AŞÛRE

ABONE OL
11:32 - 23/10/2020 11:32
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Şüphesiz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.” (Tevbe, 9/36)

 

Haram aylar; Cahiliye Devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş yapılması ve kan dökülmesi yasak olan kameri aylar demektir. “Haram aylar” nitelemesinin, bu aylarda yapılacak ibadetlere daha çok sevap, günahlara ise daha çok ceza verilecek olmasına dayandığı da ifade edilmiştir.

 

Bu aylardan Muharrem birinci, Recep yedinci, Zilkade on birinci, Zilhicce de on ikinci aydır. Bu dört ayın hürmeti Araplar arasında öteden beri süre gelen dini bir uygulamadır.

Hz. İbrahim ve İsmail zamanından beri Araplar bu esasa riayet ede gelmişlerdir. Haram aylarda savaş yapılmamıştır, yılın bu dönemi bir barış zamanı olmuştur. İslâm’ın gelmesi ile barış genel bir prensip, savaş ise saldırıya maruz kalınması hallerine has zorunlu bir durum haline geldiği için, haram aylar uygulaması da kalkmıştır.

 

Haram aylar içinde. Muharrem ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ayrıcalığı Muharrem adından da fark etmek mümkündür. Zira muharrem kelimesi; “haram kılınmış”, “hürmete layık” anlamlarına gelmektedir. Kısacası haram aylar uygulamasının genel adı, anlam itibarı ile bu aya özel bir ad olarak verilmiştir. Bu özel uygulama, şüphesiz Muharrem ayına atfedilen önemin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Aynı önem İslâm kültür ve tarihi sürecinde de devam ede gelmiştir. Zira İslâm Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği Hanif dini esaslarının devamı niteliğinde olması sebebi ile, o geleneğin değerlerinin de sahibidir, dolayısı ile bu ayı değerli kılan tarihi olayları önemser. Diğer yandan, İslâm’ın zuhurundan sonra da Muharrem ayı, dini, sosyal ve tarihi önemi haiz olaylara sahne olmuştur. Bu durum Muharrem ayını, İslâm kültürü açısından daha da ön plana çıkarmaktadır. Muharrem Ayını önemli kılan özellikleri kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

 

1.Hicri Yılbaşı

Muharrem ayı, 12 ay ve 355 gün olan kameri yılın ilk ayıdır. Adından da anlaşılacağı üzere, kameri yılda -güneşin değil-ayın hareketleri esas alınmaktadır. Hicrî tarih, Hz. Muhammed’ in Mekke’den Medine’ye göç edişi ile başlar. Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi Hz. Ömer devrinde olmuştur. Onun devrine gelinceye kadar, Araplar, düzenli bir tarih belirleme sistemine sahip değillerdi. Fil vakası gibi önemli olayları kıstas olarak benimsemişlerdi. Hz. Ömer devrinde, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl (Miladi 622) İslami takvimin başlangıç yılı (Hicri 1) olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.

 

  1. Aşûre Günü (On Muharrem)

Bilindiği üzere Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde orada Arap halkla birlikte yaşayan Yahudiler vardı. İşte bu Yahudiler, Hz. Musa ile İsrail oğullarının, Firavunun zulmünden Aşûre günü kurtulduğunu söyleyen Yahudileri Hz. Peygamber yalanlamamış ve hatta bu yönde olumlu bir tavır sergilemiştir. Bunun yanı sıra tüm Samî dinlerde özel bir yere sahip görünen aşûre günü, Cahiliyye Araplarınca da önemli kabul edilmiştir. Hatta Resûl-i Ekrem’in de peygamberlik öncesi ve sonrası dönemde bir süre bugünde oruç tuttuğuna dair rivayetlere de rastlanır. Medine döneminde bu orucu Müslümanlara tavsiye ettiği bilinen bir husustur. İbni Abbas’ın şöyle değdiği rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Aşûre günü oruç tuttuklarını gördü. “Bu nedir?” diye sordu. “Bu hayırlı bir gündür. Bu, Allah’ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı, bu sebeple de Musa’nın oruç tuttuğu gündür” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Ben Musa’ya sizden daha layığım” buyurdu ve hem kendisi bugünde oruç tuttu hem de başkalarına oruç tutmalarını tavsiye etti.”

 

Aşûre günü oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık, o günde hububat karışımı aş (aşûre) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih habere rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, Müslüman Türklerin dînî halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşûre, aynı zamanda Muharremin onuncu günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olmuş ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşûre aşı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilmiş, “aşûre testisi” adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılmıştır.

