AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDAKİ GEÇEN YILLARIM (XV-15)

ABONE OL
18:09 - 01/10/2020 18:09
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDAKİ GEÇEN YILLARIM (XV-15)
 
-‘Yeni bir İlmihal’ özlemini ayakta alkışlıyorum. Bu İlmihal Avrupa’nın şartlarını bilen yani Avrupa’yı, Avrupalı’yı, Avrupa’da yaşayan Müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi tanıyan, ön yargısız, ufku geniş uzman kişiler tarafından hazırlanmalıdır. Bu ilmihal ile, geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dînî idrak ve şuurları, Kuran’ın penceresinden hareketle geliştirilmelidir. –
 
 
Kanal 7/ İsmail Yetiş
 
Bir televizyon kanalının kurulması zarureti Erbakan Hocamız tarafından sık sık gündeme gelmeye başladı. Milli Görüş üyesi her şahıs bu televizyona en az 100 DM olmak üzere ortak olmalıydı. Hocalar ve Türkiye’den gelen siyasetçiler Farz-ı ayın bir ibadet olarak anlatıyorlardı televizyon yayıncılığını. Mevcut televizyon kanallarında Milli Görüş’ün dünya görüşü  halka ulaştırılamıyordu. Eğer televizyon kanalıyla halka ulaşılırsa en kısa zamanda Milli Görüş iktidar olacaktı. Üyeler elinde avucunda ne varsa döktüler ortaya ve Kanal 7 televizyonu kuruldu. Kurulmasına kuruldu da yetenekli televizyon yayıncılığını yapacak yetişmiş eleman yoktu. Buna rağmen başında Zekeriya Karamanın bulunduğu televizyon derme çatma programlarla yayın hayatına başladı. Maalesef televizyon programları beklentileri karşılayamadı. Yayın ve program kalitesi, sunucular, program yapımcıları, müzik programları dökülüyordu. Dolayısıyla reklam da alamıyordu. Televizyon kuruldu ama Kanal 7’nin eli cemaatın cebinden çıkmadı. Yeni aletlerin alınması lazım verin, televizyon reklam almakta zorlanıyor verin, televizyon için yer alacağız verin, uyduya çıkacağız verin…Cemaat bu ortaklıktan birşey anlamadığı gibi, mazeret muhabbetlerinden de sıkılmaya başladı.
 
Televizyon yayıncılığını benden öğrenen ve Kon-Tv’nin kurucusu ve Genel yayın yönetmeni olan İsmail Yetiş kanal 7’nin satın alma müdürlüğüne getirilmiş. Kendisi kabilyetli bir delikanlıdır ve sağlam bir Milli Görüşçüdür.
İsmail Yetiş araç-gereç satınalmak üzere Köln’e geldi. Kanal 7’ yi sorduk kendisine, o da anlattı, icra heyeti anlatılanları dikkatle dinledi. Anlatılanlar moral bozucu şeylerdi. Orada işlerin iyi gitmediğinden bahsetti İsmail. Tedbir alınması gerektiği konusunda bilhassa ısrarcı oldu. Osman Yumakoğulları gerekenin yapılacağını söyledi kendisine. Aradan birhayli zaman geçti. İsmail tekrar Köln’e geldi tedbir konusunda önceki verilen sözlerin tutulmamasından dolayı çok kızgındı. Hasta olan bir uzuvdan bahsediyordu, ancak bu uzvun tedavi edilmesi için ehliyet sahibi olanlar ona göre ilgisiz davranıyorlardı. Hastalık ilerlerse kol kesilebilirdi. Binbir güçlükle kurulan televizyon, televizyonun kurulmasında en ufak bir katkısı olmayan şımarık çocuklar tarafından yabancı ellere peşkeş çekilebilirdi.
İsmail netice almak istiyordu, somut adımların atılmasını istiyordu. Bu sefer sözlü değilde yazılı olarak şikâyette bulundu. Bir dosya hazırlamış icra heyeti üyelerine dağıttı bu dosyayı. Televizyonun ehil olmayan insanların elinde olduğundan ve yapılan yolsuzluklardan bahsediyordu dosyada, delilleri de eklenmişti. Bu dosyadan sonra kendisiyle özel olarak görüşüldü mü görüşülmedimi bilmiyorum, ama İsmail Yetiş’in kısa süre sonra görevine son verildiğini biliyorum.
 
Birara Kanal 7’ ye Avrupa temsilcisi aranıyor dediler. Ali Yüksel beni tavsiye etmiş, görüşmek için İstanbul’a çağırıldım. Zekeriya Karaman ve yanılmıyorsam Mustafa Çelik ile görüştük. Berlin’de edindiğim  8 senelik televizyon tecrübemi anlattım onlara. Yaptığım programlardan bahsettim. Avrupa’dan Kanal 7 için nasıl programlar yapabileceğimi de anlattım. Ben görüşmeden memnun olarak ayrıldım. Onlar da memnun görünüyorlardı. Gerekli görüşmeleri kendi aralarında yapıp sonuç bana bildirilecekti.  Köln’e gelince Ali Yüksel’e görüşme hakkında bilgi verdim ve beklemeye koyuldum. Yapacağım programların alt yapısını yazmaya başladım, hayallerim vardı zaten, bu vesileyle genişlemeye başladı o hayallerim tekrar. 
Bu arada araya kimler girdi ise girmiş, bir hafta sonra ilan edilen isim ben değildim. Mehmet Gürkan idi. Herşeyde bir hayır vardır derlerya evet öyle galiba… Kanal 7’ de görev alamadım, birileri engelledi ama belki de hayırlı oldu. Çünkü, ne kadar paravan şirket varsa kurdurmuşlar Mehmet Gürkan’a, Zahid Akman ile iş tutmuşlar ve  daha sonra Mehmet Gürkan, Deniz Feneri e.V yöneticisi, Beyaz Holding ortağı ve Kanal 7 INT’in yöneticisi olarak, Deniz Feneri davasında yolsuzluktan hüküm giyiverdi.
 
