BATMAYAN GÜNEŞ

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Bu adla hazırlanmış belgesel gösterilip, TRT İzmir stüdyosunda kendisine ödül verilecekti.

Zaten rahatsız olan kalbi bu heyecana dayanamamıştı. 24 Eylül 1996 tarihinde haber kanalları Sanat Güneşi’nin artık bıraktığı eserlerle geride kalanları aydınlatacağını bildiriyordu. Son arzusu yerine gelmişti, sahnede severlerine elveda, dedi.
Zeki Müren, 6 Aralık 1931 yılında Bursa’da dünyaya geldi. Orta öğreniminden sonra liseyi İstanbul’da tamamladı. Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu.
Sınavı başararak İstanbul Radyosu’na 1950 yılında girdi ve ilk konserini 1951’de verdi.
Varlıklı bir aileden geliyordu, tanınmış müzisyenlerden özel dersler aldı. Onbeş yıllık radyo çalışmalarından sonra kendisini sahne ve plak çalışmalarına verdi. 600’ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Manolyam adlı şarkısı ile 1955’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nü kazandı.
1980 yılında sahneye çıkması yasaklandı. 1991 yılında bu tezatlar ülkesinde T.C. Devlet Sanatçısı seçildi.
Şarkıcı, besteci ve oyuncu olarak eserlerini yarattı.
Alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile sanatseverlerin ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı.
300 dolayında beste yaptı. Onyedi yaşında ilk bestesi Zehretme hayatı bana cananım mısrasıyla başlayan şarkıdır.
Sinema oyunculuğuna 1954 yılında Beklenen Şarkı adlı filmde başladı. Şarkılarını kendisinin bestelediği 28 filmde oynadı.
Vasiyetinde mirasının büyük bölümünü Mehmetçik Vakfı’na bıraktı.
Yedek Subay olarak askerliğini 1958 yılında İstanbul’da yaptı. 1961-69 arası bir aşk yaşadı, daha sonra hiç evlenmedi.
Fahrettin Arslan’la 1980 yılı başlarında dostluğunu, Mevlana ile Şamse Tabrizi arasındaki duygu bağlarına benzetiyordu.
1992 yılından sonra Bodrum’da evinde inzivaya çekildi. 2000 yılında evi devlet koruması altında müze olarak halka açıldı. Bodrum’da aradığınız her şey vardır. Süngercileri, usta kaptanları, balıkçıları, beyaz badanalı evleri, pencerelerin önünden sarkan begonvilleriyle sıradan bir balıkçı kasabası kadar sakin, ama dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden biri olacak kadar hareketlidir.
Ama benim amacım ne eğlenmek, ne de denizin sesini dinlemek. Zamanın mekâna dönüştüğü yere, müzeye gitmek.
Bodrum çarşısından devam ettik, barlar sokağını, deniz kenarındaki güzel lokantaları geçtik. Meydanda Halikarnas Balıkçısı heykeli önünde biraz durakladıktan sonra Halikarnas Disko’ya ulaştık.
Kapıda duran gençler bizim disko ile pek işimiz olmayacağını tahmin ettiler. Zeki Müren Caddesi’ni ve evini (No:11) gösterdiler. Girişte görevli olan iki genç kız sıcacık davranışlarıyla müze hakkında, doğru başlamamız için bilgi verdiler. Bankta yaşlı bir çift oturuyordu. Tepeye çıkmak hayli yorucu olduğundan dinleniyorlardı.
Çok yorulmuş olmamıza rağmen hemen gezmeye başladık. Dairenin alt katı oturma, yatak odası ve mutfaktan ibaretti. Adeta büyüleyici bir atmosfer vardı. Kısacası her şey olağanüstü bir zarafetle sergilenmişti. Renklerin birbirine uygunluğu, müzikle birleşiyordu.
iltergh-18-10-a.jpg
Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu, Bir demet Yasemen, Gözlerinin içine başka hayal girmesin, nihavend güfteli şarkıları mest ediyor. Müzede eşim ve benden başka hiç kimse yok. Ayrılmak çok zor, Zeki Müren’e son anına kadar yardım eden bakıcının da mutfak girişinde fotoğrafı var.
Her şey zevkle döşenmiş. Oturmak, dokunmak mümkün değil. Sahne hayatından ve musikiden uzaklaştıktan sonra geçirdiği zamanı hayal etmeye çalışıyorum. Oturma odasında Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı duvarda asılı. Yatak odasında anne ve babasının fotoğrafları. Eşyalar ve müzik aletleri müzik dünyasının tarihini bize anlatıyorlar.
Üst katta kullandığı eşyalar, plak koleksiyonu, desenlerini kendisinin çizdiği kostümleri, hayranlarından aldığı mektuplar var. Alt katta düşündüğüm, yalnızlığa dair bir şiiri bizi üst katta karşılıyor, içim hüzünle doluyor.
iltergh-18-10-b.jpg
Duvarlarda yaptığı resimler, sessizlik, manzaralar var. Resimlerde kalabalık, gürültü, şiddet, ölüm ve dehşet yok. İnsan geceyi orada geçirmeyi arzuluyor.
Berlin’de müzelerde alıştığımız kontrol ve şüphe ile bakan bekçiler yok. Bakması hoş resimlerin ve ziynet eşyaların önünde istediğimiz kadar duruyoruz.
Çok özenle dikilmiş elbiseler, iyi seçilmiş zarif kumaşlar, uyumlu renkler. Kadın elbisesi ve ayakkabısı veya mini etek değil, Caesar, Baytekin veya Brutus’un giydiği kostümlere benziyor.
İsteksiz vedalaşıyoruz, dopdolu bir kültür ve tarih. Dönüşte konuştuğu güzelim Türkçe’yi hemen özlüyoruz.
İçimdeki huzuru bozmak istemiyorum, cevap vermiyorum, bizi iki bozuk cümle İngilizce buyur eden garsonlara. Vücut dili anlatıyor zaten, o konukseverlik duygusu yüzlerde yok olmuş.
Yaşamadığı bir dilde candan davet edemiyorlar. Kendisine, ülkesine, diline yabancı olan, paranın esiri olan insanlar ve küreselleşme…
Kelimelerin hakkını vererek şarkı söyleyen, Türkçe’yi çok iyi kullanan Zeki Müren’i daha ayrılmadan, özlüyorum.
iltergh-18-10-c.jpg
Didim’i pahalı buluyorduk, Bodrum daha pahalı. Orada bir fincan kahve içerek, yemeği dönüşte Bafa Gölü’nde tanıdığımız restoranda yemeğe karar veriyoruz, oldukça verimli bir gün geçirdiğimizi düşünerek, şahane Bodrum yolundan eve dönüyoruz.
Bugün Zeki Müren’i anma günümüz. Rize’de, 2010 yılında Ocak ayında 170 minareden merkezî sistemde ezan yerine, üç dakika Zeki Müren’den şarkılar çalanı düşünüyorum.
Ne demek istemişti, bu şakayı yapan? Acaba ölürsem, mezarımda anlamadığım dilde ezgi istemiyorum, demiş olabilir mi?..
Her şakada bir hakikat gizlidir.
Hoşça kalın!
 
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.