ARAP ZEMHERİSİ

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi, 20 Ekim’de doğum yeri Sirte’de yakalanarak öldürüldü. Televizyon ekranlarından izlediğimiz görüntülerde linç edilme söz konusu. Hem de vahşice bir linç…
Kaddafi’nin nasıl ve nerede, kimlerce yakalandığı meçhul. Böyle bir ölüm özellikle planlanmış gibi. Ülkesine ihanet eden işbirlikçi liderler, diktatörler zoru gördüklerinde zaman geçirmeden pılısını pırtısını, hazinesini, ailesini, en yakın hizmetkârlarını toplayarak kendisini koruyan bir ülkeye kaçıverir. Genellikle bu ülkeler; dünyadan soyutlanmış, diktatörlükle yönetilen yerlerdir. Bazen de hizmet ettiği efendinin ülkesine kaçarlar.
Kaddafi, ülkesinden kaçmadı. Ülkesini sömürgeleştirmek isteyen güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı mücadeleyi yeğledi. Demokrat bir lider değildi; ama yurtseverdi. Ülkesinin yer altı kaynaklarını yabancılara peşkeş çekmek yerine, millileştirmeyi seçti. Bu nedenle de Batılı sömürgecilerin boy hedefi oldu.

Neden böylesi bir ölüm? Libya, aşiretlerden oluşan bir ülke. Kaddafi de büyük aşiretlerden birisinin üyesi. Aşiret yasaları, gelenekleri kesin kurallara bağlıdır ve çağdaş dünyanın anlayışına uymaz. Bunu en iyi bilenler de sömürgecilerdir. Aşiretlerin uzlaşması, ulusal bütünlük oluşturmaları sömürgecilerin işine gelmez. Ulusal bütünlük olursa, emperyalistlerin kullanacağı gruplar da olmaz. Bu nedenle de aşiretler uzlaşmamalı ve sürekli düşmanlıklar yaratılmalı. Düşmanlıklarda da sömürgeci ülke bir aşireti diğerine karşı kullanmalı.
Kaddafi’nin öldürülme biçimi hem Kaddafi hem de müttefikleri olan diğer büyük aşiretler tarafından kabul edilecek cinsten değil. Bu nedenle de isyancı aşiretlere karşı düşmanlık besleyecekleri kesin. Bu da intikam ateşini tutuşturacak. Böylece de Libya’nın ulusal bütünlüğü parçalanacak. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi (Sünni, Şii, Kürt ayrışması ulusal bütünlükte onulmaz bir gedik açmıştır.). Halkı parçalanmış, düşmanlıkların diz boyu olduğu bir ülke asıl düşmanını fark edip ona karşı savaş verebilir mi? Kendi kanını emen, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüren asalakları görebilir mi?
Libya, görünürde UGK’ nın (Ulusal Geçiş Konseyi) kontrolündeymiş gibi görünse de asıl egemenler ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya’nın oluşturduğu emperyalist güç birliğidir. Kaddafi’nin infazının bu ülkelerin bilgisi dışında olduğunu kim söyleyebilir? Ya da UGK, kendi iradesiyle böyle bir infazı gerçekleştirebilir mi?
UGK’ dan söz açılmışken önemli bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü UGK’ nın anlayışını anlamak açısından bu çok önemli. “İtalyan sömürgecilik yılları Libya için bir kalkınma dönemi oldu. İtalyan sömürgeciliği ülkemize yolları getirdi, Trablus’ta, Derna’da ve Bin Gazi’de bugün bile ayakta duran güzel binalar inşa etti. İtalyanlar, Libya halkına tarımsal kalkınmayı, adil yasaları ve adil yargılamaları armağan etti. İtalyan sömürgeciliğinin Libya’ya kazandırdıklarını tüm halkımız çok iyi biliyor. Buna karşılık Kaddafi, İtalyan kolonyalizminin tam tersi bir çizgide yürüdü. Ülkemizin kalkınması için hiçbir şey yapmadı. Libya’nın zenginliklerini halkı için kullanmadı. (20 Ekim 2011, Aydınlık)” Bu sözler, UGK Başkanı Mustafa Abdülcelil’e ait. Sözlerini şöyle sürdürüyor demokrasi kahramanı(!) başkan: “Avrupa’nın sömürgecilik tarihini kara sayfaları dâhil iyi biliyoruz. Ama İtalya, Libya’dan ayrılırken ardında dostluk simgeleri bıraktı.” Hem de nasıl bir dostluk… Mussolini, Libya’nın büyük bağımsızlık önderi ve ulusal kahramanı Ömer Muhtar’ı asarak dostluğunu gösterdi. Şimdi de Abdülcelil, Mussolini’nin ardılı, fikirdaşı olan dışişleri bakanının huzurunda aşkla sömürgeci uşaklığını ilan ediyor.
Bir “Arap Baharı” sözü tutturuldu gidiyor. Araplara demokrasi getireceğini söyleyen emperyalistler tarafından. Hem de öyle bir demokrasi ki yargılanmasından korkulan bir lider linç ettiriliyor sokaklarda. Demokrasi(!) için yola çıkan aşiretler, karşıtlarını sokaklarda infaz ediyor. Efendilerinin eskiden işledikleri cinayetlere, ülkelerini sömürmelerine övgüler düzüyorlar. Bu demokrasiye de RTE de elden gönderdiği üç yüz milyonluk bir katkı söz konusu. Anlayacağınız bu demokrasi çorbasında bizim de tuzumuz var.
Emperyalizmin kucağına oturmuş ortaçağ feodalleriyle bir ülkeye demokrasi gelir mi? Böylesi bir durumda o ülkenin bağımsızlığından, dirliğinden, düzeninden söz edilebilir mi? Halkı bölünmüş, sokaklarında yargısız infazların yapıldığı, sömürgeciliğin göklere çıkarıldığı bir coğrafyada bahar yaşanır mı? Böylesi bir duruma verilecek ad ” Arap Zemherisi”dir. Karakışın bahara dönüşmesi için o topraklarda Atatürk çiçeklerinin açması, Ömer Muhtarların doğması gerek.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.