Milas arsaları
 
Milli Görüş teşkilatlarında yapılan yolsuzluklar oldukça fazla olmalı ki; her bölgeden ayrı bir ses geliyordu. Mesela, Milas arsaları vardır. Yavuz Çelik Karahan(Osman Yobaş) ve Abdussamed Temel’in teşvikiyle alınmış arsalar bunlar. Bilhassa Münih ve civarında yaşayan Milli Görüş üyelerine kredi çektirilerek alınmış. Kısa süre içinde hesabı bile yapılamayacak kadar yüksek kâra dönüştürülme sözü verilmiş ortaklara, verilen süreler dolunca ve çekilen kredilerin geri ödemesinde zorluklar başlayınca sesler yükselmeye başlamış. Osman Yumakoğullarının gecenin geç saatlerinde yan odadan yükselen sesi, ortakların yükselen sesleriyle birlikte daha da bir güç kazanıyor olmalıydı. O kadar ki, işin vahameti Osman hocanın şekerine tavan yaptırıyordu.
Milas arsaları icra toplantısına geldi bir gün. Abdullah Yüksel Osman Yumakoğulları’na; “Bu arsalardan çok para kazanılacak idiyse benim neden bu işten haberim yoktur, hayır netameli bir iş idiyse sizler neden bu pisliğin içine girdiniz de teşkilatı zora soktunuz?” diye sormuştu.
Netice olarak iki sene önce arsalar satılmış ve ortaklara paralar dağıtılmış, dağıtılmış dağıtılmasına da ortaklar o kadar da memnun olmamışlar bu alışverişten. Anlatılanlara göre dağıtımda adalet sağlanmamış, ortak olarak yazılmış ama para ödememiş olanlar da kârdan pay almış. Bu arada Yavuz ile 40 senelik dost olan Abdussamed Temel birbirlerine girmişler, neden girmişler, niçin girmişler o kadar net değil…
 
Mevlâna Camii’nde yolsuzluk
 
Bazı şeyler vardır ki, mide bulandırıcıdır. Yıllarınızı inandığınız bir dava uğruna mücadele ederek geçirirsiniz, sıkıntılar çekersiniz, davanız için sevdiklerinizi ihmal edersiniz birgün gelir aynı davada sizinle birlikte olduklarını sandığınız insanların ihanetine uğrarsınız, o insanın davanıza ihanetine şahit olursunuz; işte insanı kahreden bu ihanetlerdir.
 
Ganel Merkez’deyim. Abdurrahman Akgül’den bir mektup aldım. Abdurrahman Akgül Milli Görüş Berlin teşkilatma başkanıdır. Şahit oldukları bir yolsuzluktan bahsediyor maktubunda. Berlin Bölge başkanıyla çözülemeyen bir yolsuzluk bu. Konunun çözüme kavuşturulması için benden yardım talep ediyor. Yolsuzluğu yapan Yakup taşçı hocadır, suçüstü yakalanmıştır. Buna rağmen kendisine gereken ceza verilmemiştir. Abdurrahman olayı şu şekilde özetlemiş: “Berlin Mevlâna Camii yaklaşık 500 kişinin namaz kıldığı bir mekândır. Caminin hocası Yakup Taşçıdır. Zaman zaman camide para toplanır, gönüllüler ayağa kalkarak naylon torbalarla veya takkelerle safların arasında dolaşarak bu işi yaparlar. Her camide bu iş böyle yapılır. Bu çalışma camilerin giderlerini karşılamak için uygulanan yöntemlerden biridir. Görevli şahıslar toplama işini bitirince torbaları kitaplığa bırakıp namaza geçerler. Kitaplık camiye girişte hemen sağ taraftadır. Burada, kitabın yanında, tesbih, koku, misvak gibi malzemeler de satılır. Paralar kitaplıktaki kişiler tarafından namazdan sonra sayılır ve tutanağa geçirilir.
Birgün Süleyman Yılmaz’ın dikkatini çeken bir olay olur. Yakup Hoca namazdan sonra gelir ve paraları bütünlettirmek için kantine götürür. Paralar bütünletildikten sonra da tutanağa yazılır. Süleyman Yılmaz bu olaydan pirelenir.
Başka bir gün yine aynı senaryo sahnelenince; bu sefer Süleyman toplanan paraları namazdan evvel üşenmez oturup sayar, namazdan sonra Yakup hoca yine parayı alır doğru kentine gider. Paralar bütünlettirilir. Bu para tutanağa yazılır, ancak toplanan paranın yarısıdır.
 
Süleyman’ın şüpheleri artar, bu durumu şahitlendirmek ister ve teşkilatta görevli olan güvendiği kişileri çağırarak onlara durumu açar. Herkes birbirine bakar, şaşkındırlar. Çağrılanların için de ben de varım. 8 kişi hep birlikte karar verdik;  paranın toplanacağı hafta Cuma namazını Mevlana Camii’nde kılacağız. Heyette 8 kişi var: Süleyman Yılmaz, Abdurrahman Akgül, Battal Aslan, Muharrem Çınar, Bahri Özdemir, Emin Gündüz, Rasül Bayram,  Ercan Yılmaz (veya Tuncay Yılmaz).
 
Görevliler tarafından toplanan paralar torbalarla kitaplığa geldi. Paraları namazdan önce birlikte saydık ve aynı zamanda numaralarını da aldık. Yakup Hoca her zaman yaptığı gibi namazdan hemen sonra geldi ve “çocuklar verin toplanan paraları da ben kantinde bütünletip geleyim, sonra da tutanağı yazarız” dedi, aldı paraları doğru kantine.
Geriye getirdiği para, götürülen paranın yarısıydı. Hocaya bir şey söylemeden tutanak tutuldu, kantine gidilerek paraların numaraları da karşılaştırılarak tespit edildi. Hepimiz şoktayız.
Heyet olarak hep birlikte Bölge başkanı Mahmut Gül’e gittik ve şikâyette bulunduk. İmzaladığımız  tutanağı da gösterdik. Mahmut durumla ilgileneceğini söyledi, ancak telaşlanmadı, olağan üstü bir durumla karşılaşma telaşı göstermedi. Sanki önceleri olaydan haberdarmış gibi bir izlenim verdibize.
Aradan birkeç ay geçmesine rağmen ses çıkmayınca, durumdan haberdar edilmeyince, tekrar Mahmut Gül’e gittik ve olayla ilgili gelişmelerin ne durumda olduğunu sorduk. Mahmut’tan tatmin edici bir cevap alamadık, üstüne üstlük Mahmut elimizdeki tutanağı da aldı ve gözlerimizin önünde  yırttı:  ‘Siz bu işlerle uğraşmayın işinize bakın.’ dedi ve bizleri kovmaktan beter etti. İstenirse o tutanağı tekrar yazar sizlere göndeririz.”
 
