”BEYAZ TÜRK” SÖYLEMİ

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Son günlerde ”Beyaz Türk” kavramı, topluma bilinçli bir biçimde enjekte ediliyor. Hem gazetelerde köşe yazarlarının bazıları hem de televizyonlardaki bazı tartışmacılar, bu kavrama sosyolojik ve siyasal bir dayanak bulmaya çalışıyorlar. Halkımızı ”beyazlar” ve ”siyahlar” olarak bölmenin, ayrıştırmanın zemini böylece oluşturuluyor.

”Beyaz” ve ”siyah” ayrımının kaynağı, Amerikan ırkçılığıdır. Bu, köleci bir anlayışın, düzenin yarattığı bir insanlık ayıbıdır. Bu kavramlar, Türkiye gibi renk, dil, etnik köken, inanç ayrımının dünya ölçeklerine göre yaşanmadığı bir yerde söz konusu edilemez. Toplumda yapay ayrımlar yaratmak, kimseye yarar getirmez.

Büyük bir gazetemizin eski yayın müdürü, son bir buçuk ayda bu kavramlarla ilgili dört yazı yazdı. Bu yazılarının birinde Urla’yı ”Beyaz Türkler”in yeni başkenti ilan ediyor yazarımız. Bu yazılarda Cumhuriyet düşüncesine sahip, Atatürk’e bağlı, okumuş yazmış, yüzünü batıya dönmüş kişileri ”beyaz” yapmış. Sanki bu zümre diğer kişilerden farklıymış gibi bir algı. Zaten öteden beri televizyonlarda kimi konuşmacılar, Kürtlerin ve irticacıların Türkiye’nin zencileri olduklarını söyleyip duruyorlar. Bunu da Cumhuriyet’in yarattığını vurguluyorlar. Böylece de Türkiye’nin kuruluş ilkeleri tartışmaya açılıyor. Yine mağdur ve masum yaratma çabası.

Türkiye bir etnik kökenin, inancın devleti olarak kurulmadı. Farklı etnik unsurların ortaklıkları üzerinde kurulup yükseldi.

”Beyaz” olarak nitelenen kişilerin ezici çoğunluğu bu ülkenin köylerinden, kırlarından, bayırlarından kopup gelmiş dar gelirli ailelerin çocukları. Kısıtlı olanaklarla okullarda okumuş, öğrenim görmüş kişiler. Eğitimleri sonucunda da meslek edinip geçimlerini sağlamaktalar. Hemen hemen hepsi işçi, memur, çiftçi çocukları. Cumhuriyet olanaklarıyla bugünlere gelmişler. Bu kişilerin kendilerine bu olanağı, nimeti sağlamış olan Atatürk’e, Cumhuriyet’e bağlılık göstermesi kadar doğal bir şey olamaz. Laikliği savunanları seçkinler olarak nitelemek de son derece yanlış ve yapaydır. RTE, halkoylaması boyunca bunu özellikle vurguladı. ”Üstünlerin hukuku mu, hukukun üstünlüğü mü?” söylemi, anayasa değişikliğiyle ilgili yürütülen kampayanın şiarı oldu. ”Üstünler” dediğiniz kişiler, devlet burslarıyla, ailelerinin kıt olanaklarıyla okumuş insanlar. Bugünkü yaşamlarına da bakıldığında ”bir elleri yağda, diğer elleri de balda” değil. Cumhuriyet ahlakıyla yetişmiş bu kişiler, rüşvetin, suiistimalin, takiyenin, adam kayırmanın ne demek olduğunu bilmediklerinden ”ek gelirler(!)” de edinemezler. Bu kişileri seçkin bir sınıfmış gibi göstermek yanlıştır. Beyazın olduğu yerde, siyah da vardır düşüncesi belleklere yerleştiriliyor.

Peki, son yılların bu modasının nedeni nedir?

”Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, şehirli seçkinler zümresi ülkeye öncülük etti. Güç merkezleri bürokrasi, ordu, yargı ve bazı aydınlar oldu; siyasi kanadı ise CHP. Sosyolog Nilüfer Göle bu zümreyi “Beyaz Türkler” olarak isimlendiriyor. Beyaz Türkler, toplumu aydınlanmış bir despotizmle dönüştürmek istedi. ‘Altı Ok” denen Kemalist ilkeler oyunun kurallarım belirledi. Cumhuriyet’in tarihiyse bu ilkelere karşı itirazların bir tarihi. Köyden kente göç 70’li yıllarda zirveye ulaştı. Taşralı Müslümanlardan kurulu yeni bir orta sınıf ortaya çıktı. Göle bu grubu “Siyah Türkler” olarak adlandırıyor. Siyah Türklerin bazıları siyasette değişim arayışında; partileri Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi. Siyah Türkler grubunun diğer üyeleriyse siyaset dışında, toplumsal içerikli bir eylem arayışına girdi. İşte Gülen bu ikinci grubun vaizi.” Bu değerlendirme Newsweek yazarı Dr. Rainer Hermann’ın. Ne kadar ilginç değil mi? Siyah, beyaz Türkler ayrımcılığını nasıl da kafamıza çivi gibi çakıyor. Etnik ayrımcılıktan sonra şimdi de siyah, beyaz Türk ayrımı.

Dr. Hermann’ın yazısından başka bir bölüm de ilgi çekici. ”Yönetici Kemalist seçkinlerse ilke olarak, kişisel alan dışına çıkan her dinin siyasileştiğine ve devletle toplumu dinsel bir düzene doğru sürüklediğine inandılar. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca prensibi olan lâiklik, tıpkı Fransız geleneğindeki gibi, toplumsal alanda dini yasaklıyor. Bu sekülerleşme değil. Gülen ise dini toplumsal bir güç olarak kamusal alana yeniden taşıdı. Ayrıca, demokrasi ve çoğulculukla uyumlu bir Müslüman kimliği yaratmayı başardı.” Kemalistler seçkinmiş öyle mi? Toplumda önce bir yara aç, sonra da kaşı kaşıyabildiğin kadar.

Okyanus ötesinden bize bir toplumsal, siyasal düzen biçiliyor. Ilımlı İslam önümüze konuyor. Kemalizm, okyanus ötesinden seçkinci bulunuyor. Dinsel bir toplumun oluşturulması için uzaklarda bizim yol haritamız çizilmekte.

İşin doğrusu, ABD’nin Türkiye sevgisine(?) hayranlık duymamak elde değil. Hele Amerika’yı tanımasak, İslam’a duydukları sevgi karşısında gözlerimiz yaşaracak. Yeni Dünya’nın da Müslüman olduğuna neredeyse inanacağız.

Kimsenin aklına şu soru gelmiyor. ABD, bizi dinsel bir siyasete neden teşvik ediyor? Birinci Dünya Savaşı öncesi Alman İmparatoru’nun Müslüman olduğu yalanı ortaya atılmadı mı? Bu ve benzeri yalanlarla on binlerce vatan evladının kanları değişik coğrafyaların topraklarını sulamadı mı? Sonunda da altı yüz yıllık koca bir imparatorluk ortadan silinmedi mi?

Ülkemiz insanları siyah, beyaz kamplara ayrılıp Cumhuriyet’imiz hedef alınırken böylesi bir ortamda Kemalistlerin sorumlulukları daha da çoğalıyor. Biz bu Cumhuriyeti dişimizle tırnağımızla kurduk. Hem de emperyalist ve feodal seçkinleri alaşağı ederek.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.