete düşen konuşmalardan daha önemli belgelerden korkması gerçeğini haklı çıkartmaktadır.
Fener Bahçenin genç teknik direktörünün, oyuncularının çıkarlarını bir tarafa koyarak medyanın yapamadığı dik duruşu onur vericidir. Emeklerinin gasp edilmesine geleceklerini riske sokarak karşı çıkmaları korkudan korkanlara ders vermişlerdir.
Deniz Feneri soruşturmasını onurlu savcısı görevden alınmasını görev onuruna sahip çıkarak ”Gerekirse Limon satarak geçimini sağlayacağı” resti kaybolan hukukçu etiğinin dürüstlükten yana başkaldırışıdır.

Yarın iki bayramı kutlamaya hazırlanıyorsunuz.
Biri Şeker Bayramı. Küskünlüklerin olmadığı, insanların dayanışma içinde olmasını buyuran bir bayram. Bu bayram çocukların sevindiği, sevindirildiği bir bayramdır.
Ama çocuklar babalarının kanıtsız tutsak olduğu günde nasıl gülüp bayram yapacaklar.
Terör cellâtlarınca katledilen Mehmetçiklerin ateş düşen yuvalardaki çığlıklar hangi bayramı kutlayacaklar.
Kendi şehitlerini son yolculuklarına uğurlamaları yerine ülkelerine ihanet işbirlikçilerini kutlamaya giden hükümetin bu bayramı hangi yüzle kutlayacaklar?
Diğer bayram Ulusal Bayramlarımızın en anlamlı bayramıdır.
Türkiye Devletinin Kurtuluş Savaşının finali sayılan 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Bu bayramda Komutanlarının, subaylarının karşı devrimcilerce, laiklik karşıtı düşüncenin cemaat kuvvetlerince tutuklandığı bu günde bu bayramı nasıl kutlayacağız.
Orduyu saf dışı ederek, cemaat ordusunu kurmaya çalışanların 30 Ağustos Zafer Bayramını içtenlikle kutlar mı?
Bu iki bayramı bayram olarak sayıyorsanız, elinizi vicdanınıza koyarak kendi kendinize karar verin.
Ya, yukarıda sıralamaya çalıştığımız olumsuzluklara vicdanınız el veriyorsa söylenecek bir şey yok. Susmaya, alkışlamaya devam edersiniz.
Ya da, yukarıda sayılan gerçekler doğrultusunda bir düşüncesindeyseniz, dik durarak direneceksiniz.
Bu ülkenin yetiştirdiği aydınların, yurtseverlerin, subayların yok edilmelerine karşı duracaksın.
Yasaların elverdiği ölçüde kapalı kapılar ardında değil, dost meclislerinde değil her alanda mücadele edeceksiniz.
İşçi Partililer gibi.
Gençler gibi.
Doktorlar gibi.
Emeğine sahip çıkan işçiler gibi.
Limon satmayı göze alan onurlu savcılar gibi.
Hücredeki Mustafa Balbaylar gibi, Tuncay Özkanlar gibi, İmama dokunduğu için yanan gazeteci gibi, yiğit teğmen gibi. Doğu Perinçekler gibi.
Eşlerinin kanıtsız tutuklanmalarına isyan eden komutan eşleri gibi.
Yiğitçe, onurluca;
Biata direnmek gerekir.
Direnmek!

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.