ATAÇ

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Aşırıyım ben! Aşırılıktan çekinmek, düşüncelerimizin sonuna dek gitmekten çekinmek demektir. Düşüncelerinin sonuna dek gitmekten çekinen kişiyse; türlü düşünceleri, türlü görüşleri biri birine karıştırıyor, birini ötekiyle körletiyor demektir.”
Bu düşünce; Türkçenin yabancı sözcük ve kurallardan arınmasına katkısı dağlar boyu olan Nurullah ATAÇ’ındır.
Cumhuriyet döneminin en tanınmış eleştiri ve deneme yazarı olan Ataç, 1898 yılında İstanbul’da doğar. 17 Mayıs 1957 yılında Ankara’da ölür. Galatasaray Lise’sini bitiren ve bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenim gören bu Türkçe tutkunu Fransızca’yı kendi olanaklarıyla öğrenir. Bu; onun emekli oluncaya değin Cumhurbaşkanlığı çevirmenliği görevini yapmasını sağlar.

”Benim önemim doğruluğumdur.” diyen Ataç; ”doğru” ve ”gerçek” kavramlarını ”kendine göre” ve ”öznel” olarak algılar.

Belgeli ve bilimsel olmaya hiç özen göstermeyen Ataç’ın bu tavrını onun deneme yazarı olması açıklamaya yeter de artar. Bu yazı türünde yazanlar kalıplara giremezler çünkü. Ataç’ı Ataç yapan da onun bu yönüdür.
Onun bir önemli kişilik özelliği de başarılı bir eleştirmen olmasıdır.
”Gerçek eleştiri; bir şiirin, bir romanın nasıl yaratıldığını araştırmak, kavramaya çalışmaktır. Eleştiri, kendi içimizi dinlemekle olmaz. Öyle yaparsak, içimizden birtakım şeyler bulur, çıkarırız. Bunların arasında pek parlak olanlar da bulunabilir. Onları, eleştiriyi okuyacakları kandırıcı bir biçimde de yazabiliriz. Belki bir yaratıcılıktır bu. Ama; kesinlikle bir eleştiri değildir. Eleştiri; yaratılmış olanı, başkalarının yarattıklarını incelemektir.” ona göre.
”Deneme; eleştirinin bir koludur. Deneme; bir yandan eleştirme öte yandan
incelemedir. Gerçeği bulmaya ve göstermeye çalışmanın adıdır deneme. Ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini araştırmaktır. Bunda bir yaratıcılık payı da vardır. Çünkü; o, nasıl olması gerektiğini söylerken kendi görüşünü de söyler. Yaratıcılık da tam buradadır işte.” Bu; onun deneme türüne ilişkin görüşüdür.
En önemli kişilik özelliği aykırı olmasıdır. Basmakalıplardan dışarı taşar o… Değişmek, onun üstünlük saydığı bir durumdur.
Onun en amansız savaşım verdiği karşıtı Osmanlıcadır. Kendisini Öztürkçeci olarak tanımlar.
Kökü anlaşılamayan, nasıl yapıldığı açıklanamayan sözcük bir kalıptır. Öz anlamı bilinmeyen sözcük, düşünceyi açık seçik anlatamaz.
”Kökünü bilmediğimiz tüm sözcükleri dilimizden atmalıyız, atmamız gerekir, atmak zorundayız. Çünkü; önemli olan, sözcüğün köküdür. Fransa’da konuşmacı ve yazarlar; dillerine Yunancadan, Latinceden giren sözcüğün kökünü tanırlar. Ama; biz, dilimizdeki Arapça ve Farsça sözcüklerin köklerini tanımayız. O nedenle onları dilimizden atmamız bir zorunluluktur. Kökü Türkçe olan sözcüklerle konuşmalı ve yazmalıyız.” Arapça ve Farsça sözcüklere karşı verdiği savaşımın nedenidir bu düşüncesi. Kimilerinin dilimize yerleşmiş eşanlamlı Arapça ve Farsça sözcüklerin (beyaz ve siyah gibi) kullanılması düşüncelerine de karşıdır Ataç.
O; dilde uydurmadan yana olmuştur. ”Yapma dile sapmayız. Uydurma söz yapmayız.” diyen Ziya Gökalp’e de bu anlamda karşıdır. ”Evet! Uyduracağız.” der.
Dilimizin, her alanda, Türkçe terimler bulmasını savunur.
Batı dillerinde de kullanılan ortak terimleri bunun dışında tutar.
”Dil devrimi durudurulamaz. Çünkü; biz, uygarlık değiştiriyoruz. Yeni uygarlık yeni bir dili gerektirmektedir.” der o dil devrimcisi.
Dili zenginleştirmenin yolu, onu yabancı sözcük ve kurallardan arındırarak yoksullaştırmaktan geçer. Sonra; gereksinime göre, her kavrama ve her ayrıntıya bir karşılık bulunacaktır. Onun için özleştirmekten korkmamalıyız
Onu üzgün gören bir arkadaşı merak edip sorar üzüntüsünün nedenini.
”Sorma! Bugünkü yazımda hiç kullanmadığım bir yabancı sözcüğü kullanmışım. Bu yanlışı nasıl yaptığıma üzülüyorum.” der. Arkadaşı; ”Ben de okudum o yazıyı. Ancak; bir değil, dört yabancı sözcük var yazında.” deyince de; ”Ama biri var ki onu kullandığım için bağışlayamıyorum kendimi.” diye karşılık verir. İyice meraklanan arkadaşı o kelimenin hangisi olduğunu sorar.
”Ve” der Ataç. Konuşurken ve yazarken bu sözcüğü hiç kullanmamaya özen göstermiştir.
Konuşurken külot sözcüğünü kullanan bir arkadaşına kızdığı, ”Neden don varken külotu kullanıyorsun! Külot, Fransızcadır ve götlük demektir.” dediği de anlatılırdı ben Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken.
Ben de aşırıyım. Aşırı olduğumun da ayırdındayım. İşin iyisi neden aşırı olduğumu da biliyorum. Onun gizi 9 Eylül 1922, 29 Ekim 1923 ve 3 Mart 1924 tarihlerinde yapılanlardadır.
Ne mi yapıldı o tarihlerde?
E! Onu da sen bul artık!

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.