AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA(AMGT) GEÇEN YILLARIM (I)

ABONE OL
18:09 - 01/10/2020 18:09
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA(AMGT) GEÇEN YILLARIM (I)

-Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde/ Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde-

Gurbete Yolculuk

Çiğli Havaalanı’ndayım. İçim sızlıyor. Sevdiklerim arkada kaldı, yalnızım. Eşim ve çocuklarımdan ayrılmak çok zor. Ayağım geriye geriye gidiyor. Üç günlük bu fani dünyada sevdiklerimden ayrı yaşamak da neyin nesidir böyle.  Zülfikar’ım daha 9 yaşında. Hureyre’m ise 4, Gidip gelmemek, gelip de görmemek var. Dilini, dinini bilmediğim kültürüne coğrafyasına yabancı olduğum bir ülkeye gidiyorum. Avusturya’ya. 

Pencere kenarında oturuyorum. Uçak pamuk balyaları gibi öbek öbek olmuş o bembeyaz bulutların üzerinden kuşlar gibi süzülüyor, sanki uçak gitmiyor, olduğu yerde duruyor gibi. Her taraf pamuk köpüğü gibi bembeyaz. Hayallere daldım. Çocukluğumu hatırladım birden. Bir dağ köyünde doğmuşum. Çam ağaçlarının hışırtısı, Ağustos böceklerinin cır cır sesleri ninnim oldu. Keçi çobanlığı yaptım. Çocukluğumu yaşayamadım, mutlu geçen bir günüm olmadı, babamın bana oğlum dediğini hiç duymadım. Anamın güler yüzü ve yaslandığım göğsü ısıttı hep beni. Çok ağladım, çok az güldüm.

Ayağımda çarık sırtımda aba, o dağ senin bu dağ benim koştum durdum keçilerin ardından. İlkokul yıllarım arkadaşlarımla buluşabildiğim güzel yıllardı; Ekrem Çetinkaya ile başladım alfabeyi sökmeye. Hiç evlenmemiş, nereli olduğunu da öğrenemedik. Yaz kış köyümüzden ayrılmazdı. Neşeli bir öğretmendi, şişmanca, giyimine dikkat eden birisiydi. Daha sonraki yıllarımda İsmail Devşir öğretmenim oldu. 80 kişi bir sınıfta okuyorduk. Birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar bütün sınıflar aynı odada ders yapıyorduk. Kışın o kocaman sınıf bir tek odun sobasıyla ısınıyordu. Tenekeden yapılmış bir soba… Teneffüslerde herkes sobanın etrafına toparlanırdı ısınmak için…

Tedrisat tam gündü. Öğle yemeğini okulda yerdik. Eve gidip gelmek mümkün değildi. En az 30 dakika gidiş 30 dakika geliş. Daha uzak yerlerden gelenler de vardı. Annem çantama bir şeyler koyardı. Okulda süt tozundan yapılmış süt de veriyorlardı. O bir bardak süt, içimizi ısıtıyordu. Sonradan öğrendiğime göre Marshall yardımı olarak geliyormuş bu süt tozları Türkiye’ye. Amerikan yardımıymış… Yemekten sonra voleybol oynardık. Bazıları futbol bazıları da yakar top. Kızlar da sobe.

Bir de baktım ki beş yıl geçivermiş.  İlkokuldan sonra Kur’an okumak için Suçatı Köyü’ne götürdü babam. Böylece gurbete ilk adımımı atmış oldum. Ömer Arısoy Hoca’nın talebesiydim. İşinin ehli ve fedakâr bir hocaydı. Üzerimde emeği çoktur. Aslında evden uzaklaştığıma çok sevinmiştim. Fatma teyzemin yanında kalacaktım. Ancak anamın hasretine nasıl dayanacaktım, burnumda tütüyordu. Yaya yürüyüşüyle 4 saatlik bir mesafe var aramızda. Geceleri anamın kucağında uyumaya alıştığım için, ilk günlerim çok zor geçti. Sesimi kimse duymasın diye yatağa girince gizli gizli ağlıyordum. Yine de teyzem anlıyordu ağladığımı, teselli ediyordu beni, bazen kucağına alıp okşuyordu. Canım teyzem… 

2 senem geçti Suçatı Köyü’nde. Üçüncü sene babam beni Çameli’de başka bir Kur’an Kursu’na verdi. İhtisaslaşmak için gittim oraya. Arapça öğrenecek ve hafızlık yapacaktım. Artık eve hafta sonlarında bile gidemiyordum. Eve ulaşmak için yaklaşık 6 saat yürümem gerekiyordu. Zaman zaman köylerin içinden de geçiyordum ama beni korkutan o geçit vermez dağlardı. Karda kışta tek başıma aşamazdım dağları, bu mümkün değildi. Rahmetli ağabeyim ortaokulda okuyordu ve beraberce aynı evde kalıyorduk, yalnızlık çekmiyordum. Sütkardeşim Saliha ve Mehmet Genç de bizimle beraber kalıyorlardı, Ölüce Durmuş’unun evinde. Karı koca onlar da bizi evlatları gibi severlerdi.

