AYDINLI RAHİBE MARİE-LOUİSE’İN ÖYKÜSÜ

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

AYDINLI RAHİBE MARİE-LOUİSE’İN ÖYKÜSÜ

1887 Aydın doğumlu Prof. Dr. Mustafa Zeki Mesut Alsan’ın anılarını okurken çocukluğunun Aydın’nını anlatırken yazdığı şu satırları dikkatimi çekmişti:


„“…Ve kalabalık arasında garip kıyafetli, ve şim¬diye kadar hiç görmediği iki insan şekliyle karşılaştı. Bunlardan biri oldukça yaşlı ve kısa boylu idi. Diğeri uzun boylu ve gençti. Koyu lâcivert renginde ve  kat kat denecek surette geniş kıvrımlı uzun fistanlar giymiş olan bu kadınların başlarındaki alâmet daha çok seyre değerdi. Nasıl yapıldığına insanın aklının eremeyeceği kar gibi beyaz bir şeyler bunların başını iyice sarmış, onları biraz da heybetlendirmişti. Onları ilk görenler gece görseler mutlaka korkarlardı. Bir şeyler… gerçekten bu iki kadın kafasını, saçlarından -eğer varsa- bir telini bile göstermeyecek surette kapatan bu külahlar, tek bir parçadan ibaret değildi.,. Kanatlı, yelpazeli, girintili, çıkıntılı bir çok şekillerin birleşmesinden meydana gelmiş karışık bir nesne idi. Bellerinde  kemer gibi bir kuşak vardı. Yanlarında koca taneli ve birkaç devirli tespihler asılı idi. Tespihin fistanların eteklerine yakın uçlarında madeni birer haç sarkıyordu. Kollarında koyu renkli, küçük kamış çantalar vardı. Kadınlardan ve çoluk çocuktan mürekkep bir kalabalık onların etrafını, sardı… Onlar gülümsüyorlar, ve işaretlerle meramlarını anlatmaya çalışıyorlardı. Mustafa Hüseyin’in anasına sordu:


– Teyze kimdir bunlar? Fatma kadın cevap verdi:
– Onlar yedi kızlardandır. Hiç görmedin mi? Hasta çocuklara ilâç dağıtmak için, ara sıra mahalleleri dolaşırlar.
– Yedi kızlar kimlerdir? Neden ilâç dağıtıyorlar. Bu eteklerindeki istav¬roz ne oluyor?
– A çocuğum, onlar gâvurdur. Senin anlayacağın onlar kadın papazlar¬dır. Tâ şu Rum mahallesinde bir manastırda otururlar.


Mustafa, her adım atışlarında haç ile tespih tanelerinin birbirine vurmasından husule gelen bir çangıltı ile ilerleyen bu kadınlara hayretle bakmak¬tan kendini alamayarak Fatma teyzenin son izahatını o anda kâfi gördü. Za¬ten teyze de o sırada yedi kızlara işaret ederek onları evine doğru götürdü. Maksadı anlaşılmıştı, Hasta çocuğunu bu kadın papazlara gösterecekti. Ha¬cıdan, hocadan medet görememiş, şimdi yedi kızlardan çare umuyordu. Genci kapıda kalarak ihtiyarı içeri girdi. Sundurmada bir şilte üstünde takat¬siz yatan Hüseyin’in başını, bileğini yokladı. Diline baktı. Ve çantasını aça¬rak bir kutu içinden birkaç hap çıkardı. Parmaklan ile sayı işaretleri yaptı- Ve onları Hüseyin’in anasına verdi. Dışarıda bekleyen genç yedi kız da, o sı¬rada başka bir çocuğun nemli ve çipilli gözlerine bir merhem sürüyordu. Bu suretle davetli davetsiz, birkaç ev, birkaç çocuk daha muayene edildi. Haç elinde idi. Kimse istavroza aldırış etmiyor ve dilleri anlaşılmayan bu garip kıyafetli yabancılardan çekinmiyordu. Artık gün batmak üzere idi ki, yedi kızlar, manastırlarının yolunu tuttular ve mahalledeki kadınlar…”


İşte size o yıllarda Aydın’da Prof. Dr. Mustafa Zeki Mesut Alsan’ın anılarındaki manastırda yaşayan İsviçreli rahibe Marie-Louise Ruedin’i size anlatmak istiyorum. 22 Kasım 1880 yılında İsviçre’de Corgemont’ta doğan Katolik rahibe tüm dini eğitimlerini aldıktan sonra Paris’ten Aydın’a göreve gönderildi. 
O yıllarda Aydın’da Müslümanlar, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler dostluk içerisinde yaşıyorlardı. Kayıtlara göre Aydın merkezde 189 bin Müslüman, 16 bin 200 Rum, 3 bin 900 Ermeni ve 2 bin 400 Yahudi yaşıyordu.  Hepsinin kendi dinlerine göre camileri, kiliseleri ve sinagogları vardı. O yılların eyalet başkenti olan Aydın’da Katolik kilisesine ait manastırın yanı sıra son derece modern bir hastane ve kolej vardı. Bu koleje sadece Hristiyan ve Yahudi çocukları değil, Aydın’ın zenginlerinin çocukları da eğitim görürdü. Rahibe Marie-Louise bu kolejde Fransızca ve Almanca ders verirdi. 


Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla kolej, bir askeri hastaneye dönüştürüldü. Rahibe Marie-Louise ve arkadaşları burada yüzlerde  yaralı ve hasta Türk askerini tedavi etti. Kızamık ve kolera ile savaştılar. 1919’da rahibe Marie-Louise ve Gabriele’nin koruması olarak üç Fransız askerine görev verildi. Üç gün sonra da Yunanlılar Aydın’ı işgal etti. Şehrin hakimiyeti bir Yunanlılara bir Türklere geçiyordu. 
Aydın tekrar Türklerin eline geçtiğinde, rahibe Marie-Louise, Fransız korumalarının tüm ikazlarına rağmen, manastırın kapılarını hangi dinden olursa olsun tüm sivil halka açtı. Bu arada eski Türk öğrencilerinin nüfuslu aileleriyle olan dostluğu ve saygınlığı sayesinde manastırdakilere dokunulmamasını sağladı. Büyük bir katliamı önleyip, yaklaşık altı binin üzerinde Hristiyan ve Yahudi’nin manastırdan zarar görmeden çıkmasını sağladı.  


Bu kahramanca tutumuyla 16 Temmuz 1919’da Yunanlılar rahibe Marie-Louise, Gabriele Hoppe  ve üç Fransız askerine kahramanlık madalyası verdi. Daha sonra İstanbul’da Galata’da yaşamaya devam eden rahibe Marie-Louise’ye 1 Mart 1920’de Fransız Liyakat Madalyası verildi.  İstanbul’dan sonra Tunus ve son olarak Paris’te yaşayan rahibe Marie-Louise, 8 Nisan 1960’da Pelerin-sur-Vevey’de yaşamını yitirdi. 
Size bu kez yine Türkçe ve yabancı kaynaklardan araştırıp bulduğum bir Aydın öyküsünü anlatmaya çalıştım.  Bu yaşam öyküsünde anlatılanların ne kadar gerçekleri yansıtığını,  ancak o günleri bizzat yaşayanların bileceği bilinciyle bu öyküyü sizlere aktardım… 

Ahmet İNCEL 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.