BAŞKONSOLOS BAŞAR ŞEN’E KONUK OLDUK

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Beyaz iftar çadırlarının alnına o ay yıldızlı Türk Bayrağı ne de güzel yakışmış. “Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar/ Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var/ Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? Diye karşılıyordu bahçe kapısından içeri giren misafirleri gurbette, o ay yıldızlı bayrak. Misafirler de aynı duyguyla selamlıyordu o bayrağı: “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!/ Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl / Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:/ Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;/ Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl…”

Gururlandık, göğsümüz kabardı. Bekir Yılmaz’la beraber girdik iftar çadırının kurulu olduğu bahçeye.

Bülbüller suzda/ Güller niyazda/ Söyle namazda/ Elhamdülillah.

Koşuşur herkes/Duyulur bir ses/Der ki her nefes/Elhamdülillah.

Bu Hüseynî ilahiyi okuyordu hafızlar kanun eşliğinde. Tam bir Ramazan coşkusu yaşanıyordu iftar çadırında. Heyecanlanmamak mümkün mü? Vatan hasreti çekenler, ezan hasreti çekenler, ancak onlar anlarlar bu buruk acının verdiği ıstırabı.

Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen’in verdiği iftar yemeğinden bahsediyorum. Eşi Birgit Hanımefendi ile birlikte karşıladılar bizi. Yüzleri mütebessimdi. “Eşim Birgit. Rüştü Bey ve Bekir Bey. “Hoş geldiniz, nasılsınız?”

Konsolos Esra Öner Hanımefendi masamızın isminin “Kadıköy” olduğunu söyledi ve yerini gösterdi. Daha sonra Esra Hanım da Kadıköy’ü teşrif ettiler. Hemşerimmiş meğer kısa da olsa memleket hasreti giderdik. Pamukkale’den, Antalya’dan bahsettik. Çok nazik ve kibar bir hanımefendi. Bu iftarda “şehir magandası” yerine kibar bir hanımefendi ile aynı masayı paylaşmak onur verici. İrfan Taşkıran, Bekir Yılmaz ve İlkin Özışık da Kadıköy’deydi. Sohbetleriyle iftar yemeğinin tadına tat katıldı.

Büyükelçi Hüseyin Avni Karslıoğlu da iftar sofrasında yerini almıştı. Geçen Ramazan’da sivil toplum kuruluşlarını rezidansındaki bahçeye kurdurduğu çadırda ilk o buluşturmamış mıydı. Belki rezidansın bahçesinde okunan ilk ezanı da o okutmuştu. Türk halkı 90 yıldan beri bu günlerin özlemiyle geleceğini inşa etmeye çalışıyor, her seferinde bürokratik engellere takılıyor, bir türlü bu engelleri aşamıyordu. Kamusal alan deniyordu bu yerlere. Buralarda Allah’tan Peygamber’den söz edilemezdi. Şimdilerde devir mi değişmiş ne, kamusal alanlarda başörtülüler bile var. Hem oralarda ezan, okunuyor, Kur’an tilavet ediliyor, dualar yapılıyor. Sayın Büyükelçim ve Sayın Başkonsolosum, Allah sizlere selamet versin. Yolunuz açık olsun.

Dualar Almanca ve Türkçe yapıldı. Kur’an Arapça okundu, Almanca ve Türkçe meali verildi. Kimse de bu uygulamadan rahatsızlık duymadı. Pür dikkat herkesin kulağı okunan ve iki dilde meali verilen Fussılet suresindeydi: „Bağışlayıcı ve rahmet kaynağı olan Allah’tan bir karşılama [olarak]! [İnsanları] Allah’a çağıran, doğru ve adil olanı yapan ve “Şüphesiz ben Müslümanlardanım!” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”

Tam bir kombinasyon var bahçede. İftar çadırı, Türk Bayrağı, ilahiler, Kur’an, kanun, Türk Kahvesi, lokum… Bu iftarda Rize çayının paketini gördük ya masada, demlenmemiş olsa da masada olması yetti. Masaya kadar gelen çay seneye iftarda mutlaka demliklere girecektir. Haydi hayırlısı.