Abdurahman Akgül’ün yardım istediği konunun halledilmesi oldukça zor bir iştir. Telefon açtım ve konuyla ilgileneceğimi söyledim kendisine. Konuyu Osman Yumakoğulları ve Abdullah Yüksel ile görüştüm. Onlar da şaşırdılar, ancak sadece şaşırdılar. Ciddi bir adım atıldığını sanmıyorum. Cemaate bu konu anlatılamayacağı gibi, hac zamanında da Yakup hocanın kafilede olmasının etkisi vazgeçilemez cinsten. Altın yumurtlayan tavuğun boğazının kesilmeyeceği aşikâr. Sonuç ne oldu onu bilmiyorum. Bildiğim şudur, Milli Görüş ile kafile başkanı olarak hacca gidenler kendisinden memnun olduklarından ve her sene Yakup Hoca’yla hacca gitmek isteyenlerin sayısında farkedilebilir bir artış olduğundan, Yakup Hoca’ya üstün hizmet madalyası verilecekti genel Merkez tarafından, ben mani oldum. İcraya konu getirildiğinde bu teklifin yanlış olabileceğini söyledim ve tekrar gözden geçirilmesinde fayda olacağını anlattım. O gün teklif daha sonra görüşülmek üzere ertelendi. Osman Yumakoğulları ve Abdullah Yüksel’de önceden konuya vâkıf oldukları için o madalya Yakup Hoca’ya verilmedi.
 
Yolcu namazı (seferilik)
 
Bir taraftan bölgelerin işiyle uğraşırken, bir taraftan da fetva heyetiyle tartışmalara devam ediyoruz. Bu sefer masada seferilik var. Kadın kollarını da kurunca Milli Görüş, seferilik konusu sıkıntı olmaya başladı. “Kadın bir yakını olmadan 90 km. den uzağa yalnız başına gidemez” hükmü çalışmaları zorlaştırıyordu.  Eşlerden ikisi de teşkilatta görevli değilse veya aileden ikinci bir kişi teşkilatta görevli değilse, -bu kişinin erkek olması gerekiyor-, çalışmalar aksıyor.
Bu durum hacca gitmek isteyen hanımlar için de geçerli. Ya eşinden boşanarak hacca gidecek(hülle) ya da erkek olan bir yakınıyla hacca gidecek. Hülle nikâhıyla hacca giden kadınlar, yeni eşlerinden memnunlarsa hac dönüşü boşanmıyorlar ve aile faciaları meydana gelebiliyordu. Müslümanlık ve sahtekârlık yanyana olmuyordu.
 
Kanuyu şöyle takdim ettim:
İş için, gezi için,  ziyaret için evinden çıkan kimse meşakkatli,  endişeli veya korkulu bir yolculuk yapıyorsa, seferi sayılır. Dört rekâtlı farz namazları kısaltarak iki rekât olarak kılar. „Yeryüzüne ayak bastığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız,  namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki,  küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır.„ (Nisa 101 ) İslâm bilginleri namazın kısaltılarak kılınması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:  
–  Hanefiler: Misafirin, namazı kısaltarak kılması vacibtir,   derken, 
–  Mâlikîler: Sünnet-i müekkede’dir demişler, 
–  Hanbelîler ve Şafiîler: Caizdir diye aksi hüküm belirterek, uygulamayı bireyin kendisine bırakmışlardır.  İbn.  Rüşd,  „İmam Şafiî‘den gelen en meşhur rivayet budur“ demiş ve imam Şafii’nin hükmünü onaylamıştır.( Ibn. Rüşd, Bidayetü’l- Müctehid, c. 1, s. 336)
 
Bu durumda herhangi bir sebeple evinden dışarıya adımını atan bir Müslüman, kendi konumunu kendisi belirleyecek ve -bu belirleme başkalarının kendisine vereceği psikolojik, ekonomik ve fizikî zararların tesbitidir-  kararını verecektir. Namazlarını ya kısaltarak kılacak,  ya da tam olarak kılacaktır, bu konuda birey hürdür.
 
Kanaatim o dur ki;
Günümüz şartlarında bu yolculuğa 90 kilometre diye sınır getirmek yanlıştır. Buyruk sahibi, buyruğunda, Müslümanın evinden ayrılışını zikretmiş,  peşi sıra tekrar evine gelinceye kadar başına gelebilecek tehlikeleri, tedirgin edilme olarak zikrederek dikkatleri oraya yönlendirmiş,   tedirginliği de; Müslümanın, düşmanı olan birileri tarafından rahatsız edilmesi olarak ifadeye koymuştur. Bu rahatsızlık, onur kırıcı davranışlar olabileceği gibi saldırı şeklinde de olabilir, işten çıkarma şeklinde olabilir, iş yerinde taciz edilme olabilir, yol güvenliği olabilir v.s. 
Yüce Yaratıcı devamla, ibadet süresinin İslâm düşmanlarının, Müslümanın yaşamını sona erdirecek/ zorlaştıracak kararlar almasına sebep olacak kadar uzun olmaması gerektiğini, bu durumun neticede Müslümanın tedirgin edilmesine sebep olabileceğini özellikle vurgulamaktadır.( Nisa 102)
 