 

Aşûre Gününde Meydana Gelen Diğer Tarihi Olaylar

 

Aşûre günü adı verilen 10 Muharrem gününde meydana geldiği rivayet edilen diğer bazı önemli olayları da kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

  1. Rivayete göre, Hz. Nuh’un gemisi Tufandan kurtulup Cûdî dağına Aşûre günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hz. Nuh, Allah’ın emri üzerine kendine inananları yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı
  2. Hz. Ademin tövbesinin kabul edilmesi,
  3. Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşinden kurtulması,
  4. Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması
  5. Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları 10 Muharrem (Aşûre) günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar orasındadır.

 

İslâm Tarihi’nde 10 Muharrem Halife Yezid zamanında ve Hicri 61, Miladi 680 yılı Muharrem ayının onuncu Cuma günü Hz. Hüseyin’in şehadeti ile sona eren tarihi olay meydana gelmiştir.

Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mal olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem Şii Müslümanlarca yas günü sayılmış ve bu matem daha sonraları geniş çaplı hale gelmiş ve bir nevi resmi hüviyete bürünmüştür.

 

İnsan, yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Yaratılış gayesine uygun olarak yaşayan insan, sevgi dolu, merhametli, hoş geçimli, güvenilir, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır. Bu vasıflar, kuşkusuz olgun Müslümanın da belirgin özelliklerindendir.

Hz. Peygamber’in, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.  Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir” buyurarak, Müslümanlık ile güvenilirlik arasında bağ kurması oldukça anlamlıdır.

 

Temeli barış, uzlaşma ve hoşgörüye dayanan, ismini de bu anlamlara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz; birliği, sevgiyi ve kardeşliği emrederken, haksızlığı, insan hayatına, kişi dokunulmazlığına ve insanın onur ve haysiyetine zarar verecek her şeyi de kesin bir dille yasaklamıştır. İnsanların can, din, mal, nesil ve akıl emniyetini temin etmek İslâm’ın temel hedeflerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, haksız yere cana kıymak haram kılınmış ve bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmaya denk tutulmuştur.

 

Hz. Peygamber, savaş ortamında bile, Müslümanlarla savaşmayan gayrı Müslim kadınların, çocukların, yaşlıların ve ibadetle meşgul din adamlarının öldürülmesini hatta, ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini ve hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır.

Genel bir ilke olarak yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öngören İslâm dini, “insanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” peygamberi buyruğuyla da bu ilkeyi âdeta perçinlemiştir. Bütün bunlardan da açıkça anlaşılacağı üzere kime karşı işlenirse işlensin, insan hayatına yönelik haksız davranışların onaylanması söz konusu olamaz.

 

Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden etkilemiştir. Bu zatın, Hz. Peygamberin sevgili torunu olması ise bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir.

Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır.

 

Muharrem ayı, İslâm kültür tarihinde önemli yeri olan bir zaman dilimini temsil etmektedir. Bu ayın önemi, içinde meydana gelmiş olan önemli olaylardan kaynaklanmaktadır. İslâm tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbela olayı da bu ayda gerçekleşmiştir. Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, müminler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır.

 

Bütün Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.

 

Hicri takvimin birinci ayı olan Muharrem, “haram” kökünden türemiş Arapça bir kelimedir. Anlamı ise “haram olan”, “yasaklanan” demektir. Muharrem ayının 10. günü tarihte çok önemli olaylar vuku bulmuştur. Başta Rasulullah aleyhisselamın torunu Hz. Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip ve beraberindeki 72 kişi hicri 61’de Muharrem’in onuncu gününde (10 Ekim 680) Kerbelâ’da Müslümanların Halifesi Yezid bin Muaviye ordusunca şehit edilmiştir.

 

Aşûre Nedir?

 

Aşûre günü, sadece İslâm açısından değil, Yahudilik ve cahiliye dönemi dinleri açısından da önemli bir gündür. Bugün olduğu gibi eskiden de bu dinlerde Aşûre günü oruç tutulur ve dualar edilirdi. Aşûre günü cahiliye döneminde Mekkeli müşriklerce de kutsal kabul edilmiş ve oruç tutulmuştur. Bugün, bütün Sami dillerinde hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Kelimenin İbranice “aşur”dan geldiği rivayet edilir. (Buhârî, Savm, 1; Umdetü`l-Kârî fi Şerhi Sahîhi`l-Buhârî, V, 351)

Bu kelime Yahudilerde de “büyük kefaret” günü için kullanılmıştır. (Tevrat, Levililer, 16, 29 vd.).
Hz. Peygamber Medine`ye geldiği zaman Yahudilerin Aşûre günü oruç tuttuklarını görünce bunun ne orucu olduğunu sordu. Cevap olarak şöyle dediler: “Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrailoğullarını Firavun`un zulmünden bugün kurtarmıştır. Musa Allah`a şükür için bugünde oruç tutmuştur. Biz de tutarız, dediler. Hz. Peygamber ‘Biz Musa`nın sünnetine sizden daha yakınız.’ dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu.” (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI, 308, 309).

