BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE DEMOKRASİ

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE DEMOKRASİ 


Geçtiğimiz cuma günkü yazımın başlığı „Demokrat Olmayanların Demokrasi Adına Yönetimleri“ idi. Basının ve düşüncenin özgür olmadığı, gerçekleri yazanların baskılarla susuturulduğu, susturulmaya çalışıldığı veya gelebilecek baskıları düşünerek kendine sansür uyguladığı bir ülkede, demokrasiden ve hukuk devletinden tabiiki söz edilemez. Avrupa Birliğı ile tam üyelik görüşmeleri yapan Türkiye`nin, Dünya`da basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 149. sırada olması, bu acı tabloyu gösteriyor.
1 eylül tarihli Sözcü gazetesinde basına yapılan baskıları protesto etmek ve Türkiye ve Dünya kamuoyunun dikkatını çekmek için, çok anlamlı bir ders verme amacıyla, tüm yazarların köşeleri boş bırakıldı.  Sözcü`ye son bir yılda 57 dava açıldığı, köşe yazarlarına 60`a yakın tazminat ve ceza davası açıldığı belirtiliyordu. Sözcü örneğindeki bu baskıları, hükümete ve Erdoğan`a muhalif olan tüm diğer medya kuruluşları için de söyleyebiliriz.
Deniyor ki, Erdoğan ve AKP`yi destekleyen veya ona biat etmek durumuna getirilmiş  olan „havuz medyası“, zaten tüm basının yüzde 76‘sını oluşturuyor.  Süregelen doğrudan veya dolaylı baskılar ve operasyonlarla geri kalan yüzde 24‘lük medyayı da dize getirmeye ve mümkünse susturmaya çalışıyorlar.

ÖZGÜR BASININ VAZGEÇİLEMEZLİĞİ
Kuvvetler ayrılığında medya artık dördüncü güç olarak kabul edilmektedir. Parlamentonun ve yargının yanı sıra medya da yeni bir güçtür. Devlet ve hükümet yöneticilerinin, devlet kurumlarının, muhalefetin ve hatta sivil toplum kuruluşların çalışma ve uygulamalarını izlemek, denetlemek, uyarılarda bulunmak ve yanlışlarının, haksızlıkların, yolsuzlukların üzerine özenle gitmekle görevlidir medya. Medyanın bu görevini istismar etmesi sözkonusu olursa, bağımsız olması gereken yargı bu konuda karar verecektir. 
Demokrasinin olduğu ülkelerde hiç bir zaman Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar veya bir diğer siyasi otorite basına doğrudan veya dolaylı olarak direktif veremez, baskı uygulayamaz. Bu yanlışa, örneğin Almanya`da kamuoyu tek bir kere tanık oldu. Almanya`nın yeni seçilmiş genç Cumhurbaşkanı Christian Wulf, hem de Eyalet Başkanlığı döneminde, satın aldığı evin kredisinin, kendisine düşük faizle verildiği ve eşinin arkadaşı zengin birinin davetiyle 970 Avroluk otel masrafının karşılandığı iddiasıyla basında haberler çıktı. Bu nedenle kendini arayan ve yakın tanıdığı bir gazeteciye, bu konunun üzerine giderse Cumhurbaşkanlığı sarayına artık davet edilmiyeceği gibi bir tehditde bulundu. Gazeteci bunu yazınca, Almanya`da yer yerinden oynadı. Basına yönelik bu tehdit onun şubat 2012 de istifa etmesinin asıl nedeni oldu. Türkiye`de kimsenin lafını etmeyeceği düşük kredi alma ve otel masrafının bir işveren tarafından karşılanması iddialarından, Wulf makmede berat etti. 

Erdoğan başbakanken  gurup toplantılarında milyonlarca seyircinin önünde defalarca medya patronlarına, kendisini ve hükümeti eleştiren köşe yazarlarını neden çalıştırdıklarını söyleyerek, haklarında ardı arkası kesilmeyen tazminat ve ceza davaları açılarak ve eleştirel medyaya operasyonlar yapılarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşi görülmemiş baskılar uygulanmaktadır. Bir çok köşe yazarının işlerine, örneğin Hürriyet, Milliyet, Vatan gazetelerinde, bu baskılar sonucu son verildi.

MUSTAFA KEMAL`IN BASINA YAKLAŞIMI
Bazılarına, özellikle de AKP li bir çok kişiye göre, Atatürk dönemi baskıcı bir yönetim olarak görülür, gösteriler. Oysa Türkiye`ye çağ atlatan köklü devrimlerin yapılması, saltanatın ve halfeliğin kaldırılarak, halkın kendi yönetimi olan Cumhuriyetin kurulması, Türkiye`de de kesin kararlılığı ve uygulamaları gerektiriyordu. Cumhuriyet yönetimine, ülke bütünlüğüne, devrimlere ve yeniliklere isyan ve ayaklanmalar yoluyla ve bazan da dış güçlerin destekleriyle karşı çıkanlara, tüm Dünya örneklerinde de olduğu gibi, genç devletin ve devrimlerinin tabiiki kendini savunma ve koruma hakkı vardı. Bu da yapıldı. 

Atatürk`ün demokrasi ve basın özgürlüğü konusunda 1922 ve 1923 yıllarında söylediği, günümüz yöneticilerine büyük bir ders niteliğindedir. „Gazeteler, kanunun ve toplum çıkarlarının aksine bir olaya şahit ve bir bilgiye sahip oldukları takdirde gerekli yayında bulunmalıdırlar. (1922 ) “Basın milletin genel sesidir. Bir milleti aydınlatma ve ona doğru yolu göstermede, bir milletin muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, özetle bir milletin hedefi mutluluk olan ortak yönde yürümesinin sağlanmasında, basın başlı başına bir kuvvet, bir okul, ve yol göstericidir. (1922)  „Basın, baskı ve etki altına alınamaz…Basın, milletin müşterek sesidir. Gazeteciler düşündüklerini samimiyetle yazmalıdırlar. (1923), Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. 

Ergenekon ve balyoz davalarında sahte, uydurma belge, yalan, yanlış iddialarla „terör suçluşu“ ve hatta göstermelik mahkemeler tarafından terör örgütü kurmak ve yönetmekle, idam cezası verilenlerin, tamamen suçsuz oldukları kanıtlandı. Erdoğan ve yandaşları, bizi „paralel yapı“ yanılttı, aldatıldık diyorlar. Ne varki muhalif medyaya yönelik baskılar, benzer suçlamalarla bugün de sürüyor. Bunların sorumlusu kimdir ve ileride kimler gösterilecektir ? 

Prof. Dr. Hakkı Keskin                                                                            

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.