Konuya bu açıdan bakarsak, günümüz şartlarında;
Büyük şehirlerde, metropollerde yaşayan insanlar tedirgin edilmektedirler, her an tehlike ile burun buruna yaşamaktadırlar. Ulaşım sorunu,  trafik sorunu, stres ve hertürlü sosyolojik ve psikolojik sorunlar, işsizlik sorunu, işten atılma korkusu, işyeri sorunları gibi hayati önem arzeden sorunlar, kilometre söz konusu edilmeden ibadet yapmak isteyen bir Müslüman için tedirginlik kapsamına alınmalı ve bu Müslüman evine dönünceye kadar namazını kısaltarak kılmalıdır. Zahirîlerin görüşü de böyledir.( Ibn. Rüşd,  Bidayetü’l-Müctehid, c.1, s.338)
Yolcu namazı ile ilgili diğer meseleler:
Yolcu,   yolcu olmayana, mukim de yolcuya imamlık yapabilir. İmam misafirse iki rekâtta selam verir/ şart da değildir: Çünkü bu seçimi imam olan o kişi yapacaktır. Yolcu ( misafir) olmayan cemaat namazlarını dört rekâta tamamlar. Eğer cemaat yolcu da imam mukim ise, imamla birlikte selam verir. Ancak bu durumda da cemaat yine seçme hakkına sahiptir.
Kadınlar için yolculuğa gelince:
Kadınların mahremleri yanlarında olmadan 90 kilometreye kadar olan yolculuğu yapabileceklerini, fazlasını yapamayacaklarını biliriz, ama niçin 91. kilometreyi gidemez diye çoğukez sormayız. Oysa kadınlarla ilgili yolculuk hükümleri tamamen yol emniyetiyle ilgilidir. Yol güvenliği varsa kadın istediği kilometreyi tek başına gidebilir. Zamanımızda yolculuğu kilometreyle izah etmek yanlış olur. Uçakla yapılan yolculuklar kilometreyle sınırlandırılamayacağı gibi, güvenlik açısından da sanırım tartışılamaz.
Konuyla ilgili Peygamber buyrukları şöyledir:  
1. „Allah’a, Âhiret Günü‘ne inanan hiç bir kadına mahremsiz olarak bir gün bir gece yolculuğa çıkması helal olmaz.„( Buharî, Taksîru’s-Salât 4, Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 29, no. 2194)
2. „Kadın,  yanında kocası veya mahremi olmadan iki gün sürecek yolculuğa çıkmasın.„( Kütüb-i Sitte,  c. 8,  s. 29)
3. „Kadın yanında mahremi bulunmadan üç gün sürecek yolculuğa çıkmasın.„( a. g. e c. 8, s. 29, ayrıca bkz. Ebû Davut, ilgili bölüm.)
 
Yukardaki hadislerde güvenlik arttıkça zamanın uzadığını görmekteyiz. Öyleyse kadınların yoculuğunda yasağı getiren, mesafenin uzaklığı değil,  yol güvenliğidir. Oysa aynı güvenlik erkek için de geçerlidir.
Kaldı ki; Şafiiler‘e ve Hanbeliler’e göre, erkek karısının farz olan hacca gitmesine mani olamaz. Çünkü hac farzdır, kocası izin vermese de kadın,   Hacc‘a gider.( a. g. e. ,  s. 32)
Farz olan Hacc‘a izinsiz gidebilen kadın,   herhalde haccın üzerinde bir farz olan cihad ve rızık içinde 91. Kilometreyi haydi haydi gidebilir. Âl-i Imran 97’de konuya açıklık getirilmektedir: „Orada apaçık ayetler ve İbrahim Makamı vardır.  Kim oraya giderse o güvenliktedir. O na bir yol bulup güç yetirenlerin Evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşku yok, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır. „   
 
Âyette geçen güç yetirmek ne anlama gelir, mezhepler bu konuda neler demişlerdir:
 
a-  Hanefiler güç yetirmeyi üçe ayırmışlar: Sağlıklı bir beden/ Yeterli mal / Yol ve mekan güvenliği
b- Malikîler: Güç, bedenin dayanıklılığı / Mal ve keyfiyet yeterliliği /Günün şartlarına göre güvenlik
c- Şafiîler:  Sağlıklı bir beden / Yeterli mal /Uygun binek
d- Hanbelîler: Kudret, dayanıklı bir beden / Yeteri kadar, yiyecek-içecek / Binek 
 
Sonuç:
Mezheplerin kadınların yolculuğu ile ilgili yasaklama kararları, görüldüğü gibi mesafe ile ilgili değil,  güvenlik  ile ilgilidir.
 
Genel Merkez’den ayrıldıktan sonra Berlin’e geldim tekrar, çocuklarım Berlin’deydi. Yavuz Çelik Karahan(Osman Yobaş) Genel başkan. Mahmut Gül Yavuz’un selamını getirdi ve ‘Genel Merkez’in yeniden yapılanması için bir çalışma yapmanı istiyor, yapabilir misin?’ Dedi. Kendisi telefon açıp bana söyleyebilirdi, ama olsun, teşkilat için bunu da yaparım dedim ve başladım çalışmaya. Bitirince de mahmut Gül’e teslim ettim. O çalışma aynen şöyledir:
 
YENİDEN YAPILANMA/ TEMMUZ 2003
(Motivasyon çalışmaları)
 
Giriş
 
Teşkilatın yeniden yapılanması‘ gibi fevkalade önemli bir konuda benim de görüşlerimin alınması için gösterdiğiniz nezaketten ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.
Müsade ederseniz tekliflerimi üç anabaşlık altında görüş belirterek sunmak istiyorum.
 
1- Geçmişteki denemeler
 
Yeniden yapılanma çok ciddi şekilde üzerinde durulması gereken ve teşkilatımız açısından önem arzeden hayati bir konudur. Bu zamana kadar hakkıyla uygulamaya konulamayan bu husustaki belli teşebbüslerin, niyet ve nitelik yoksunluğundan dolayı maraz ve noksan uygulamalarla bir türlü rayına oturamaması, hastalığı kronikleştirmiştir. Bunun bertaraf edilebilmesi için ‘Teşkilatın yeniden yapılanması‘ gereklidir. (Osman Yumakoğulları zamanında masaya yatırıldı, Ali Yüksel’in genel başkanlığında rötuşlanarak kısmi olarak uygulamaya konuldu, Mehmet Erbakan’ın genel başkanlığında ciddi şekilde ele alındı ve bugün yine yeniden yapılanma baş meselemiz olmaya devam etmektedir.).
 
2- Yeniden yapılanmadan ne kastediliyor?
 
Burada kastedilen yapısal değişiklik midir, düşünce planında yapılması gereken, öze yönelik değişiklik midir, yoksa her iki alanda da yapılacak olan köklü bir değişiklik midir? Tam olarak niyet anlaşılamamaktadır. Bana göre her iki konuda da yeniden yapılanma gereklidir. Çünkü, her kurumsal faaliyet zaman, şartlar ve taleplerin gereği olarak, kendini işlev ve içerik olarak her konuda yenilemek mecburiyetindedir. Aksi halde gerek içinde barındırdığı kitleden, gerekse dışında muhatap olduğu kitleden uzaklaşmak ve kopmak durumunda kalacaktır (Demode olacaktır).
Doğal olarak teşkilatın da hem söylem, hem de kurumsal organizasyon olarak durumunu köklü bir şekilde gözden geçirip, yeni bir yapılanmaya gitmesi elzemdir. Bu vesileyle, böyle bir tartışmayı başlatan, sorumluluk taşıyan, cesur yöneticilerimizi kutluyorum.
 