 

Hz. Âişe`den nakledilen şu hadis-i şerifte, Allah Rasul’ünün Mekke döneminde de Aşûre orucu tuttuğu anlaşılmaktadır. “Cahiliye devrinde Kureyş, Aşûre gününde oruç tutardı. Hicretten önce Hz. Peygamber de Aşûre orucu tutardı. Medine`ye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti. Ashabına da tutmalarını emretti. Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınıncaAşûre günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı.” (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarîh, VI, 307, 308).

Hz. Hüseyin Kerbela’da şehit edilmeden önce şu konuşmayı yapmıştır:

 

“Ey insanlar! Soyuma söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir?

Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim?

Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim?

Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim?

Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir?

Cafer-i Tayyar amcam değil midir?

Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?

Bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teala’nın yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim.

Eğer beni yalanlarsanız şimdi Müslümanların arasında Peygamber’in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan sorunuz. Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d-is Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın benim ve kardeşimin (Hasan’ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?

Ben ve kardeşim hakkında Peygamber’in buyurduğu bu sözde şüpheniz varsa benim Peygamberinizin kızının oğlu olduğumdan da mı şüphe ediyorsunuz?

Allah’a andolsun ki, doğu ve batı arasında, sizin ve dışınızdakiler arasında da Resulullah’ın benden başka torunu yoktur.

Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal ya da size vurduğum bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?

Ey insanlar! Allah’a andolsun bundan sonra süvarinin bineğe binerek meydanda gezdiği süre miktarınca dünyada kalırsınız. Bu sözü babam, ceddim Resulullah’tan bana nakletti. Bilin ki Hüseyin’in ümidi ancak yüce Allah’adır. Çünkü hayatı Allah’ın kudreti elinde olmayan kimse yoktur. “ (Altınoluk Dergisi, Sayı: 251,Ocak 2007-A.Taşgetiren)

 

Bu konuşmadan sonra, ağlayanlar, gözyaşı dökenler savaş meydanından kaçmak isteyenler elbette vardır. Yürekleri boşalmış insan sürüleri onlara mani olurlar, tehdit ederler, oklar, kılıçlar ve mızraklar konuşmaya başlar… Hz. Hüseyinin dostları birer birer şehit düşerler. Her birinin şehadeti ayrı bir destandır. Ebuzer-i Giffari’nin kölesi Cevn onlardan biridir. Cevn, Hz. Hüseyin’in huzuruna çıkar ve meydana gitmek için izin ister.

Hazreti Hüseyin: “Ey Cevn, sen afiyet ve asayiş ümidiyle bizimle buraya kadar geldin; istersen şimdi kendi yoluna gidebilirsin.”

 

Cevn, “Ey benim imamım! Ben kötü kokulu, hasebi düşük ve rengi siyah bir köleyim. Güzel kokulu, şerif hasebli ve beyaz renkli olmam için cennete girmeme müsade edin. Allah’a andolsun ki, benim siyah kanım siz Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin pak kanlarına karışıncaya kadar sizi bırakmam.“ der.

Bunun üzerine Cevn’e izin verir. Cevn meydana dalar, vuruşur, vuruşur, vuruşur ve şehid olur. Hazreti Hüseyin onun başı ucuna gelerek: “Allah’ım! Onun yüzünü ak et, kokusunu güzelleştir, onu salih kişilerle haşret ve onu Muhammed ve Ehl-i Beyt’iyle haşret.” diye dua eder.

 

Artık sıra Ehl-i Beyt’tedir. Hazreti Hüseyin’in büyük oğlu Ali Ekber meydandadır. Torunlar içinde Rasulullah Efendimize en çok benzeyen odur. O savaşa giderken Hazreti Hüseyin “Allah’ım! Şahid ol ki, halk içinde Peygamber’in Muhammed’e en çok benzeyeni bu kavmin üzerine gidiyor. Biz Peygamber’i görmek istediğimizde ona bakıyorduk. Allah’ım!” diye dualarla uğurlar onu. Ve  Ali Ekber parça parça edilir vahşet sürüleri tarafından.

 

Sıra Hz. Hasan’ın oğlu Kasım’dadır. O da şehitler kervanına katılır.Hiçbir şey, hiçbir şey yüreklerinde bir kıvılcım oluşturmaz vahşet sürüsünün.Sonra diğerleri ve sonra… Savrulur göklere Şehit Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt’in muazzez kanları o çöl sıcağında…Ondan beri dinmeyen bir ağıt vardır müminlerin gönlünde…

 

Aşûre Günü Nasıl İdrak Edilmelidir?

