Arthur Schopenhauer

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 „Ganz er selbst sein darf jeder nur, solange er allein ist. Wer also nicht die Einsamkeit liebt, der liebt auch nicht die Freiheit; denn nur wenn man allein ist, ist man frei!”

Arthur Schopenhauer
Gittiğim felsefe akşamlarının sekizincisi idi, bazan kaçırdığım oluyor. Bu sefer toplantı tanıtımını zamanında almıştım. Dr. Ufuk Yaltıraklı bu sohbette Arthur Schopenhauer’i konu olarak almıştı.
Biraz kitapları karıştırdım ve hayret ettim, bu karamsar, acı ve dert dolduran filozofu neden seçmişti, diye düşündüm. Bizim yeteri kadar arabesk türkülerimiz, Orhan Gencebay gibi bize dertleri zevk ettiren türkücü, sanatçılarımız var.
Sohbet esnasında felsefe tahsili yaptığı belli olan bir katılımcı güzel bir kızımız, benim en çok beğendiğim filozoftur dediğinde, nedenini kavramıştım.
Eğer bu bir toplantı ve konferans şeklinde olsaydı felsefe temel tahsili olmayanlar salonu terkederdi. Dünyamız yaşantımız zaten savaşlarla, açlık ve zorunlu göçlerle dolu, derdimiz bize yeter diye düşünürdü.
iltergh-13-04-b.jpg
Bence sohbetin akıcılığı, Ufuk Bey’in anlatış tarzı herkese, tahsil durumunuz ne olursa olsun, birşeyler veriyor, işte büyüsü de burada. Salonda artık yer bulmak kolay değil.
Uygulama öğretmenim Sabiha Ay Köy Enstitü’lerinin ilk öğretmenlerindendi. Bize unutmayın, öğretim bir tas çorba gibidir, masanın ortasına koyarsın, her öğrenci midesinin aldığı kadar yer, derdi. O halde önemli olan bildiklerimize yenisini koyabilmek, Uğur Bey böyle yapıyor.
iltergh-13-04-a.jpgArthur Schopenhauer (1788 – 1860) Danzig şehrinde doğdu. Arthur beş yaşındayken Danzig Prusyanın eline geçince ailenin; hürriyet yoksa mutlulukta yoktur, prensibi yolunda Hamburg’a taşınırlar.
Babası tanınmış bir tüccardır, oğlu da ticaret yapmalıdır. Arthur ise humanizm okumak ister, özel liseye gider. O zamana göre babanın sözü geçse de, iş kolay olmaz.
Anne ve babası ona bir seçenek sunar. Bizimle Avrupa seyahatine gelirsen ticaretle uğraşacak, tüccar olacaksın, gelmezsen felsefe okuyabilirsin, derler.
Bunu dinlerken hayatla deneyimleri olmuştu. Dokuz yaşındayken sürgüne gönderilir gibi fransızca öğrensin diye, Fransa’ya bir ailenin yanına gider. Aile ona aynı yaşta olan oğulları Anton gibi davranırlar. Ayrılıktır tek sorunu, yoksa orada çok güzel günler geçiriyor. Daha sonraları Anton ile aşk geceleri düzenlediler.
İlk aşkını arkadaşı Anton ile yaşadı. Arkadaşı ona ücret karşılığı danışmanlık teklif edince daha sonraki yıllarda ayrıldılar.
Bilgi edinme amaçlı Avrupa gezisi genç delikanlıya ilginç gelir. Yıl 1803 kim böyle bir şansa sahip olur, diyerek birbuçuk aylık Avrupa gezisini kabul eder. Dil öğrenmesi, gezi ve sunulan tüm imkânlar iyi bir ticaret adamı olsun, babasının işini ilerde üstlensin amacını güder.
Buna karşılık Arthur’a Avrupa seyahati başka yönden etkiler. O kürek mahkumlarını, sokaklarda yalın ayak, açlıktan yürümeye mecali olmayan dilencileri, tımarhaneleri görür. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak adeta bir şok geçirir.
Arthur’un bu deneyimi bize Buddha’nın hayatına çağrışım yapıyor. Genç delikanlı adeta bir altın kafese kapatılır gibi babası kral tarafından kapatılmıştı. Oğlu hastaları, yoklukları görmesin mutlu büyüsün, istenir. Halbuki o saraydan kaçıp tanınmıyacak şekilde giyinip yollara düşünce gerçek dünyayı tanır. Acılara sorunlara dayanmak, güçlü olmak için budizme ilk adımı atar.
Arthur Avrupa seyahatinden sonra onaltı yaşında babasının yolunda ticaret tahsiline Hamburg’ta başlar.
Aynı yılın içinde babası kanalda boğularak ölüyor. Ölüm sebebi intihar mı, kaza mı olduğu karanlık kalıyor. Weimar’a taşındıklarında annesi Johanna tanınmış, geleceği aydın bir roman yazarıdır. Evlerine gelip gidenler Goethe, Wieland, Schlegel gibi sayılı insanlardır. Annesi zaten sanatsal bir kadındır. Bu parlak hayatı hele annenin beraber yaşamaya karar verdiği arkadaşı ile anlaşamıyacağı açıktır, annesini kimseyle paylaşmak istemez.
Nihayet yetişkin, yani onsekiz yaşında hakkına düşen mirası alır ve Weimar’dan ayrılır. Öğretmeninin yardımı ile ticaret lisesinden normal liseye geçer. Göttingen ve Berlin’de arzu ettiği bölümde yüksek tahsilini bitirip, Jena’da doktora çalışmasını tamamlar.
Bu arada Hegel Berlin’de çok tanınmış bir profesördür. Genç doçent Arthur ders saatlerini onun derslerine paralel olarak koyarak yarışa kalkışır. Ancak bu dersanede yalnız beş öğrenciye ders vermesinden öteye gidemez. Elbette yarışı daha başlamadan kaybetmiştir. Bu davranışı Freud herhalde Arthur’un babasına yapamadığı protesto olarak açıklardı. Arthur Schopenhauer ilk kitabını otuz yaşında yazıyor.
Dünya İstek ve Düşünce olarak [Die Welt als Wille und Vorstellung]
Arthur ıssız adam, yalnız, çalışkan, düzenli, çok karamsar bir insandır.
Etik yönü: İyi insan acı çekenlerle acı çekendir, oruç tutmadan açlığın ne demek olduğunu bilendir.
“İlk adaletsizliği, haksız dağıtımı yapan Allah’tır. Şayet bu dünyayı yaratan Allah ise, ben onun yerinde olmak asla istemezdim” derken veya “Allah’ım sen Allah isen, bu kadar kudretli isen benim ruhumu mezardan
çıkar”[*], derken eşit olmayan dağıtıma isyan ediyor, diye düşünüyorum.
Filozofisi karamsarlık olmasını Goethe ve Nietzsche açık ve dürüstlük olarak yorumluyorlar. Acı ve dertlerimize çare olarak müzik ve sanat dünyasını tavsiye ediyor. Böylece Richard Wagner’le olan ilişkisini anlıyoruz. “Gerçek dil, herkesin anlıyacağı dil müziktir”, derken ona hak vermemek, hayran olmamak elden gelmiyor.
 
