AVRUPA’DAKİ TÜRKİYE’LİLER!

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Gençlik denince
Genç denince 18 – 25 yaş grubu ile büluğ çağına ulaşanlar akla gelir (kız-erkek). Gençliğin bittiği gün, gençlerin hür iradeleriyle geleceklerini planlamaya başladıkları gündür. Bugünün yasaları bu yaşın başlangıcını 18 yaş olarak belirlemiştir. Buluğ çağı denilen çağ ise ülkelere göre değişir. Soğuk ülkelerde bu yaş 17-18 olabilirken, sıcak ülkelerde 12- 15 olabilir. Allah’a karşı olan sorumluluklar da bu çağda/yaşta başlar. 18 yaşına kadar olan süre çocuklar için aile içi eğitim süresidir.

Aile yapısındaki değişiklik
Aile;
ana-baba, büyük anne, büyük baba, hısım akrabalardan oluşan bir yapıdır. Günümüzde, -bilhassa Avrupa’da yaşayanlar için- büyük ana, büyük baba ve hısım akrabalardan oluşan aile yapısı zorunlu olarak terk edilmiştir. Bu aile modeli yerini ister istemez çekirdek aileye bırakmıştır. Aile parçalanmıştır. Bu parçalı aile bazen olumlu bazen de olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir:

-Olumsuz Sonuçlar
Ailede, ana-baba, büyükana-büyükbaba otoritesi kaybolmuştur, geleneksel saygı bozulmuştur, aile içi dayanışma büyük oranda ortadan kalkmıştır. Parçalanmış ailede kullanılacak eşyalar, herkes için ayrı ayrıdır. Aile içinde yapılan ve büyükana ve büyükbaba merkezli din ve ahlâk eğitimi terk edilmiştir. Aile büyükleri, küçükleri kontrolleri altına alamaz olmuşlardır.

-Olumlu Sonuçlar
Çocuklarda kişilik gelişmesi daha iyi olmuştur, çocuklar çalışarak kendilerini ispat edebilmişlerdir, mesela, toplumda -Ali bey- olarak değer kazanmışlardır, kendilerine olan özgüvenleri artmıştır.

Parçalanmış aile tipinde gelenekler ve kültür
Parçalanmış aile modelinde gelenekler, örf adetler unutulmuş veya bozulmuştur. Bugün gelinen noktada Avrupa’da doğup büyüyen çocuklar kendilerine ve içinde bulundukları topluma yabancı olarak büyümektedirler. Bu yabancılaşma ne Avrapa’ya yaramakta ne Türkiye’ye ne de ana ve babaya yaramaktadır. Avrupa’da doğup büyüyen, saçlarının siyahlığından başka kendi milletine ait üzerinde en ufak bir değer taşımayan, gayesiz bir sürü gencimiz vardır. Bozulan geleneklerin insanımızın sürüleşmesinde etkisi oldukça fazla olmuştur. Bu konuda sorumlu olan tabiatıyla ilk önce ana ve baba, sonra da Türk cemaat ve kuruluşlarıdır.

Bozulan geleneklerden bazı örnekler

-Sofra geleneği
Sofra geleneği Türk örf ve âdetinde önemli bir yere sahiptir. Bu önemli geleneğimiz ne yazık ki bugün anlamını yitirmiştir. Yitirmiştir değil hatta tedavülden bile kalkmıştır. Aile fertleri sofrada bir araya gelememektedirler. Ailenin üyeleri kendi hallerine bırakılmışlar, karınlarını istedikleri yerde doyurur hale gelmişlerdir. Sofranın en ucunda oturan aile büyüğü yok artık bugün. Yemeklere besmele ile başlanmıyor, sofradan kalkarken dua edilmiyor, artık sofralarımızda Allah’ın verdiği o güzel nimetlerin şükrü eda edilmiyor.
Elleri yıkayarak sofraya oturmak, sofradan kalkarken izin almak, sofradan kalktıktan sonra dişleri temizlemek v.b. adetlerimiz neredeyse yok denecek kadar azalmış. Ağız temizliği için bir mendille ağzı silmek yetiyor.

– Dini Bayramlar
Dini bayramlar tamamen olmasa bile unutturulmuştur. Bayram geleneği unutulunca büyükler ile küçükler arasındaki kaynaşma otomatik olarak ortadan kalkmıştır. Kendi kültürlerinden, ilk kültürlerinden kopan ailelerin, geleneksel değer yargıları da değişmeye başlamıştır. Çocuklar bu durumdan etkilenmiş ve yaşadığı toplumun kültürünü ve inancını kendi inaç ve kültürünün yerine koymuştur. Böylece çekirdek aile bireyleri arasında ikinci bir bölünme başlamıştır. Bu nesil ne İsa’ya, ne Musa’ya nede Muhammed’e yarayacaktır.