3- IGMG için yeniden yapılanma gerekli midir?
 
Yeniden yapılanmaya her açıdan ihtiyaç vardır. Ancak bu ihtiyacı giderecek potansiyeli ciddi bir şekilde gözden geçirmek gerekir: Çünkü yeniden yapılanmanın bedeli vardır, yeniden yapılanmanın şartları ağırdır, yeniden yapılanma fedakârlık ister, yeniden yapılanma ehliyet ister, yeniden yapılanma zamana ve şartlara göre tecdidler ister.
İlk önce IGMG’nin bugünkü haliyle yeniden yapılanmayı ne denli gerçekleştirebileğine bakmak gerekir. Bu konudaki samimiyet acımasızca sorgulanmalıdır. Daha sonra, mümkün olduğu kadar ön yargılardan uzak, yeterli birikime ve analiz gücüne sahip kişilerin öncülüğünde, tabanın sesini de dinleyerek, mevcut kaynaklar tesbit edilerek, teşkilatın manevra ve icra kabiliyetine göre konu masaya yatırılmalıdır.
Yeniden yapılanma sürecinde bazı, bulundukları makamları kendine ait ve kurumu kendisiyle özdeşleşmiş gören kişilerin, bu süreçten rahatsız olup, makam, mevki ve menfaat telaşıyla ciddi sorunlar ve engeller çıkarabileceği gözardı edilmemelidir. Bu kişilerin, kendi menfaatlerini, teşkilat menfaati gibi takdim etmeleri her zaman mümkündür.
Bütün bu açıklamalardan sonra yapılmak istenen çalışmaların, yeniden yapılanma çalışması değil de motivasyon çalışması olduğu gerçeğinden hareket ederek, tekliflerimi, yeniden yapılanmaya geçiş olabilir düşüncesiyle elimdeki örneğe de sadık kalarak, şu şekilde sıralamam mümkündür.
Ancak pansuman tedbirlerle istenilen ölçüde bir yapılanmanın olamayacağını, hatta motivasyonun bile kazanılamayacağını, çeşitli ıslahatlarla varlığını sürdürmeye çalışan Osmanlı’nın sonucuna bakarak anlamak mümkün olabilecektir.
 
YENİDEN YAPILANMA
 
1-Yapısal değişiklikler
 
-Teşkilat saydamlığı esas alınmalı.
Teşkilat saydamlığı esas alınmalıdır. Şimdiye kadar çekilen sıkıntıların temelinde takiyeci bir mantık yatmaktadır. Bu da içinde yaşdığımız topluma verdiğimiz güveni (yapılan bütün olumu icraatlara rağmen) zedelemektedir. Bundan dolayı teşkiatımızı temsil eden şahısların içeride söyledikleri ve yaptıklarıyla dışarıda söyledikleri ve yaptıkları uyum içerisinde olmalıdır ki beklenilen güven oluşabilsin.
Kamuda güven ortamının oluşturulabilmesi de teşkilatın genel başkanı dâhil bütün yöneticileri atamayla değil seçimle işbaşına gelmelidir. Cemaat atanan başkandan daha ziyade kendi seçtiği başkanla çalışmak ister.
Genel Başkan ve dernek başkanları en fazla dört sene süreyle icra heyetlerinin başında kalabilirler. (Bu süreler şartlara göre kısaltılabilir.)
 
-Katılımcı şura prensibinin karar alma mekanizmasında esas alınması.
Katılımcı şura prensibi doğru bir ifadedir. Sorun bu anlayışın doğru olarak uygulamaya konulmamasında yatmaktadır. Bu prensip, esas alınmanın da ötesinde bütün işleviyle birlikte titizlikle uygulanmalıdır, yani şurada istişare heyetine rağmen karar almamalıdır. Peygamber Efendimiz’in ”Ümmetm yanlışta ittifak etmez” buyruğu dikkate alınmalıdır. Sahibimiz’in de “Aklınızı calıstırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım“( Yunus 100) buyruğu, şurada tüm boyutlarıyla geçerli olmalıdır.
 
-Genel Merkez, Bölge ve Şube ilşkisinin belirlenmesi
Genel Merkez ve Şube ilişkilerinde bulunulan ülkelerin hukuku çerçevesinde federatif bir yapı esas alınmalıdır. Yani her bölge ve şube özerklik haklarını korumalıdır. Ve Genel Merkez’le olan münasebetler bu yapı çerçevesinde özenle sürdürülmelidir.
 
-Yukarıdan aşağıya aynı isim altında kamu oyuna çıkılması.
Bu şekildeki bir yapılanma gereksizdir ve İslâmi kurallara uygun değildir. Adil Düzen anlayışında da ifade edildiği gibi İslâm yerinden yönetimi esas alır ve güdümlü idareye karşı tavır koyar. Doğru olan da budur. Buradan hareketle her kuruluşumuzun kendi tüzüğüyle ve adıyla varlığını sürdürmesi icap eder.
Öte yandan IGMG her bölgede federasyon olarak resmen kurulmalı ve faaliyet alanları farklı olan yerel kuruluşlar da çatı organizasyonu olan IGMG’yi üye olarak desteklemelidirler. Bölge federasyonları bulunulan ülke çapında konfederasyonlarını oluşturmalıdırlar. Eyalet ve ülke hukuku bu oluşumda belirleyici olmalıdır.
Böylece yerel kuruluşların faaliyetleri Federasyonu olumsuz olarak etkilemeyecektir. Gerekli görüldüğü takdirde IGMG nin dünya görüşüne muhalefet eden veya faaliyetleriyle IGMG’yi zor durumda bırakacak dernekler rahatlıkla Federasyon bünyesinden çıkarılabilirler.
 
Kadın, Gençlik ve diğer kuruluşlar
Kadın, Gençlik ve diğer kuruluşlar da çeşitli isimler altında dernekleştirilerek kendi Federasyonlarını oluşturmaları ve Konfederasyona federasyon olarak üye olmaları, ancak kendi faaliyet alanlarında serbest bırakılmaları sağlanmalıdır. Çatı organizasyonuna bağlılıkları resmi üyelik şeklinde olmalıdır. Federasyon ayda bir olmak üzere üye derneklerle tolantılar yaparak faaliyetlerle ilgili bilgiler almalı ve yeni stratejiler belirlemelidir. Bu toplantılar kamuya açık olarak yapılmalıdır. Stratejilerin belirleneceği toplantılar istisna tutulabilir.
Spor kulüpleri, veli dernekleri v.b. kuruluşlarda aynı prensiplerle çalışmalıdırlar.
 