Ölümden korkmak ayıp değildir sözünü Nazım Hikmet’ten önce demek ki
Schopenhauer söylemiş. Ölüm korkusu felsefenin başladığı yerdir, dinlerin oluşmasına bu korku sebep olmuştur. Ölümden korkmak, ölümden daha çok acı veriyor. Ölüm karşısında hepimiz zayıf kalıyoruz.
Nietzsche 1865 yılında eski kitap satan bir dükkânda Schopenhauer’in kitabını görür. “İçimdeki şeytana uyup kitabı aldım, okumaya başladım hayatım değişti”, der.
O zaman yirbiryaşındadır, o günden sonra masasında hep Arthur’un fotoğrafı olacaktır ve zora düşünce içinden onunla konuşacaktır.
Sanatsal bir annenin, aşırı prensip sahibi ticaret adamı, varlık ve parayı herşeyin üstünde tutan bir babanın yaptığı evlilik bir aşk evliliği olamaz. Genç, zeki, güzel ve yalnız kalan anneyi genç erkeklerden kıskanan Arthur’un kadınlara karşı davranışları olumlu olamaz. Yanına kimse oturmasın diye hep iki kişilik ödeme yapar. Yalnız köpeği ile konuşur, hayvanlara ilgisi aşırıdır. Cinsel dürtülerin bitmesini bağımlılıktan kurtulup, hürriyet olarak algılar. 1824 yılından sonra annesi ve kız kardeşiyle bir daha görüşmemek üzere ayrılmıştır.
Freud’un tezine göre çocukluk, gençlik zamanını sorumlu tutarız. Ama çocukluğunu çok kötü geçirip, elbette sonra negatif deneyimlere karşı koyan insanlar da vardır.
Dünya acı ve ızdıraplardan başka birşey değildir. İlk etkisinde kaldığı roman Goethe’nin “Genç Werther’in ızdırabı”dır. Karşılıksız aşkı, kızın sevgisini reddetmesi ve roman kahramanı genç erkeğin çektiği ızdırabı, kendi başına gelmiş gibi acı çekerek benliğinde algılar.
Mutluluk acının, ızdırabın bittiği andır, sevgi acısı olanla aynı acıyı, kendi başına gelmiş gibi birlikte hissetmektir. Onu karamsar yapan çağın tarihinde Fransız ve Rus devrimleri var. Kıtlık, savaşlar, kilisenin baskısı, tek doğru; Tanrı’nın adeta vekili olan Papa’nın dedikleridir. Kim söylüyordu şu şarkıyı:
“Ayıp diye günah diye, cenneti öbür dünyaya bıraktın?”
Her türlü baskıya rağmen düşünmeyle kalmayıp, düşüncelerini yaymaya çalışan bir filozof saygıya, hayran olmaya değer. Böyleleri yöneticiler için her zaman tehlikelidir. Düşünen, hür fikir üreten bilgili insanları idare etmek, olgunluk, erdemli olmak ve dürüstlük ister, yani zor bir iştir. Cahili, bilgisizi idare etmek daha kolaydır.
Düşüncenin ve inancın hiç bir yerde yasak olmadığı bir dünya dileğiyle.
Frohes Osterfest!
Hoşça kalın!
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
Kaynak:
[*] Horst Poller, Die Philosophen und ihre Kerngedanken, 2007, S.292
ISBN 978-3-7892-8271-3
Foto: Wikipedia

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.