-Arkadaşlık
Arkadaşlık etme, eğlenme ve evlenme kuralları değişmiştir. Arkadaş seçiminde ailenin tavsiyesi kalktığı için, olumsuz kişilerle arkadaşlık yapanların sayısı çoğalmıştır. Evliliklerde eşlerin birbirlerine verebilecekleri ahlaki değerler ve moral gücü kaybolmuş yerini cinsel ilişki, şekilcilik, maddecilik almıştır. Gençlerin, çocukların, eğlenme ve yemek yeme zevkleri, alışkanlıkları tamamen değişmiştir. Gerek dini otoritenin gerekse aile otoritesinin ortadan kalkması, gençlerde saldırganlık eğilimini de kamçılamıştır.

-Kültürel eğitim
Kültürel eğitim uygulanmadığı için, genç kendisine ve çevresine yabancılaşmış, huyları ve davranışları değişmiş, duygusallığı kaybolmuş, elektronik aletlere tutkunluğu artmış, televizyon merakı hastalık haline gelmiştir.

Genç, insanlardan kaçmaya başlamış, yalnızlığı tercih eder duruma gelmiş, sosyal planda gerilemiş ve mahcuplaşmıştır.

En kötüsü; okumaya, öğrenmeye, güzel sanatlara, çalışmaya karşı isteksizleşmiş, ilgisizleşmiş, dağınıklık hoşuna gider olmuş, giyim kuşamıyla kendisine yabancılaşmış, dîni kurallara ve değerlere bîgâne hale gelmiştir.

Fertler ile toplum arasındaki kaynaşmanın yerini bireyselliğin almış olmasıyla ne pahasına olursa olsun ayakta durmak zorunda olan genç, zamanla yalnız kalmıştır. Çağın baş döndürücü hızı iki toplum arasında sıkışıp kalan talihsiz genci örseleyip bir köşeye atıvermiştir.

-Dil problemi
Öte yandan dil problemi; kelimeler, deyimler, espri ve estetik anlayışında, gençler kendi kültürlerine tamamen yabancılaşmışlardır. Kendi kültürümüze ait güzelliklerin gençlere sunulmayışı, gençleri ister istemez yabancı kültürlerin ağına düşürmüştür.

-Tarih bilinci
Yaşanılan ülkelerdeki resmi ideolojiler Türkleri barbar olarak, çingene olarak tanıtırken genç bu tanıtım karşısında aktif olamamış ve söylenenleri kabul etmek zorunda kalmıştır: Çünkü genç kendi tarihini bilmemektedir. Bu durum genci aşağılık kompleksine düşürmüştür. “Türkler barbar değildir, çingene değildir” demek onun için belki kolaydır ama bunu ispat edecek bilgi donanımı onda yoktur.

Çözümler / hedefler
Birinci kuşak hizmetler zincirinde yerini almış ve gerekli hizmetleri ne pahasına olursa olsun, o bilgisiz ama saf ve cesur haliyle bugüne kadar getirmiştir. Cami ise cami, dernek ise dernek, para ise para ne gerekiyorsa yapmış ve görevi ikinci kuşağa iç huzuruyla devretmiştir. Ancak ikinci kuşak emanete gereği gibi sahip çıkamamış ve birinci kuşağa büyük ölçüde problem olmuştur.

Problemler büyümüş ve kartopu haline gelmiştir. Problemlerin çözümü, eğitim faaliyetlerinin yer, zaman, şahıs ve cemiyet açısından bilinçli olarak yürütülmesine bağlıdır.

Bugün dini motiflerle süslediğimiz bir eğitime eskisinden daha fazla ihtiyaç vardır. Geleneklerin güzellikleri ile süslenen, milli şuur ile tarih şuuru ile desteklenen bir dini eğitim, ancak gençlerin kimlikli hale gelmelerine yardımcı olacaktır. Sadece dini eğitim ve sadece ulus bilinci gençleri saldırganlaştırabilecektir. Her ikisi de gelecek için tehlikelidir. Doğru olan, kendi hakkına sahip çıktığı kadar başkalarının hakkına da sahip çıkacak görüp gözetecek olgunlukta bir genç yetiştirmektir. Vatan sevgisi, Millet sevgisi, Bayrak sevgisi, Allah sevgisi eğitimde mutlaka belirleyici bir rol üslenmelidir.

Eğitim hizmeti, kısa vadeli çıkarlar için, üzerinde iyice düşünülmeden, önümüze ilk gelen kişi ile alelacele, uygun olmayan eğitim araç ve gereçlerinden yoksun olarak yapılacak basit bir hizmet değildir. Eğitim hizmeti sorumluluk ister, ehliyet ister ve her şeyden önce yatırım ister. Bu yatırımlar uzun vadeli yatırımlar olmalıdır.

Neler, nasıl yapılmalıdır?
Derneklerde ve camilerde yapılan eğitimlerin mutlaka bir müfredatı olmalıdır. Ehliyetli kişilerin tespiti ve fizik mekânın hazırlanmasından sonra:

Eğitimciler, eğitim dernekleri, din görevlileri ilk önce ailelerle diyalog içerisine girmelidirler.