Ben zaman zaman Merkez Camii’nde müezzinlik yapıyordum. Cemaat beni çok severdi. İnsanlar tarafından sevilmek, takdir edilmek ne kadar da güzel bir duyguymuş meğer. Mutluydum. Müftü Mustafa Aksoy’un dikkatini de çekmeyi başarmışım bu arada. Bir Cuma günü beni aldı Müftülüğe götürdü, çay içirdi, hal hatır sordu, ailemi, maddi durumumuzu, babamın ne iş yaptığını, kaç kardeş olduğumuzu tek tek sordu bana. Sorularını cevaplandırdım. Sohbetin sonunda babamla görüşmek istediğini söyledi. İlçede her hafta Cuma günü Pazar kuruluyordu ve babam ihtiyaç görmek için bu pazara geliyordu. Hemen sonraki pazar babama müftünün kendisiyle görüşmek istediğini söyledim. Önce biraz tedirgin oldu ve sonra gidelim bakalım ne istermiş Müftü Efendi öğrenelim dedi. Döndüğünde sevinçli miydi yoksa tedirgin miydi tam olarak anlayamadım. 
Denizli’ye İmam hatip Lisesi açılmış,  Müftü babama orada okumamı önermiş. Babam önce itiraz etmiş, ’Ben Denizli’de çocuk okutamam, imkânım yok.’ demiş. Sonunda ikna olmuş. 
Kurs hocası, Hasan Çiftçi’ye  durumu anlatmış, iznini istemiş. Ancak Hasan Çiftçi’yi  ikna etmek mümkün olmadığı gibi, kovmaktan beter etmiş babamı. Çünkü onlar Süleymancı tarikatına mensuplarmış ve İmam Hatip’e karşıymışlar. Babam da daha fazla ısrarcı olamamış. Hasan hocayla aralarında geçen konuşmayı Müftü Mustafa Aksoy’a olduğu gibi anlatmış. Ve babam köye döndü.

Müftü Mustafa Aksoy bir gün kursa geldi ve bana yarın Denizli’ye gideceğiz, kimseye söylemeden erkenden müftülüğe gel dedi. Geldiğimde babam da oradaydı. Otobüse bindik ve doğru Denizli’ye. İmam Hatip Lisesi’ne kaydım yaptırıldı. Babam hep düşünceli düşünceli duruyordu. Sevinememişti bu olup bitenlere sanki. Ben nedenini anlayamıyordum, soramıyordum da. 
Biraz şehirde dolaştıktan sonra Çameli’ye döndük. Artık Kur’an Kursuna uğramadan doğru köye geçtik. Annem ve babamla vedalaştım. Babam Çamelin’e kadar geldi ve beni oradan uğurladı. Denizli’de bir odalı evde Refik Amcamla birlikte kalacaktım. Amcam Sümerbank iplik fabrikasında işçi olarak çalışıyordu. Çocuklarını getirmemişti.

Bir süre sonra 4 kişi bir odada kalmaya başladık, Müzeyyen Teyze’nin evinde. Ben mahalledeki Zeybek Camii’nde müezzinlik yapmaya başladım. Bu sefer de camiyi yaptıran Osman Zeybek’in dikkatini çekmişim. Birkaç ay sonra sabah namazından sonra beni evine kahvaltıya götürdü. Ailesiyle tanıştırdı. Mütedeyyin bir Müslümandı. Allah rahmet eylesin, yattığı yer nur olsun…

Kale Tavas’ın Muslugüme Köyü’nden gelmiş Denizli’ye. O da ailem hakkında bilgi aldı benden. Birkaç ay sonra da caminin müezzinliğine tayin etti beni. 50 lira da maaşa bağladı. 1.5 odalı da bir ev verdi. Odalar iç içeydi. Maddi açıdan rahatlamıştım. Evim de vardı. Tek sıkıntım anamı görememekti. 

7 sene göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi ve İmam Hatip Lisesi bitti.  Üniversiteyi okumak için önce Kayseri’ye sonra da İzmir’e gittim. Dört senem de İzmir’de geçti. Mezun oldum. Sonra 6 sene Denizli Lisesi’nde öğretmenlik yaptım. Artık gurbet bitti, bundan sonra çocuklarımla beraber yaşayacağım derken, bir baktım ki tekrar yol göründü ve ben şimdi Avusturya’ya gidiyorum. Oralarda nelerle karşılaşacağım onlar belli değil. 

15 yaşından beri gurbette yaşayan ben, bu sefer ilk defa gurbeti kaldıramayacağımdan korkuyorum. Önceleri sadece anamı özlerken, şimdi eşim ve çocuklarım da bu listeye eklendi. Gözyaşlarım dizlerimi dövüyor. “Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde/ Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde / Ne bir arzum ne emelim, yaralanmış bir elim / Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” şarkısının nağmelerini mırıldanıyorum… 
Uçağın tekerleri piste vurunca uyandım hayalimdeki rüyadan. Avusturya’ya gelmişiz. Elindeki kağıtta Rüştü Kam yazan birisi var. Elimi kaldırdım ve yanına gittim. “Ben Asım Herzok. A.M.G.T. Avusturya Bölge Başkanıyım, hoş geldiniz…” Ben Rüştü Kam, Berlin’de  Din Hizmetleri görevi yapmak için çağrıldım, hoş bulduk… Kucaklaştık, tokalaştık ve o albenisi olmayan arabasına binerek evine doğru yola koyulduk…

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.