İşte Türk örf ve âdeti böyledir. Bu böyle biline. Biz Müslüman bir milletin torunlarıyız ve biz de Müslümanız. Tarihi geçmişimiz var, utanılacak hiçbir eylemimiz yok o geçmişte. Biz geçmişimizi gururla yâd ederiz. Şerefli bir tarihimiz var bizim. Biz mabet katili, bebek katili, kadın katili olmadık, soykırım yapmadık.

Dilimiz var, dinimiz var, geleneklerimiz var bizim. Bütün bu varlar bizi biz yapan değerlerdir, bunlardan vazgeçemeyiz. Ancak siz Alman dostlarımızla, komşularımızla birlikte yaşamaktan da mutluyuz, ön yargımız yok. Sizlerin de ön yargısı olmasın, gelin birlikte kucaklaşalım, sevinçlerimizi paylaşalım, kederlerimize sıkıntılarımıza birlikte göğüs gerelim.

Bu mealde yapılan konuşma Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in dudaklarından tane tane dökülüyordu. Anlam yüklü ve mesaj dolu bir konuşmaydı. Kısa ve öz. Okuyalım:

“On bir ayın sultanı Ramazan-ı şerif, her yıl ruhlarımıza güzellik, gönüllerimize zenginlik vermek, iradelerimizi eğitmek ve toplumsal hayata huzur iklimi getirmek üzere yücelerden gönderilmiş bir armağandır. Bu armağanı bu yıl da “hoş geldin yâ şehr-i ramazan” diyerek sevinçle karşıladık ve bu gece iftarımızı birlikte yaparak dostluk ve sevgi içinde birbirimizle paylaşıyoruz.

Ramazan ayı dünyada yaşayan yaklaşık 1,5 milyar Müslüman için yılın en önemli ve kutsal dönemidir. İslam dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in vahyi ramazan ayında başlamıştır. Kur’an İslam’ın temel ibadetlerinden olan orucun bu ayda yapılmasını emretmektedir.

Ramazan ayı İslam toplumlarında insanlar arasında sevgi, saygı ve hoşgörünün yoğun bir şekilde yaşandığı, kardeşliklerin pekiştirildiği aydır. Bu nedenle, ramazan ayının toplumumuzun değişik kesimleri arasındaki birlik ve beraberliğin, işbirliği ve ortak hareket ruhunun daha da pekiştiği bir ay olmasını diliyorum.

Ramazan ayı, bizler gibi, farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların bir arada yaşadığı ülkelerdeki Müslümanlar için ise, bu akşam da bir ölçüde yapmaya çalıştığımız gibi, başka dinlere ve kültürlere mensup dostlarımıza, komşularımıza sevgi ve barışı temel alan dinimizin anlatıldığı, hoş sohbetlerin yapıldığı ve insanların birbirlerini tanıma ve anlama yetilerinin güçlendirildiği günlerdir.

Almanya’daki vatandaş ve soydaşlarımızın hür ve eşit bireyler olarak Alman toplumunda hak ettikleri yeri almaları, eşit muamele görmeleri bizim önceliklerimiz arasındadır. Hem Türkçe’ ye hem Almanca ‘ya mükemmel seviyede hâkim, iyi eğitim almış, toplumsal konulara ilgili, sosyal sorumluluk sahibi, milli ve kültürel konularda duyarlı, bulundukları ülkenin yaşantısına her alanda katılan bireyler olarak toplumda saygın bir yer edinmeniz bizim en büyük arzumuzdur. Almanya Türk toplumu bu yolun büyük kısmını kat etmiş durumdadır.

Sayın Büyükelçimizin her fırsatta vurguladığı üzere, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, herhangi bir sıkıntı yaşadığınızda, bugün ramazan ayı vesilesiyle çatısı altında bir arada bulunduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Berlin Başkonsolosluğu’nun, diğer Başkonsolosluklarımızın ve bizlerin bağlı bulunduğumuz Berlin Büyükelçiliği’mizin, sizin ikinci eviniz olduğunu ve kapılarının sizlere sonuna kadar açık olduğunu asla unutmayın!

Türkiye ile Almanya arasında geçmişi eskiye dayanan iyi ilişkilerin çeşitlenerek geliştiğini görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Ülkelerimiz arasında ikili ve uluslararası alanda mevcut yakın işbirliği, geçen yıl 32 milyar Euro olarak gerçekleşen ticaret hacmi, Almanya’da yaşayan üç milyon civarındaki insanımız ve her yıl Türkiye’ye giden beş milyon Alman turist misafirimiz memnuniyet verici düzeyde seyreden siyasi, ekonomik ve insani ilişkilerimize dair somut örnekler teşkil etmektedir.