Zaman zaman gruplar halinde eğitim amaçlı, programlar, yemekli toplantılar, piknikler yapılmalı, suni çevreler oluşturulmalıdır.

Gençler, çocuklar, başıboş bırakılmamalı bir şeylerle meşgul etmenin yolları araştırılmalıdır.

Gençlerin istek ve arzularına değer verilmelidir.

Gençlerle konuşurken, onlara fikir dikte ettirme yerine fikirleri alınmalıdır.

Gençlere örnek olunmalı ve onlara yakın ilgi gösterilmelidir.

İhtiyaç olan her yerde resmen “Veliler Birliği ve Kötü Alışkanlıklarla Mücadele Dernekleri” gibi dernekler kurulmalıdır.

Türk tarihinden başlamak üzere, sırasıyla İslâm tarihi, medeniyet tarihi ve yakın tarih imkânlar ölçüsünde gençlerimize verilmelidir.

Birinci kuşak, geleneğindeki büyükana ve büyükbaba rolünü üslenerek tarihteki yerini mutlaka almalıdır. “Ben emekli oldum bundan sonra altı ay Türkiye’de altı ay burada yaşarım” anlayışından vazgeçilmelidir. “Ben torunlarımın başında duracak ve onlara yapabildiğim kadar eğitmenlik yapacağım, benim bundan sonraki görevim budur” anlayışıyla hareket edilmelidir.

Türkiye’yi sadece yıllık izin için ziyaret eden her bir Türkiyeli insan için bu böyledir. İnsan ömrü çok kısadır. Zaman ise çok kıymetli. Bu süre ne kadar akıllı kullanılırsa mutluluk açısından ve kimlik sahibi bir genç yetiştirme açısından o kadar faydalı olacaktır.

Türkiye’ye yapılan yatırımlar çoğu insanımıza mutluluk yerine sıkıntı getirmiştir. Mümkünse bu sıkıntılardan kurtularak buradaki neslin gelecekteki mutluluğuna katkı sağlaması için gerekli adımlar mutlaka atılmalıdır.

İmkanlar dahilinde dil problemi çözülmelidir:

-Türkçe:
Türkçe bütün kuşaklar için önümüzde duran büyük bir problemdir. Bu konuda Türk konsoloslukları ile iş birliğine girilmelidir. Dil, tarih ve din eğitimi ile ilgili gerekli olan araç ve gereçlerin temini konusunda onlardan azami derecede yardım alınmalıdır.

Dilini bilmeyen insan:
-Dinini yeterince öğrenemez
-Kültürünü öğrenemez
-Tarihini öğrenemez.

-Ülke lisanı: İçinde yaşanılan ülkenin lisanı, bir kitabı veya gazeteyi okuyup anlayabilecek derecede mutlaka öğrenilmelidir. Verilmeyen hakların alınabilmesi, savunulabilmesi, aldıktan sonra da korunulabilmesi için dil öğrenmek bir zorunluluktur.

O ülkede doğup büyüyenler ise ülke lisanını en üst seviyede konuşmalı, anlamalı ve yazmalıdır.

Geleceğimizi garanti altına almamız ve bulunduğumuz ülkelerin halklarıyla uyum içinde yaşayabilmemiz için kültürel faaliyetler, değerler korunarak artırılmalıdır. Bunun için:
-Folklor kursları
-Musiki kursları
-Resim ve elişi kursları
-Biçki dikiş ve yemek kursları
-Okul öncesi eğitim için çocuk yuvaları
-Bilgisayar kursları
-Tiyatro kursları
-Hitabet kursları açılmalıdır.

Bulunduğumuz ülkelerde iki dilli eğitim için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda çalışma yapan kuruluşlarla işbirliği içine girilmelidir.

Hem kızlar, hem de erkekler için eğitim amaçlı salonlar, lokaller açılmalıdır.

Genç kızlarımız ve genç erkeklerimiz için spor kulüpleri, satranç kulüpleri açılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

Amaçları iyi düşünülerek, değişik konularda panel, seminer, bilgi şöleni, açık oturum v.b. programlar düzenlenmelidir.

Genç kızlar ve genç erkekler eş seçiminde önceliği, yaşadıkları ülkenin gençlerine vermeleri için teşvik edilmelidirler.

Başıboş bırakılan gençlerin, hem kendilerine hem de yaşanılan ülke insanına zararları dokunacaktır. Yaşanılabilir bir toplumu oluşturmak devletiyle, milletiyle ve sivil toplum örgütleriyle elele vererek mümkün olacaktır. Tarafların birbirlerini yok farz etmeleri, ötekileştirmeleri problemleri çoğaltır azaltmaz. Trafların sadece kendi aralarında faaliyetlerde bulunmaları huzursuzluğun ana kaynağıdır ve sorumsuzluktur.

Avrupa ülkelerinde Sarrazin’lerin haklı çıkmamaları, göçmenlerin bilinçli olarak çalışmalarına bağlıdır.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.