2- Eğitimde yeniden yapılanma
 
-Temel esasların kitaplaştırılması.
Teşkilatın el kitabı olarak böyle bir çalışmanın yapılması fekalade faydalı olacaktır. Ancak muhtevanın akademik bir süzgeçten geçirlerek kitap haline getirilmesi neticesinde daha faydalı sonuçlar elde edilebilinir. Bu kitapçık içide yaşanılan toplumun yapısına ters düşmemelidir.
 
-Destek verilen eğitim kurumlarının değerlendirilmesi
Eğitim kurumları, dernekleşerek ve de özelleştirilerek federasyon içerisinde yerlerini almalıdırlar. Yaptığı faaliyetlerin getirisiyle ayakta durabilenler durmalı, duramayanlar belirli zaman dilimi içerisinde yapılabiliyorsa sübvanse edilmeli, yapılamıyorsa elden çıkarılmalıdırlar.
Müfredat programları bulunulan ülkenin şartları göz önünde bulundurularak ehillerince modern çağın eğitim metodlarından faydalanılarak hazırlanmalıdır.
Ders kitapların (Temel Bilgiler) IGMG mührüyle eğitim kurumlarında okutulması faydalı olur. Diğer sahalarda (Tarih, Türkçe, Ehli Kitap medeniyetini tanıtan ve entegrasyon amaçlı kitaplar) uzmanlarınca hazırlanacak veya başka yollarla tedarik edilebilecek yardımcı kitaplar da, faydalanılabilecek kitaplar olarak eğitim kurumlarına tavsiye edilmelidir. Öğretmenler çalışmalarında kaynak arama derdine düşmeden bu kitaplardan azami derecede yararlanabilmelidirler. Tabii ki derslerde bu kitapların dışında başka kitaplardan faydalanılamaz gibi bir şart, eğitimde kısırlaşmanın yolunu açar.
 
-IGMG yaygın ve örgün eğitime ağırlık vermelidir
Eğitim kurumları da kendilerini yaygın ve örgün eğitime göre programlamalıdır. Örgün eğitimler hafta sonunda, yaygın eğitim hafta içinde yapılmalıdır, böylece yaygın eğitim için gerekli zaman ve zemin oluşturulmuş olacağı gibi, eğitimci sıkıntısı da çekilmeyecektir.
Bu şekildeki bir eğitim organizasyonu ile cemaat birebir eğitime tabi tutulacağı için, başka cephelere kaymalar asgariye indirilmiş olacaktır. Hafta içerisinde camilerde yapılacak Nachhilfe kurslarıyla da çocuklar için cami faydalı hale geleceğinen, cami zorla gidilen bir yer olmaktan çıkacak ve cazibe merkezi haline gelecektir. Din eğitimi de hafta sonlarına kaydırılarak uygun ortamlarda belirli bir disiplin içerisinde günde üç ders saati olmak şartıyla toplam altı ders saati olarak verilmelidir. Böylece öğrenciler arasında yaş ve seviye tespiti yaparak cami eğitimi daha faydalı hale getirilmiş olacaktır.
 
-İnternet ve radyonun eğitim amaçlı olarak kullanılması
Gereklidir, ancak pahalı bir çalışma olur. IGMG’ye gönül veren insanlar arasındaki yorum uyumunu sağlayacağı için profesyonel ciddi bir dergi hem kendi mensuplarımız hemde dışımızdaki kamunun istifadesine sunulabilir. IGMG ayrıca, faaliyetlerini tanıtabileceği mevcut bültenden (bülten mi dergi mi ne olduğu belli değil) biraz daha kapsamlı bir aylık bülten de çıkarmalıdır.
İnternet, radyo ve televizyon gibi araçlarla da eğitim hizmetleri sunulabilir. Sözkonusu araçlara sahip değilsek bile bu araçlara sahip kişi ve kurumlarla menfaat birliği kurulabilir.
 
-Yeni İlmihal çalışması
‘Yeni bir İlmihal’ özlemini ayakta alkışlıyorum. Geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dini idrak ve şuurları, Kuran’ın penceresinden hareketle geliştirilmeli, insanlarımız içinde yaşadıkları toplumda aydın bir Müslüman kimliğiyle yaşayabilecekleri şekildeki özelliklerle donatılmalıdır.
Bu İlmihal Avrupa’nın şartlarını bilen yani Avrupa’yı, Avrupalı’yı, Avrupa’da yaşayan Müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi tanıyan, ön yargısız, ufku geniş uzman kişiler tarafından hazırlanmalıdır.
Bu İlmihal „Ehl-i Kitap çoğunluk içerisinde azınlık olarak bulunan Müslümanlar İslâm’ı nasıl yaşamalıdırlar?“ sorusunun her konuda rahatlatıcı cevabını içeren bir ilmihal olmalıdır: Yani Müslümanların işlerini zorlaştıran değil kolaylaştıran, onların ellerinden tutan bir ilmihal olmalıdır.
Ancak bu ilmihal IGMG adına çıkarılmamalıdır. İlimihal bir kurumun, bir şahsın, bir devletin ilmihali olur ise ümmet arasında kapsayıcı olamayacağından sakıncalıdır.
 
-Burs Yönetmeliği
Burs, IGMG’nin bilhassa Avrupa’da üzerinde hassasiyetle durması gereken bir çalışma alanı olmalıdır. Kadro elamanlarını yetiştiremeyen bir hareket başarısızlığa mahkûmdur. Hasbelkader ilköğretim okullarından mezun olmuş veya sonradan meslek yapmış, imkânları ölçüsünde IGMG içerisinde hizmete devam eden gönüllü ordularıyla, hareket uzun vadede hizmetlerine devam edemez.
Üniversitelerde okuyan öğrenciler geçinebilecekleri kadar burs verilerek mutlaka desteklenmelidirler. Burs verilecek öğrencilerde aranacak vasıflar elbette olacaktır, ancak bu vasıflar dar bir çerçeve içerisine sıkıştırılan üç beş maddelik cemaat mensubiyetiyle ilgili vasıflar olmamalıdır. 
Bursları Genel Merkez veya Bölgeler değil, şubeler vermelidir. Böylece şubelerin bünyesinde vasıflı elamanların sayısı artacak ve cemaat kime ne veriyorsa onu bilecek ve hergün gözünün önünde görecek, şubelerdeki sorumluluk bilinci artacaktır. Özet olarak şubeler arası hayırda yarış teşvik edilmiş olacaktır.
 
