BAŞBAKAN ERDOĞAN VE CEM KARACA

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde yapılan AK Parti Olağan 3. kongresinde “Bu ülke Cem Karaca’nın hasretini çekti” dedi. Başbakanın politik geçmişini göz önüne alınca, bir “Akıncı” olarak onun hiç de Cem Karaca’nın hasretini çektiğini düşünemiyorum, aksine “komünist, iyi ki sürgünde” diye düşündüğünü sanıyorum. Beş yıl önce yitirdiğimiz sevgili Cem Karaca’nın, 1979 Münih’e giderken, Başbakan Erdoğan, Tuzla’da piyade okulunda askerliğini yapıyordu. Cem Karaca, 1981’de Ocak ayında Almanya’dayken son albümü yüzünden Türkiye’de vatan haini ilan edildi ve ülkesine geri dönemedi. O gün mallarına el konan Cem Karaca 200 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve 1983’te de Türk vatandaşlığından atıldı. Başbakan Erdoğan ise bu dönemde “Milli Görüş” bünyesinde açılıp kapanan partilerde kariyer yapıyordu ve bugün hedefine ulaşan Başbakan Erdoğan düşman gördüğü “eski komünist” Cem’in adından parti kongresinde medet umuyor. Allah’ın işine bak…

Cem Karaca, 1987’de yurda döndüğünde Münih’te Hotel Vierjahreszeiten’da Turgut Özal’ın elini öptüğü iddiasıyla döneklikle suçlandı. Hem Cem Karaca hem de Özal ailesi bu iddianın gerçek olmadığını ısrarla belirttikleri halde, sanatçı yine de eski solcuların günah keçisi olmaktan ve dışlanmaktan kurtulamadı. Bu aydın sapmasını hicvettiği ‘Yarım Porsiyon Aydınlık’ adlı şarkısında ‘hiç bir şey üretemeden sadece eleştirirsiniz’ diyerek kırgınlığını dile getirdi. Cem Karaca’nın zaman içersinde benliğini bulması, Allah’ını kitabını tanımaya başlaması da döneklik olarak nitelendirildi. Bir yerleri acıdığında “Allah” bağıran sözüm ona entelektüeller İslam’da aradığı sevgiyi bulması nedeniyle onu döneklikle suçladılar.

Onların hepsini Allah’a emanet ederken, Münih’te sürgünü sırasında Cem’le olan bir anımı sizlere aktarmak istiyorum; kamuoyunun iç yüzünü bilemediği kişisel bir intikam kurbanı olarak “vatan hainliği” ile suçlanan Cem, her gün vatanı için göz yaşı döküyordu. Bir gün bir haftalığına İstanbul’a giden Fransız kız arkadaşıma Cem’le birlikte İstanbul’da sabah uçağa binmeden taze balık getirmesini söyledik. Cem’in annesi rahmetli İrma Felekyan (namı diğer Toto Karaca) , Cem ve ben Münih’in ortasından geçen İsar nehri kenarında mangalımızı hazırladık ve balıkları beklemeye başladık. Kız arkadaşım havaalanından doğrudan yanımıza geldiğinde, Cem hemen balıkları kaparak İsar nehrine doğru bağırmaya başladı: “ulan nehirdekiler siz de balık diye geçinirsiniz, işte balık diye ben bunlara derim, bunlar benim vatanımın, Marmara denizinin, İstanbul’umun balıkları” diyerek bağıra bağıra ağladı.
O gün, yaşamında hiç balık sevmeyen ve yemeyen ben Toto teyzenin mangalda kızarttığı kılçığını ayırarak soğan ve maydanozla karıştırıp yaptığı Ermeni usulü balıkları afiyetle yedim.

O gün bizim için çok duygu dolu bir gündü. O nehir kenarındaki masadaki dört kişiden önce Toto teyze, sonra Fransız kız arkadaşım ve 2004’de Cem aramızdan ayrıldı.

Şimdi sıra bana geldi galiba…

Ahmet İNCEL

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.