Bir takım hususlarda fikir ayrılıkları olabilse dahi, bunlar yakın ilişkilerde yaşanan olağan durumlardır. Her görüş ayrılığının ardından karşılıklı uzlaşıya, en azından karşılıklı anlayışa varılabilmesi aramızdaki derin diyaloğun hem tarihsel hem de güncel anlamda sağlam temeller üzerine inşa edilmiş olduğunu göstermektedir.

Türk-Alman dostluğunun mevcut seviyesi ve daha da gelişeceğine dair inancımız Almanya’da yaşayan üç milyon insanımızın da geleceğe daha ümitle bakmasını sağlamaktadır. Bu çerçevede, yabancılara karşı “hoş geldin kültürü”nün yerleşmesine yönelik olarak Alman kamuoyunda yaşanan yapıcı tartışmaları memnuniyetle izlemekteyiz. Almanya’ya her alanda önemli katkılarda bulunan Türk toplumunun, hâlihazırda pek çok başka topluluklara da tanınan çifte vatandaşlık hakkı başta olmak üzere, bazı haklı beklentilerinin karşılanacağı daha yapıcı ve hoşgörülü bir ortamın gelişmesine dair iyimser düşüncelerimizi muhafaza ediyoruz.

Ramazan ayı vesilesiyle bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Malumunuz, Berlin’in nüfusunun yüzde 10’u Müslüman, bunların da çok büyük çoğunluğu ya Türk vatandaşı, ya da Türk kökenli alman vatandaşıdır. Dinimizi ve kültürümüzü yaşadığımız, yaşattığımız, paylaştığımız etkinliklerimizi düzenlerken sadece bu yüzde 10’u değil, diğer yüzde 90’ı da düşünmemiz şarttır. Aksi takdirde, yaptığımız işte bir eksiklik var demektir.

Bugün hepimizin bildiği üzere, özellikle batı dünyasında, henüz vahim boyutlara ulaşmadığını düşünsek dahi, İslamofobya ismi verilen yeni bir toplumsal hastalık ortaya çıkmış bulunmaktadır ve bu hastalık toplumsal barışı tehdit etmektedir. İslam ve Müslüman korkusu ve bunun bazen ayrımcılık, bazen nefret ve düşmanlık, bazen de şiddete dönüşmesi anlamına gelen İslamofobya’nın hepimiz için ciddi bir sorun teşkil ettiğini asla unutmamalıyız. Bunun üzerinde önemle durmalı ve etrafımızdakilere, komşularımıza, iş arkadaşlarımıza dinimizi anlatmalıyız. Etkinliklerimize, iftarımıza, bayramımıza onları da davet etmeliyiz. Unutmayalım ki, mükemmel bir Almancanız olmasa dahi, Almanca anlatamadıklarınız, gülümsemenizle, kalbinizden gelen sevgi ve insanlığın diliyle tamamlanacak ve anlaşılır hale gelecektir. Bizler bu değerlerimizi onlara gerçek anlamda anlatabildiğimizde, Alman dostlarımızın ilgi ve merakının bizim gösterdiğimiz çabaya fazlasıyla değeceğine emin olunuz. O zaman ne İslam korkusu ne de Müslüman düşmanlığı bu toplumda kök salabilecek, kuvvet kazanabilecektir. Bu nedenle sizleri Alman tanıdıklarınızı iftarlarınıza, bayramınıza dâhil, evinize, sofranıza davet etmeye ve onlara güzel dinimizi, kültürümüzü ve geleneklerimizi anlatmaya davet ediyorum.

İftarımızı paylaşarak bizleri mutlu eden siz değerli misafirlerimize bir kez daha teşekkür ediyor, ramazan ayının tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini, aramızdaki sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve kardeşlik bağlarının daha da gelişmesine ve pekişmesine vesile olmasını temenni ediyorum.”

Konuşmasını dua cümlesiyle noktaladı Şen: “Allah Orucunuzu kabul etsin.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.