 

Aşûre ayının kıymeti hadis-i şeriflerde ve Efendimizin sünnet-i seniyelerinde ortaya konulmaktadır. Bu kıymet, bir ölçüdür; ona bir şey ilave edilemez, ondan bir şey de çıkartılamaz. Ona daha farklı anlamlar yüklemek, onu yas günü ilan etmek ve çeşitli bidat ve hurafelere bulaşmış ibadetler zinciri tertip etmek sünnet-i seniye ile çelişir.

Hz. Hüseyin Efendimizin şehadeti elbette ki büyük bir hadisedir fakat bunu dini bir ritüel haline getirmek aşırılıktır. Hüzünlenir, dersler çıkarır, dualar eder, niyazlarda bulunuruz ama zincirlerle vücuda zarar verici davranışlardan, sağımızı solumuzu yaralamaktan uzak dururuz. İslâm’da böyle bir anma biçimi yoktur.

 

Aşûre günü gelenek haline gelen Aşûre tatlısı yapmak da usulünce ifa edilmelidir. İslâmi tefekkürden yoksun, idrakten uzak, ihlas ve naslardan beri bir anlayışla israf ölçülerini aşarcasına Aşûre tatlıları yapmak da çok doğru olmasa gerektir. Bu geleneği yerli yerinde ifa etmek icap eder. Muharrem’in ve Aşûre’nin muhtevası boşaltılmamalıdır. İslâm’dan kopuk bir anma biçimi idraklere ve toplumlara fayda vermez, onları daha da seküler hale getirir. Bundan kaçınmak gerekir. Müslümanlar bu ayın belirli günlerini sünnet-i seniyeye riayete ederek oruçlu geçirirler ve bol bol dua ederler. Bu ayda ve bugünde yapılacak şeyler yine değişmez yasalarla belirlenmiştir. Bu ölçülere dikkat etmek her Müslüman’ın imani ve İslâmi vazifesidir.

 

Aşûre/Aşura Arapça’da on anlamına gelen “aşara” kelimesinden türemiştir. Muharrem ayının onuncu gününe tekabül eder. Bu günde, insanlığın kaderini etkileyen, geleceğine yön veren önemli olayların gerçekleştiği (yukarıda yazıldığı gibi) rivayet edilir. Aynı zamanda Muharrem ayı Hicri yılın ilk ayıdır.

 

Dolayısıyla Muharrem ayı ve bu ayda tutulan oruç ve sonrasında pişirilen Aşûre tatlısı, Müslümanlar  için derin anlamlara sahiptir. Aşûre tatlısı, başta Kerbelâ şehitleri olmak üzere bu yolda canlarını veren bütün şehitlerin anılarına bağlılığın bir gereği olarak pişirilip dağıtılır.

Aşûre tatlısı, Nuh peygamberin gemisinin karaya oturmasından sonra gemide bulunan son yiyeceklerin bir araya getirilip pişirilmesiyle meydana gelmiştir. Bundan dolayıdır ki, Aşûrenin içinde meyve ve tahıldan oluşan en az 12 farklı yiyecek olmalıdır.

 

Şiî inancında Aşûre günü  çok önemlidir. Şiîlik‘te önemli bir figür olan İslâm peygamberi Muhammed‘in torunu İmam Hüseyin Kerbelâ‘da muharrem ayının onuncu gününde şehit edilmiştir. Şiiler, Muharrem ve Safer aylarını matem ayları olarak kabul ederler. İki ay boyunca düğün ve benzeri eğlenceler yapılmaz, matem günlerinde taziye meclisleri düzenlenerek mersiyeler okunur, ihsan yemekleri verilir.

 

Bu ayda matem tutulur. Muharrem mateminin amacı, bu türlü acıların bir daha yaşanmaması için gerekli olan insanlık değerlerini özümsemektir.

Şiîler/Aleviler matem süresince bıçağa ve kesici aletlere el sürmezler, kurban kesmezler ve et yemezler. Matem boyunca hiçbir canlıya eziyet etmezler. Kimsenin kalbini kırmamak, dili ile kimseyi incitmemek, kimse hakkında dedikodu yapmamak Matem Orucu’nun temel ilkesidir. Sağlığı yerinde olanlar oruç tutarlar.

Kerbelâ katliamında hasta olması nedeniyle İmam Zeynel Abidin‘in kurtulması ve Ali‘nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Allah‘a şükredilir. Bu nedenle, Muharrem matemi, Aşûre geleneği ile biter.

 

Keşke bir de ders alabilseydik olanlardan…

 

Rüştü Kam

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.