-Eleman yetiştirmek  
Teşkilatın, teşkilata elaman yetiştirmek gibi bir lüksü olmamalıdır. Vasıflı insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalıdır. Yetişen vasıflı elemanlar içerisinden doğal seyrinde ihtiyaç duyulan birim ve konularda eleman seçmek daha kolay ve mantıklı olacaktır.
Seçilen bu elemanların teşkilat amacı doğrultusunda bilgilendirilecekleri ve belirli becerileri elde edebilecekleri enstitüler açılarak istenilen vasıflarla donanmış personel elde edilebilir. Eleman yetiştirmek için yukarıdaki metodun tercih edilmesinin sebebi şudur: Teşkilat için yetiştirilen insan çoğunlukla teşkilat varlığını sürdürdüğü müddetçe var olabilmekte aksi sözkonusu olduğunda ise yokolabilmektedir. Hâlbuki biz yetiştirdiğimiz insanların vasıflı olmasına özen gösterirsek, sözkonusu şahıs bırakın kaybolmayı hiç teşkilatımızın olmadığı yerde bile çalışmalar başlatıp yeni bir şube kurabilir.
 
3- İrşad ve Tanıtma faaliyetlerinin reorganizasyonu
 
İrşad faaliyetlerinde ifade ve davranış birliğinden söz etmek fevkalade yanlış bir yaklaşımdır. İnanç ve düşünce hürriyetinden, düşüncesini ifade edebilme hürriyetinden her fırsatta bahsetmeyi sünneti haline getiren bir teşkilatın ‘ifade ve davranış birliği’ nden bahsetmesi abesle iştigal olur. Bu anlayış kişilerin kabiliyetlerini törpülemek anlamı taşır. Tebliğ ve İrşad denilince İslâm’ın tebliği, insanların irşadı akla gelir. Bu konuda Sahibimiz’in mihmandarlığı tebliğciler için yeterlidir.
Ne yaptığını bilen donanımlı, faaliyet yapacağı alana göre şuurlandırılmış tebliğ ve beyan edici elamanlar yetiştirmek gerekir. Bu elemanlar kendiliklerinden ifade ve davranış birliği içerisinde olacaklardır. Bundan ötesi propagandist yetiştirmek, çığırtkan yetiştirmek olur. Bu tür elemana gerek yoktur: Çünkü bu elamanlar cemaat fanatizmiyle hareket ederler. Gayesi İslâm olan teşkilatların böyle ucuz kahramanlara ihtiyacı olmaz.
Burada kastedilen teşkilat prensiplerinin anlatılması ise, o görevi yapacak propagandistler ihtiyaca göre yetiştirilebilr.
 
-İrşad derslerinin, hassaten nafile ibadet ve zikir programlarının teşvik edilmesi.
Sistemlere alternatif bir yapılanmanın özlemiyle çalışan bir teşkilat, önüne hedef olarak irşad faliyetlerini ve nafile ibadetleri koyuyorsa, orada ruhbanlığa doğru bir kayma vardır. Sistemlerin değil tarikatların alternatifi olmak gibi bir anlayışın varabileceği sonuçtur bu.
Genel İslâm eğitiminde zaten nafile ibadetlerin yeri bellidir. Merkezi idarenin nafile ibadetlere müdahil olması insanları teşkilat amacının dışına taşımak olacaktır.
‘Cihad gibi ulvi bir davası olan insanların başka şeyleri yapmaya zamanı kalmaz’
 
Yeniden yapılanmanın hedefinde problem çözmek olmalıdır beyin yıkamak olmamalıdır. „Hedef kitlenin derdi nedir, bizler bu insanların ellerinden nasıl tutar da onlara yardımcı olabiliriz?“ diye bir düşüncenin geliştirilmesi, planlanması gerekmektedir. Bu durum gözden kaçırılmamalıdır. Aksi takdirde insanların Milli Görüşçü olmaları için sebep olmaz.
 
-İmamların eğitiminin gözden geçirilmesi
IGMG’nin çatısı altında hizmet veren din görevlilerinin ilk önce insan olmalarından doğan hakları kendilerine verilmelidir. İkinci olarak imam olmalarından ötürü gerekli olan saygı ve hürmet kendilerinden esirgenmemelidir. En az bilgili olan imam bile,- madem onun arkasında namaz kılıyor ona tabi oluyoruz- hürmete layık büyüğümüz, önderimiz olarak baş tacı edilmelidir, tahsildar ve garson olarak kullanılmamalıdır. Ulema ve Umera sıralamasında birinci sırada olmalıdır. Başkana ve idare heyetine veya cemaatın önde gelenlerine yağ çekmek mecburiyetinde bırakılan imamın ne kendisine ne de başkasına faydası olur.
Donanım konusuna gelince; imamlara  ilk önce ülke lisanını öğrenme konusunda yardımcı olunmalı, teşkilat imkanları lisan öğrenimi için seferber edilmelidir. Lisan öğenimine parelel olarak hutbeler en azından iki lisanda okunmalıdır. Alt yapısı olan gençler imkânlar zorlanarak yukarda sözünü ettiğim enstitülerde belirli periyodlarla ehil kişilerin gözetiminde eğitime tabi tutularak ihtiyaç duyulan imamlar yetiştirilmelidir.
 
-Dik’in yeniden tanzimi
DİK, IGMG’nin bölge federasyonları içerisinde ve konfederasyon bünyesinde kurumlaştırılmalıdır. DİK üyeleri atama usulüyle değil ehilerince seçim usulüyle işbaşına getirilmelidir. Her bölge kendi problemini kendisi çözmelidir. Konfederasyon içerisinde kurumlaşan DİK ise, bölgelerde çözülemeyen konularda araştırma yapabilecek bir üst kurul olmalıdır. Ancak her iki kurulun fetvaları da bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde olmalıdır. Ve aynı şekide başka konularda da DİK benzeri kurullar oluşturularak en azından hedef kitlenin günlük problemlerine neşter vurulmalıdır. Yani sadece dini alanda değil bunun yanısıra sosyal, kültürel ve hukuki alanlarda da benzeri kurullar oluşturulmalıdır.
 
