BEN KNUT’A AĞLADIM

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Knut’un anısı bende öğrencilik yıllarımdan kalmadır. Norveçli, Açlık adlı romanın yazarının adıdır Knut, Knut Hamsun. Çok etkilemişti beni roman. Dünyaya toplumcu ve bizci olarak bakmamın nedenidir o kitap.
O adı Berlin Hayvanat Bahçesi’nin sevimli buz ayısı daha da ünlü yaptı, biliyorsunuz.

O sevimli yaratıkla bakıcısının arasındaki, insan aklının alamayacağı boyutlardaki sevgi bağını betimlemeye sözcükler yeterler mi?
Bilinmez…
Üç bakıcısı varmış aslında onun. Bakıcılarından biri; “Biri bana bir gün buz gibi suya balıklama atlayacağımı söyleseydi, ona deli olduğunu söylerdim. Ama; ben, hiç düşünmeden bu ayıcığın ardından ya da onu suya çekmek amacıyla ondan önce buz gibi suya balıklama daldım.” diyordu kendisiyle yapılan söyleşide.
Eğer; onu, küçük arkadaşıyla top oynarken gördüyseniz, o kartopunun küçük arkadaşına sevgisini nasıl gösterdiğine, ona zarar vermeme konusunda sergilediği özenine de tanıksınızdır.
Dört yıl yaşadı bu dünyalar güzeli.
Anası doğurur doğurmaz vazgeçmişti ondan ve ikizinden. İkizi çok kısa yaşayan Knut, bir insanın, hem de bir erkeğin sıcacık sevgisiyle yaşama sımsıkı tutunmuştu. Ona insan aklının almayacağı ana sevgisini veren o; örnek insan, hayvan bakıcısı beklenmedik bir biçimde ayrıldı aramızdan. Knut’u; siz deyin “babasız”, ben diyeyim “anasız” bıraktı.
Bu terk edişe dayanamadı daha fazla o sevimli, dünyanın en güzel buzayısı Knut. Yüzmeyi babasından öğrendiği gölette, onu izleyenlerin inanamadıkları bakışları önünde ters döndü suda. Oyun yapıyor sandılar onu izleyenler. Çok geçmeden anladılar işin gerçeğini. Yardım çağırdılar ama; artık çok geçti. Gitti Knut. Işıklara ulaştı. Işıklar içinde yatacak artık.
Ağladım ben Knut’a!
Bir hayvanın ardından ağlanır mı?
Evet!… Ağlanır.
Ben Knut’un ardından ağladım.
Bekir Coşkun gibi…
Burnumu çeke çeke…
Daha önce de ağlamıştım ben hayvanların ardından.
1964 yılıydı. Lise ikinci sınıftaydım. Ders başlamak üzereydi. İlkbahar ya da yaz aylarından biriydi. Sınıfın penceresi açıktı. En ön sırada oturuyordum. Birden bir serçe düştü sıramın üstüne. Canlıydı daha. Aldım elime. Kalbi çok hızlı atıyordu. Atmıyordu, çarpıyordu. Saniyeler içinde, elimde öldü. Ben de, sınıf arkadaşlarımda ne olduğunu anlayamadık. Sırama düştüğü açık pencerenin önünde güller vardı. Atladım pencereden dışarı. O, mini minnacık serçeyi güllerden birinin dibine gömdüm.
Ben de, bizim sınıftan birçok arkadaşım da ağladık o serçeye o gün.
Burnumuzu çeke çeke…
Sonra bir kompozisyon dersinde “Unutamadığınız bir anınızı yazın!” ödevi için yazdım bu öyküyü. En yüksek notu aldım. Kompozisyon öğretmenim öyküyü sınıfa okumuş ve o da ağlamıştı.
Burnunu çeke çeke…
Bir kanarya aldık eve. Yumurtadan çıkar çıkmaz…
Ötmeyi öğrensin diye neler neler yaptım onun için. Öğrendi de. Bir tutturdu mu makara çekmeyi tüm mahalle dinlerdi onu.
On iki yıl yaşadı. O kadar yaşarlarmış o cins kuşlar. Yaşlandı. Yavaşladı. Sonun yaklaştığını içsızısıyla görüyorduk. Gözümüz kafeste onda, kulağımız makarasındaydı. Hiç ötmüyordu son zamanlarda. Kafesinin içinde, kumlara ters biçimde düşmüş gördüm onu sonunda. Eşim bakamadı ona son bir kez… Işıklara havalanmıştı. Onu da mutfak penceremizin önündeki güllerin dibinde verdim toprağa.
Ağladık… Ağladık… Ağladık…
Günlerce!
Burnumuzu çeke çeke…
Güllerin önünden geçerken başımı ters yöne çeviriyorum hâlâ.
Bir daha da evde hayvan beslemedik.
Beslemeyeceğiz.
Bizi bırakıp gitmelerine dayanamıyoruz da ondan…
Ben; Knut’a çok ağladım.

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.