-Türkçe ve Türkçe olmayan tanıtma çalışmaları…
Türkçe ve ülke dillerinde yapılmış olan basılı ve sesli yayınlar derlenerek ihtiyaca uygun olanlarının üyelere servisi yapılabilir. Ancak bu pahalı bir çalışmadır. Teşkilat bu çalışmaların hakkından gelebilecek midir? Bilemem. Bence bu konularda çalışma yapan kurumlara siparişler verilerek daha ucuz ve daha az emekle bu ihtiyaç karşılanabilir. Teşkilat iş yapmak yerine işi organize edip, plan ve programını yapıp uzmanlarına havale etme yolunu seçmelidir. Yani özel teşebbüslerle işbirliğine gitmelidir. Ancak teşkilat bu işleri takip edecek kurul ve kurullar oluşturabilir. Bu kurullar dernek ve şirket statüsünde hizmet verebilir. Dolayısıyla Genel Merkez’deki personel fazlalığı da giderilmiş olur.
 
-Müslim ve Gayri Müslim Göçmen kuruluşlarla işbirliği..
Bu tür faaliyetler uzman eleman işidir, nitelikli eleman ister, cemaat fanatizminden uzak olmayı gerektirir, özveri ister. Diyalog hep bana düşüncesiyle kurulmaz, biraz sana biraz da bana anlayışıyla kurulur.
İstenen çalışma böyle bir çalışma olacaksa hemen işe koyulmalıdır. Hele 11 Eylül’den sonra, IGMG’nin, dışında olup bitenlere bigâne kalarak cazibe merkezi olması mümkün değildir.
Dini cemaatlarla olan ilişkiler de aynı şekilde cemaat fanatizminden uzaklaşarak kurulabilir.
IGMG öncelikli olarak Ehl-i Kitap’la olan ilişkisini Kura’n ve Sünnet çizgisine oturtmalıdır. Günümüzde dünyadan başka bir hayatı gerçek kabul etmeyen modern insanlara nispetle Ehl-i Kitab’ın bize yakın olan inançlarını dikkate alıp onlarla olan hukukumuzu bu temelde oluşturmamız gerekir.
 
-Camilerimize yeni şekiller kazandırılmalıdır
„Camilere yeni şekiller kazandırılmalıdır“, Bu ifade ile ne denilmek istendiğini anlayamadım. Camiler sünnete uygun olarak tanzim edilmelidir deniyorsa, bu düşünceye katılmamak mümkün değildir. Camilerimizin spor salonu, konferans salonu görüntüsünden çıkarılıp, içerisine giren insanlarımızın manevi bir atmosfere bürünebilmelerini sağlayacak ortam oluşturulmalıdır. Böylece İslâm medeniyetinin merkezini teşkil eden camiler Avrupa’da da işlerlik kazanabilir.
Kastedilen estetik ise, temizlik ise elbette bu düşünceye de katılmamak mümkün değildir. Çorap kokusundan, tuvalet kokusundan dolayı huşu içerisinde ibadet yapılamayan camilerimiz var. Bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için her bölgede bir murakıb heyeti kurulabilir.
Kastedilen yeni, asli mimarisina uygun cami yapımı ise, külliye yapımı ise, elbette gönül onu da ister, ancak bu imkân meselesidir. Genel Merkez’in imkânları varsa niçin olmasın.
Bu konularda, bölgeler kendi yerel yönetimleriyle ilişkiye girebilirler. Samimiyet ve güven içerisinde yapılan iyi niyetli çalışmalarla sorun çözülecektir.
Ancak kimlik gizlemekle, „Ben ondan değilim de“, „İşte karşılıklı menfaat birlikteliğimiz var da“, „Aslında o tukaka da ben daha iyiyim“ gibi, çelişkili tutarsız ifadelerle o güven ortamı oluşturulamaz. Oluşturuluyor gibi görünse bile bir gün ipler kopuverir
 
4- Mali durum
 
-Genel Merkez üyeliği
Federasyon ve konfederasyon tipi bir yapılanmada Genel Merkez’e şahıslar değil, cemiyetler üye olacağından hukuki olarak zaten aidat alma hakkı doğmaktadır. Tek tek şahısların üye yapılması için çalışmalar yapmaya gerek kalmayacaktır.
Mensubiyet şuuru çalışmalarını samimiyetle yürüten ve hedeflerini gerçekleştirmek için gayret gösteren teşkilatlarda doğal olarak gelişecektir. Eğer gelişmiyorsa hatayı mensuplarda değil, ortaya koyduğumuz çalışmaların yukarıdaki ilkelere ne derece sadık olup olmadığında aramamız gerekir. Burada belirleyici olan güven unsurudur.
 
-Hizmet alanlarına uygun yatırım
Hac hizmetlerimizin daha güzel yürütülebilmesi için yeni yapılanmaya uygun olarak konfederasyon seviyesinde şirket kurulmalıdır. Bu hizmetlerden elde edilen gelirler en küçük birimlerimize (şube) ulaşacak şekilde ve hizmetler katılım oranı dikkate alınarak adalet gözetilerek dağıtılmalıdır. Hac görevlileri hep aynı şahıslar değil, teşkilatta görev yapan herkesin dönüşümlü olarak görev yapabilecekleri şekilde organize edilmelidir.
Kurban hizmetleri dedikoduya meydan vermeyecek şekilde organize edilmelidir. Kurban kesilecek ülkelerdeki fiyatlar baz alınarak ilan edilmelidir. Tek fiyat uygulaması cemaat arasında hoşnutsuzluklara sebep olmaktadır. Kurban parası yerinde dağıtılmak üzere görevlendirilecek kişilere teslim edilmelidir. Bu yolla teşkilatların gönderdiği kişilerin art niyetli karalamalardan uzak tutulması sağlanmış olacaktır. Diğer hizmet alanlarında da aynı hassasiyet gösterilmelidir.
 
Tasarruf Tedbirleri: Milletimizin zor şartlarda kazandıkları paraları teşkilatımızın hizmetine sunması her türlü takdirin üstündedir. Teşkilatımızın da bu özveriyi gözönünde bulundurması otomatik olarak bizlerin tasarruflu harcamalar yapmamızı sağlayacaktır.
 
Rüştü Kam

 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.